Euro 2012 elemelerinde kuralar ilk çekildiğinde rahatlıkla yanına 3 puan yazabileceğiniz, ama Azerbaycan'a yenilen bir takım olarak tereddüt içinde çıkmak durumunda kalınan kritik Avusturya maçı kayıpsız atlatıldı.
Uzun süredir özlediğimiz yeni yüzler, kazanma arzusu ve hırs (Volkan'ın penaltıyı kurtardıktan sonra abartılı biçimde gösterdiği üzere), kim ne derse desin Türk futbolunun tek gerçek "starı" Arda'nın sahalara dönüşü ve şık golü, milli takımı kendi insanına antipatik gösteren hakeme itiraz, gereksiz sinir vs. gibi görüntülerin sergilenmemesi gibi birçok olumlu noktanın yanı sıra zayıf bir rakibe karşı yeterli sayıda pozisyon üretilememesi, düşük tempoda fazla sayıda yan pas yapan bir oyun anlayışı, sol bekte Hakan Balta'nın düşük formuna rağmen hala birinci alternatif olması (gerçi bu maçta iyi oynadı), herkesin üzerinde konsensüs sağlayacağı etkili bir santrforumuz olmaması gibi olumsuz hususları birleştirince kamuoyunda oluşan genel kanı "kazanmak güzel ama oyun tatmin etmedi, Belçika önünde işimiz zor" şeklinde özetlenebilir.
Yukarıda saydığım olumsuz hususlar içinde belki de en dikkat çekici olanı, milli takımın tempoyu yeterince yükseltememesi ve baskı kuramamasıydı. Bunda yağmurun sahayı ağırlaştırması ve maçı kazanmak zorunda olma psikolojisinin getirdiği temkinlilik hali de etkiliydi ama esas sebep Hiddink'in idealindeki oyun anlayışının henüz emekleme sürecinde olmasıydı.
Bu son saptamayı biraz açmak gerekirse, Hiddink ilk geldiğinde onun bir "formasyon/diziliş" hocası olmadığını, ziyadesiyle pragmatist bir anlayışla kendi idealindekini yerleştirmeye çalışmak yerine, mevcut malzemeden en iyi verimi almaya öncelik verdiğini söylemiştik. Bu bağlamda, bence Hollandalı hoca eleme grubunu biraz hafife aldı ve temelini Euro 2008'de muazzam başarı gösteren oyuncuların oluşturduğu ekibin Almanya'nın ardından hiçbir sorun yaşamadan rahatlıkla ikinci olabileceğine inandı. Kaybedilen Almanya ve Azerbaycan maçından sonraki tavrı da bunu doğrular nitelikteydi. Zira, Azerbaycan maçında tabiri caizse Hiddink damdan düştü ve kendine geldi. 2014 için öngördüğü yumuşak geçişi hızlandırma kararını aldı. Türkiye'de daha çok maç izlemeye ve özellikle Avrupa'daki Türk asıllı oyuncularla daha yakından ilgilenmeye başladı, riske girip kendi takımını oluşturma stratejisiyle Aurelio, Tuncay, Halil gibi oyuncularla yollarını tamamen ayırdı. Kısacası bir Azerbaycan'dan sonra dönemine girildi.
Bu yeni oyun anlayışı, 4-2-3-1 dizilişinde, top rakipteyken tüm takımın topun arkasına geçtiği ve orta sahanın beşlendiği, hücumda ise orta sahada hareketli üçgenler oluşturup bol pas yaparak, kanat oyuncularının yaratıcılıklarından yararlanarak pozisyon bulmak. Hiddink özelinde bakarsak Euro 2008'in Rusya'sının bir başka modeli. Hatırlarsanız o takım yarı finale şansla veya Euro 2004'teki Yunanistan gibi "kilit" futboluyla değil, Hollanda gibi bir takımı ezici bir oyunla yenerek erişmişti. Bu anlayışta olmazsa olmaz bazı unsurlar var:
1) Orta saha oyuncularının teknik kapasitelerinin yüksek olması,
Selçuk İnan, Nuri Şahin ve önlerinde oynayan Mehmet Ekici çok yüksek teknik kapasiteye sahip oyuncular. Şöyle düşünelim, duran topları Mehmet ekici kullandı dünkü maçta. Fakat Selçuk Süper lig'de, Nuri de Bundesliga'da kendi takımlarının duran toplarını çok etkili kullanıyorlar. Yalnız bu nokta bile kalitenin yükseldiğini kanıtlıyor. Bu üçlü birlikte oynamaya alıştıkça pas trafiğini daha "ezbere" yapmaya başladıkça daha etkili olacaklarına şüphe yok.
2) Sağ ve sol beklerin hücuma katkısı,
Bu konuda Avrupa'nın en ayrıcalıklı takımlarından biriyiz. Dün de Gökhan Gönül maç içinde çok fazla bindirme yapmasa dahi, bir pozisyonla farkını gösterdi. Milli takımın alternatifsiz birkaç isminden biri.
Aynı şeyi sol kanat için söyleyemiyoruz ne yazık ki. Bu sezon Galatasaraylıların saçını başını yolduran Hakan Balta'yla bu oyun anlayışını sürdürmek olanaksız. İsmail bu konuda Hiddink'in güvendiği bir isimdi ancak hala eksiklerini tamamlama konusunda bir adım atamadı. Aslında benim kafamda bu pozisyon için uzun zamandır Caner Erkin ismi var ama o da bu sezonki performansıyla resmen dibe vurdu. Yine yukarıda bahsettiğimiz model takıma atıfta bulunalım ve "Zhirkov'umuzu arıyoruz" diye bitirelim.
3)Atak yönünü değiştirerek rakip savunmayı zorlayacak diyagonal paslar,
Bu daha çok oyunun içinde gerçekleşen ve rakibi tabir caizse açık düşürmek için kullanılacak bir silah. Dün bunu özellikle Selçuk ve Arda birçok kere denedi. En belirgin olanında Selçuk sağda kaçan Mehmet Ekici'yi mükemmel gördü ve onun ortasında Burak'ın kafa vuruşuyla net bir pozisyon yakalamış olduk.
4) Kolay adam eksilten bir hücum oyuncusu,
Bu maddeye sığdırılamayacak kadar çok söz var onun için söylenebilecek. Ama milli takımı farklılaştırdığı, o olmadığında hücum gücümüzün yarısından fazlasını kaybettiğimiz, topu eveleyip geveleyen ve pozisyona giremeyen bir takıma dönüştüğümüz aşikâr. Arda Turan'dan bahsediyorum. Maalesef bu sistemde alternatifi yok ve bizim kurtulamadığımız linç kültürünün kurbanı etmeye devam ediyoruz onu. Umarım en başta kendi kıymetinin farkına varırı, sonrasında biz de ona hak ettiği değeri vermeye başlarız. Hiddink de açıklamalarında başrolde ona yer veriyor. Model takımımızda Euro 2008'de mükemmel oynayan, yorumcu Rıdvan Dilmen'e “Kaka'dan iyi” dedirten Arshavin'i hatırlayalım. Arda'nın zihni yapısı dışında bir eksiği olduğunu düşünmüyorum.
5) Sürekli hareket halinde olan, orta sahayla pas alışverişi yapabilecek, dikine kaleye gidebilecek bir forvet
Zurnanın zırt dediği yer burası. Hakan Şükür'ün varlığı Türk futbolu için bulunmaz bir şanstı. Şimdi literatüre "Hakan Şükür tipi çağdaş forvet" tanımını sokmuş bir nesil olarak her forvette onu arıyoruz. Gol atsın, pres yapsın, kafa vursun, top indirsin, duvar olsun verkaç yapsın, yorulmasın... Hakan Şükür bunların hepsini yapıyordu ama artık elimizde ondan olmadığına göre bu sisteme en iyi uyacak adamı bulmalıyız. Ayrıca, çağdaş forvetin tanımının da değiştiğini, hem kuvvetli, hem süratli hem de dripling becerisi yüksek santrforların (Drogba) ön planda olduğu bir dönemdeyiz. Semih bu kriterlerin ancak birkaçına uyuyor. Geniş alanda tek forvet olarak başarılı olur mu şüpheli. Burak da gayretli, kuvvetli ancak pas alışverişinde sıkıntı var. Bu durumda sistem için en ideal aday güneş gibi parlayan Cenk Tosun. Oynadıkça olgunlaşacak ve Hiddink'in ideal 11'indeki yerini alacak. Bu arada, her şeye rağmen Mevlüt Erdinç'in de iyi bir alternatif olarak denenebileceği kanısındayım.
Bu maddelere yenileri eklenebilir elbette. Hiddink'in maçtan sonraki "Hala öğrenme sürecindeyiz. İlk yarım saati beğendim" şeklindeki açıklamalarında "Arda çok özel bir oyuncu" ifadesi (4. madde) ve Cenk Tosun'un nasıl işler yapacağını merak ettiğini belirtmesi (5. madde) bu konuda yeterli ipucunu veriyor. Açıklamaların satır aralarında en dikkat çeken ise "Daha kontrollü olmalıyız" şeklindeki cümle.
Buradan hareketle artık milli takımın nasıl bir yolda ilerleyeceğini anlamak mümkün. Bugünü bir emekleme olarak kabul edersek, takım üç ay sonraki Belçika maçında yürüyecek, olası bir ikincilik ve play-off aşamasında ise koşacak duruma gelmek zorunda.
Türk futbolunda temel bir ayrım noktasına geliyoruz. Milli takımın yeni yeni başarıya ulaşmaya başladığı 1990'ların ikinci yarısından itibaren, potansiyeli fark edip daha iyisini yapabileceğimize inandığımızdan, "ne eksik?" sorusuna verilen klişe cevapların başında "bizim bir ekolümüz yok" ifadesi geliyordu. Buna kafa oyran yorumculardan benim hatırladığım Mehmet Demirkol, son derece haklı sebeplerle bizim ekolümüzü "oynatmamaya dayalı kaos futbolu" olarak tanımlamıştı. Bu tanım çoğunluk tarafından benimsendi. Euro 2008'den sonra Uğur meleke'nin sık sık atıfta bulunduğu gibi "otobüse binmeden maçı kaybetmiş sayılmayan" "comeback kings" karakteri buna eklendi.
Esasen ligimizde de kaos futbolu oynanıyor. Ligi hafife alarak buraya gelen ünlü teknik direktörlerin ve futbolcuların sertlikten yakınmalarının temel sebebi bu. Bursaspor geçen yıl temelde bu oyunla şampiyon oldu. Ancak sıkıntı bu yılki Avrupa kupalarında Türk takımlarının sergilediği rezalet performansla ortaya çıktı. Kaos futbolu bugünün dünyasında konvertibl değil. Yani salt oynatmamak yetersiz. Burada fizik gücünün yüksek olmasının yetmediği, ortalam üstü kalite ve oyun disiplinini harmanlayabilen takımların büyük yıldızlara sahip olmasalar bile başarıya ulaşabildikleri bir çağ yaşıyoruz. Buna da verilebilecek en iyi örnek Ukrayna takımları Shaktar ve Dinamo Kiev.
Futbol anlayışları sonsuz bir döngü gibi. "Teknik kapasite yetmez fizik gücü ayırt edici özellik" noktasından, herkesin koşmasının şart olduğu tekniğin ve en önemlisi hızın farklılık yarattığı bir çağa geldik. Daha önceleri yani büyük turnuvalara katılmanın hayal olduğu dönemlerdeki başka bir klişe de "teknik kapasitemiz yüksek ama disiplinimiz yetersiz" ifadesiydi. Şimdi, belki de ilk kez teknik kapasitesini, olgun bir oyun anlayışı ve çağdaş bir sistemle birleştirmeye çalışan bir takım var karşımızda. Bu saygıdeğer çaba için Hiddink'e destek olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Uzun süredir özlediğimiz yeni yüzler, kazanma arzusu ve hırs (Volkan'ın penaltıyı kurtardıktan sonra abartılı biçimde gösterdiği üzere), kim ne derse desin Türk futbolunun tek gerçek "starı" Arda'nın sahalara dönüşü ve şık golü, milli takımı kendi insanına antipatik gösteren hakeme itiraz, gereksiz sinir vs. gibi görüntülerin sergilenmemesi gibi birçok olumlu noktanın yanı sıra zayıf bir rakibe karşı yeterli sayıda pozisyon üretilememesi, düşük tempoda fazla sayıda yan pas yapan bir oyun anlayışı, sol bekte Hakan Balta'nın düşük formuna rağmen hala birinci alternatif olması (gerçi bu maçta iyi oynadı), herkesin üzerinde konsensüs sağlayacağı etkili bir santrforumuz olmaması gibi olumsuz hususları birleştirince kamuoyunda oluşan genel kanı "kazanmak güzel ama oyun tatmin etmedi, Belçika önünde işimiz zor" şeklinde özetlenebilir.
Yukarıda saydığım olumsuz hususlar içinde belki de en dikkat çekici olanı, milli takımın tempoyu yeterince yükseltememesi ve baskı kuramamasıydı. Bunda yağmurun sahayı ağırlaştırması ve maçı kazanmak zorunda olma psikolojisinin getirdiği temkinlilik hali de etkiliydi ama esas sebep Hiddink'in idealindeki oyun anlayışının henüz emekleme sürecinde olmasıydı.
Bu son saptamayı biraz açmak gerekirse, Hiddink ilk geldiğinde onun bir "formasyon/diziliş" hocası olmadığını, ziyadesiyle pragmatist bir anlayışla kendi idealindekini yerleştirmeye çalışmak yerine, mevcut malzemeden en iyi verimi almaya öncelik verdiğini söylemiştik. Bu bağlamda, bence Hollandalı hoca eleme grubunu biraz hafife aldı ve temelini Euro 2008'de muazzam başarı gösteren oyuncuların oluşturduğu ekibin Almanya'nın ardından hiçbir sorun yaşamadan rahatlıkla ikinci olabileceğine inandı. Kaybedilen Almanya ve Azerbaycan maçından sonraki tavrı da bunu doğrular nitelikteydi. Zira, Azerbaycan maçında tabiri caizse Hiddink damdan düştü ve kendine geldi. 2014 için öngördüğü yumuşak geçişi hızlandırma kararını aldı. Türkiye'de daha çok maç izlemeye ve özellikle Avrupa'daki Türk asıllı oyuncularla daha yakından ilgilenmeye başladı, riske girip kendi takımını oluşturma stratejisiyle Aurelio, Tuncay, Halil gibi oyuncularla yollarını tamamen ayırdı. Kısacası bir Azerbaycan'dan sonra dönemine girildi.
Bu yeni oyun anlayışı, 4-2-3-1 dizilişinde, top rakipteyken tüm takımın topun arkasına geçtiği ve orta sahanın beşlendiği, hücumda ise orta sahada hareketli üçgenler oluşturup bol pas yaparak, kanat oyuncularının yaratıcılıklarından yararlanarak pozisyon bulmak. Hiddink özelinde bakarsak Euro 2008'in Rusya'sının bir başka modeli. Hatırlarsanız o takım yarı finale şansla veya Euro 2004'teki Yunanistan gibi "kilit" futboluyla değil, Hollanda gibi bir takımı ezici bir oyunla yenerek erişmişti. Bu anlayışta olmazsa olmaz bazı unsurlar var:
1) Orta saha oyuncularının teknik kapasitelerinin yüksek olması,
Selçuk İnan, Nuri Şahin ve önlerinde oynayan Mehmet Ekici çok yüksek teknik kapasiteye sahip oyuncular. Şöyle düşünelim, duran topları Mehmet ekici kullandı dünkü maçta. Fakat Selçuk Süper lig'de, Nuri de Bundesliga'da kendi takımlarının duran toplarını çok etkili kullanıyorlar. Yalnız bu nokta bile kalitenin yükseldiğini kanıtlıyor. Bu üçlü birlikte oynamaya alıştıkça pas trafiğini daha "ezbere" yapmaya başladıkça daha etkili olacaklarına şüphe yok.
2) Sağ ve sol beklerin hücuma katkısı,
Bu konuda Avrupa'nın en ayrıcalıklı takımlarından biriyiz. Dün de Gökhan Gönül maç içinde çok fazla bindirme yapmasa dahi, bir pozisyonla farkını gösterdi. Milli takımın alternatifsiz birkaç isminden biri.
Aynı şeyi sol kanat için söyleyemiyoruz ne yazık ki. Bu sezon Galatasaraylıların saçını başını yolduran Hakan Balta'yla bu oyun anlayışını sürdürmek olanaksız. İsmail bu konuda Hiddink'in güvendiği bir isimdi ancak hala eksiklerini tamamlama konusunda bir adım atamadı. Aslında benim kafamda bu pozisyon için uzun zamandır Caner Erkin ismi var ama o da bu sezonki performansıyla resmen dibe vurdu. Yine yukarıda bahsettiğimiz model takıma atıfta bulunalım ve "Zhirkov'umuzu arıyoruz" diye bitirelim.
3)Atak yönünü değiştirerek rakip savunmayı zorlayacak diyagonal paslar,
Bu daha çok oyunun içinde gerçekleşen ve rakibi tabir caizse açık düşürmek için kullanılacak bir silah. Dün bunu özellikle Selçuk ve Arda birçok kere denedi. En belirgin olanında Selçuk sağda kaçan Mehmet Ekici'yi mükemmel gördü ve onun ortasında Burak'ın kafa vuruşuyla net bir pozisyon yakalamış olduk.
4) Kolay adam eksilten bir hücum oyuncusu,
Bu maddeye sığdırılamayacak kadar çok söz var onun için söylenebilecek. Ama milli takımı farklılaştırdığı, o olmadığında hücum gücümüzün yarısından fazlasını kaybettiğimiz, topu eveleyip geveleyen ve pozisyona giremeyen bir takıma dönüştüğümüz aşikâr. Arda Turan'dan bahsediyorum. Maalesef bu sistemde alternatifi yok ve bizim kurtulamadığımız linç kültürünün kurbanı etmeye devam ediyoruz onu. Umarım en başta kendi kıymetinin farkına varırı, sonrasında biz de ona hak ettiği değeri vermeye başlarız. Hiddink de açıklamalarında başrolde ona yer veriyor. Model takımımızda Euro 2008'de mükemmel oynayan, yorumcu Rıdvan Dilmen'e “Kaka'dan iyi” dedirten Arshavin'i hatırlayalım. Arda'nın zihni yapısı dışında bir eksiği olduğunu düşünmüyorum.
5) Sürekli hareket halinde olan, orta sahayla pas alışverişi yapabilecek, dikine kaleye gidebilecek bir forvet
Zurnanın zırt dediği yer burası. Hakan Şükür'ün varlığı Türk futbolu için bulunmaz bir şanstı. Şimdi literatüre "Hakan Şükür tipi çağdaş forvet" tanımını sokmuş bir nesil olarak her forvette onu arıyoruz. Gol atsın, pres yapsın, kafa vursun, top indirsin, duvar olsun verkaç yapsın, yorulmasın... Hakan Şükür bunların hepsini yapıyordu ama artık elimizde ondan olmadığına göre bu sisteme en iyi uyacak adamı bulmalıyız. Ayrıca, çağdaş forvetin tanımının da değiştiğini, hem kuvvetli, hem süratli hem de dripling becerisi yüksek santrforların (Drogba) ön planda olduğu bir dönemdeyiz. Semih bu kriterlerin ancak birkaçına uyuyor. Geniş alanda tek forvet olarak başarılı olur mu şüpheli. Burak da gayretli, kuvvetli ancak pas alışverişinde sıkıntı var. Bu durumda sistem için en ideal aday güneş gibi parlayan Cenk Tosun. Oynadıkça olgunlaşacak ve Hiddink'in ideal 11'indeki yerini alacak. Bu arada, her şeye rağmen Mevlüt Erdinç'in de iyi bir alternatif olarak denenebileceği kanısındayım.
Bu maddelere yenileri eklenebilir elbette. Hiddink'in maçtan sonraki "Hala öğrenme sürecindeyiz. İlk yarım saati beğendim" şeklindeki açıklamalarında "Arda çok özel bir oyuncu" ifadesi (4. madde) ve Cenk Tosun'un nasıl işler yapacağını merak ettiğini belirtmesi (5. madde) bu konuda yeterli ipucunu veriyor. Açıklamaların satır aralarında en dikkat çeken ise "Daha kontrollü olmalıyız" şeklindeki cümle.
Buradan hareketle artık milli takımın nasıl bir yolda ilerleyeceğini anlamak mümkün. Bugünü bir emekleme olarak kabul edersek, takım üç ay sonraki Belçika maçında yürüyecek, olası bir ikincilik ve play-off aşamasında ise koşacak duruma gelmek zorunda.
Türk futbolunda temel bir ayrım noktasına geliyoruz. Milli takımın yeni yeni başarıya ulaşmaya başladığı 1990'ların ikinci yarısından itibaren, potansiyeli fark edip daha iyisini yapabileceğimize inandığımızdan, "ne eksik?" sorusuna verilen klişe cevapların başında "bizim bir ekolümüz yok" ifadesi geliyordu. Buna kafa oyran yorumculardan benim hatırladığım Mehmet Demirkol, son derece haklı sebeplerle bizim ekolümüzü "oynatmamaya dayalı kaos futbolu" olarak tanımlamıştı. Bu tanım çoğunluk tarafından benimsendi. Euro 2008'den sonra Uğur meleke'nin sık sık atıfta bulunduğu gibi "otobüse binmeden maçı kaybetmiş sayılmayan" "comeback kings" karakteri buna eklendi.
Esasen ligimizde de kaos futbolu oynanıyor. Ligi hafife alarak buraya gelen ünlü teknik direktörlerin ve futbolcuların sertlikten yakınmalarının temel sebebi bu. Bursaspor geçen yıl temelde bu oyunla şampiyon oldu. Ancak sıkıntı bu yılki Avrupa kupalarında Türk takımlarının sergilediği rezalet performansla ortaya çıktı. Kaos futbolu bugünün dünyasında konvertibl değil. Yani salt oynatmamak yetersiz. Burada fizik gücünün yüksek olmasının yetmediği, ortalam üstü kalite ve oyun disiplinini harmanlayabilen takımların büyük yıldızlara sahip olmasalar bile başarıya ulaşabildikleri bir çağ yaşıyoruz. Buna da verilebilecek en iyi örnek Ukrayna takımları Shaktar ve Dinamo Kiev.
Futbol anlayışları sonsuz bir döngü gibi. "Teknik kapasite yetmez fizik gücü ayırt edici özellik" noktasından, herkesin koşmasının şart olduğu tekniğin ve en önemlisi hızın farklılık yarattığı bir çağa geldik. Daha önceleri yani büyük turnuvalara katılmanın hayal olduğu dönemlerdeki başka bir klişe de "teknik kapasitemiz yüksek ama disiplinimiz yetersiz" ifadesiydi. Şimdi, belki de ilk kez teknik kapasitesini, olgun bir oyun anlayışı ve çağdaş bir sistemle birleştirmeye çalışan bir takım var karşımızda. Bu saygıdeğer çaba için Hiddink'e destek olmamız gerektiğini düşünüyorum.