16 Kasım 2014 Pazar

Geçmişe dönüş



"Teknik analizi herkes yapacaktır ama, güzel bir takımla oynadık. Müthiş bir takım seyrettirdik, zaman zaman biz de seyrettik. Şu olsaydı, bu olsaydı değil bu maçın yorumu. Türkiye'nin her insanının zaman zaman bazı gerçeklerle yüzleşmesinde yarar var. Bu da onlardan bir tanesi, ki sonra da ileride karşılaşacağımız projeleri etkilesin. O yüzden olaya böyle bakmak lazım. Daha da yiyebilirdik. 1-2 tane de belki biz atardık. Dünyanın en iyi takımlarından bir tanesi. Bizden önce Fransızlarla Lens takımıyla oynadılar, o da 3-0. Türkiye'de bazı şeylerin altını daha net çizmemiz lazım. Bir şeylerin yeterli olmadığını, küçük vizyonlarla bir yere gidilmeyeceğini bilmemiz lazım. Sevgi ortamında, kendi gerçeklerimizi görerek yapabiliriz. Takım 4-0 galip dakika 90 Bergkamp hala top istiyor. Wenger'in yardımcısı geldi biraz önce, yarın antrenmanları var, bana Bergkamp yine aynı koşuyor dedi. Uzun vadeli projeler yapmalıyız. Böyle yıldızlar topluluğunu seyrettirdiğimiz için Türk halkına çok mutluyum. Dünya yıldızları böyle oluyor. Bizde de bazı gerçekler bu tip gerçekleri görerek değişebilir. Henry alkışlanmalı, Overmars alkışlanmalı ama bizim çocuklarımız da yuhalanmamalı. Aradaki mesafe çok büyük "

Bu farazi konuşma Fatih Terim'in 13 Kasım'da Türkiye'nin Brezilya'ya 4-0 yenildiği maçtan sonra  verdiği TV röportajından esinlenerek, 17 Mayıs 2000 gecesi Galatasaray-Arsenal maçının sonrası hayal edilerek kurgulandı.

2000 yılının Fatih Terim'i asla böyle bir röportaj vermezdi. Zaten böyle bir anlayışla finale yükselmek de mümkün olmazdı. Peki aynı adam neden Brezilya maçının ardından 1980 model bir "onlar bizden çok güçlü" düşüncesinin ardına saklanma ihtiyacı hissetti?

Türk futbolunda "final oynamak da yetmez kupayı istiyoruz" diyen ve 1993 Akdeniz Oyunları'ndan itibaren ortaya koyduğu vizyonla, bir yerde Derwall'in yaktığı, Denizli'nin büyüttüğü ateşi, umut tacirliği yapmadan, gerçekçi bir özgüvenle yükselen bir futbol devrimine dönüştüren adamın, kariyerinin bu safhasında kendini inkar etme noktasına geldiğine işaret eden bu röportaj çok büyük bir hayal kırıklığıydı.

Esasen Beşiktaş'taki yönetim performansıyla yaptıkları yapacaklarının teminatı olan Demirören'in Türk futbolunun bu çöküş sürecinde başrolü oynaması ve bu rolünde Beşiktaş'takine nazaran çok daha mahir olması belki şaşırtıcı değil. Fakat bu ülkenin futbol tarihini ve talihini değiştiren adamların başında gelen Terim'in bu gemiye binmesi ve sonunu bile bile seyri değiştirmek için hamle yapmamasının anlaşılması çok güç.

Terim, aslında bu görevi ilk başta kabul etmemeliydi ama bir yandan kariyeri boyunca zirveye çıktığı her dönemde kendisini bozan yüksek egosunun kulağına fısıldadığı "Türk futbolunu ancak sen kurtarırsın" yanılsamasıyla, bir yandan da Galatasaray başkanına kendini ispatlama sevdasıyla göreve geldi. Hakkını verelim, 3. döneminin ilk günlerinde tıpkı 2005'te görevi Ersun Yanal'dan devraldığı zamandaki gibi çabuk ve göz alıcı bir etki bıraktı. Ancak, aradan geçen bir yılda milli takım ne kadro yapısı olarak ne de oyun anlayışı olarak ileri gidebildi. Türkiye, bu süreçte Fifa sıralamasında giderek gerileyen, ülke kamuoyunda hiçbir heyecan ve motivasyon dalgası yaratamayan, altyapıyla ilgili herhangi bir plan sunamayan ve dünya futbolundaki saygınlığını kaybetme sürecinde bir takıma dönüştü.  

Bugün Türk futbolunun oyuncu yetiştirmeye dönük bir politikası, geleceğe yatırım yapma gibi bir derdi yok. Genç milli takımları kimin çalıştırdığını bir çırpıda tff sitesine bakmadan söyleyebilecek bir futbolsever var mı bilmiyorum. Antalya'da 3. kaleci olarak tribünde oturan Rüştü'yü, 2. ligde sıradan bir takımın stoperi Vedat'ı ve daha nice yeteneği keşfetmek için nasıl bir çalışma var? Avrupa'da altyapısını almış oyuncuları tükettikten sonra Katar modeli devşirme futbolcu gündemini ısıtıp piyasaya sürmek 75 milyonluk bir ülke için iflasın ilanı değil mi?

Yanlış anlaşılmasın devşirme sporcu olgusuna milliyetçilik temelinde karşı değilim. Mesela bugün Türkiye'de sığınmacı olarak bulunan 16 yaşındaki yetenekli Suriyeli bir genç veya İstanbul'da yaşayan Fildişili bir çocuk, burada altyapı eğitimini alıp burada yetişip neden Türk milli takımında oynamasın? Fakat kendi ülkesinin milli takımında oynayacak kalitede olmayan oyuncuları Türk milli takımının bir parçası yapmak, milli takımın "B" sınıfı bir takım olduğunun ispatı olacaktır. "A" sınıfı takımlarla boğuşan, Dünya 3.lüğü ve Avrupa 3.lüğüyle övünen, "final oynamak yetmez, kupa almak istiyoruz" diyen bir anlayış, kendini "B" sınıfı olarak konumlandırmayı içine sindirse dahi, 2000'leri yaşamış herhangi bir futbolseveri buna ikna edemez.



Türkiye'nin kaptanının 12 yıl önce Dünya Kupası Yarı Finalinde Brezilya'nın Ronaldo, Rivaldo, Ronaldinho, R.Carloslu çok daha görkemli kadrosunu elinden kaçırdığı için ağladığını (bkz. yukarıdaki foto) hatırlayanların, bugün Neymarlı takıma uzaydan gelmiş muamelesi yapılmasını, saha içinde hiçbir direnç gösterilmeden teslim olunmasını, neredeyse atılan bir şutla övünülmesini ve bunun çok doğal karşılanmasını hazmetmesi mümkün değil.

Bu yazıyı bilhassa Kazakistan maçından önce yazıyorum çünkü bu aşamada alınacak skorun (bu arada Kazakistan'ı farklı yeneceğimizi tahmin ediyorum) bu tehlikeli algıyı, iddiasızlaşmanın kanıksanmasını, 1980'lere dönüşü engelleyecek bir etkisi olmayacak.

Fatih Terim, 1996 Avrupa Şampiyonası elemelerine 5. torbadan katılan milli takımı finallere götürmeyi başarmıştı. Şimdi 5. torbaya doğru yol alan geminin kaptanlığını yapmak ona yakışmaz. Sadece "şerefli yenilgileri" saha içinde yaşayıp, onlara isyan ede ede inşa ettiği kariyerini, onu Terim yapanın ne olduğunu hatırlaması lazım.

Bu ülke, futbolunun ilerleyişinin 20 yıllık istisnai bir parantez olarak kalmasını kabul edemez.