24 Şubat 2012 Cuma

Bir Eindhoven macerası





Aralık ayında UEFA Avrupa Ligi kuralarının çekileceği gün, Trabzonspor’un muhtemel rakipleri arasında üç Belçikalıyı görünce heyecanlanmıştım. Kurada hiçbiri çıkmadı ama Antwerp’e çoğu Belçika şehrine göre daha yakın olan, komşu kapımız Eindhoven’ın takımı PSV ile eşleşti Trabzonspor. Böylece içimdeki uktelerden biri olan “bir Türk takımını bir Avrupa Kupası maçında deplasmanda izleme” şansı için eşimle birlikte yola koyuldum.

Turun seyri daha ilk maçta hatta daha takımlar sahaya çıkmadan anlaşılmıştı belki de. Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi deneyimini, oyunu kendi yarı sahasında kabullenen, 11 kişi topun arkasına geçerek mücadele eden ve maçları mümkün olduğunca düşük tempoda geçirmeyi hedefleyen bir anlayışla geçirmiş ve yalnızca 4 gol atmasına ve tek galibiyet almasına karşın grubu 3. sırada bitirmeyi başarmıştı.

Bu oyun planının başarılı olabilmesi için karşınızdaki takımın da oyunu fazla forse edemeyen, topa sahip olup pas yapsa da tempoyu gerektiğinde artıramayan bir takım olması lazım. PSV ise bunun tam tersi özelliklere sahip; topu hızla ileriye taşıyan ve fazlasıyla hareketli kanat oyuncuları sayesinde sürekli hücumun yönünü değiştirip rakip savunmanın dengesini bozan bir takım. Dolayısıyla, siz oyunu kendi yarı alanınızda kabullendiğiniz müddetçe PSV’nin sizi cezalandırma şansı artıyor. Bu hususları aslında Flying Dutchman, Hayatım Futbol dergisinin 20. sayısında çok daha güzel biçimde özetlemiş, serinin önceden fotoğrafını çekmişti. İlk maç da buna paralel gelişti zaten.


    Tribünde tanıdık bir yüz : Kiki Musampa

Biz yine de, Antwerp, Brüksel ve Rotterdam’dan toplanan bir ekiple (son anda iptal etmek zorunda kalmasaydı Trabzonlu bir arkadaşımız da Roma’dan gelecekti) küçük bir mucize umuduyla Eindhoven Philips Stadyumu’ndaki yerimizi aldık. İlk 15 dakika sıradan bir maç gibi geçse de Maertens’in akıl dolu hamlesiyle gelen penaltı ve gol Trabzonspor için maçın devamını bir kabus senaryosuna dönüştürdü.


Maça PSV: Isaaksson/ Manolev, Marcelo, Bouma, Willems /Strootman, Wijnaldum/ Labyad, Toivonen, Maertens/ Matavz, Trabzonspor ise Tolga/Celutska, Mustafa, Giray, Cech/ Zokora, Aykut, Colman/ Henrique, Burak, Olcan dizilişiyle başladı. PSV, dizilişini aslında Fatih Terim’in de milli takımdayken uygulamaya çalıştığı 4-2-4 sistemi şeklinde uyguladı. Burada, Toivonen’in hem forvetteki partneri Matavz ile uyumu hem de orta sahadan aldığı paslarda ideal bir duvar vazifesi görerek takımının hücumda çoğalmasındaki rolüyle kilit bir öneme sahip olduğu açıkça görüldü.


Trabzonspor’un geçtiğimiz sezona göre çok kan kaybettiği, ciddi bir kadro erozyonuna uğradığı açık. Ancak geçtiğimiz sezonun tamamını Colman-Selçuk orta sahası önünde 4 hücumcuyla geçiren bir takımın, kazanmasının dahi yetmeyeceği ve mutlaka 2 gol bulmasının gerekeceği bir maça Aykut-Zokora ikilisinin birinden vazgeçmemesini anlayamıyorum.


Diğer yandan, Trabzon’un bu sezonki en önemli ve hatta yegâne hücum silahı Burak’ı savunmanın arkasına kaçırmak. Ancak rakip savunma öne çıkmıyorsa bir şekilde hücuma yerleşmekte zorlanıyor Trabzonspor. Geriye gömülmenin en büyük handikapı da bu, ileride çoğalamamak. Trabzon’un tek golünün korner sonrası gelişen bir atakla gelmesi ve ceza sahasında 4 Trabzon’lu oyuncunun bulunması tesadüf değil.


Dün de geriden Burak’a şişirilen toplarda Trabzon’un golcüsü yapayalnız kaldı, forveti üçleyen isimlerden ne Henrique ne de Olcan onun pas mesafesine yaklaşabildiler. Burak’tan PSV’nin 4 forvetinin yaptığını tek başına ve sadece kendisine konsantre 4 savunma oyuncusuna karşı yapmasını bekledik durduk. Trabzon’un 4-3-3’ündeki orta saha fazlasıyla ceza sahası önüne gömülüp, forvetin kanatları da langırt oyuncuları gibi taç çizgisi kenarına saplanıp kalınca PSV’nin arayıp da bulamadığı bir ortam oluştu.


Burada Henrique’ye ayrı bir paragraf açmak gerek. 18 yaşında geldiği Hollanda Ligi’nde Heerenveen’de başarılı bir performans sergileyen oyuncunun alışık olduğu bir ülkede, kendisi için vitrin olabilecek bir maçta, hele ilk 11 başlamışken çok daha istekli olmasını beklerdim. Kendisi dün bizim tribünün tam önünde oynadığı için belki bu kadar gözüme battı ama fazlasıyla kayıtsız ve etkisizdi. Bir futbol klişesini biraz değiştirerek söylersek sahada basmadık o kadar yer bıraktı ki… Ortalama 6.000 m2 olan sahanın sağ kanatta 200 m2 lik bir kısmında gezindi durdu.

61. dakika şovu
PSV’nin ilerideki 4’lüsünün beklendiği gibi sürekli yer değiştirerek ve hızlı oynaması Trabzonspor savunmasının dengesini bozdu. Trabzonspor bir türlü oyunu ileriye taşıyamadı. Halbuki, PSV’nin orta sahayı bu kadar hızlı geçmesine fırsat vermemek için maçın başlangıç bölümünde PSV yarı sahasında yapılacak etkili bir pres, Trabzon’un bu kadar mahkum oynamasını engelleyebilirdi.

PSV’de iki gol atan Matavz, ilk yarım saat Trabzon savunmasını dağıtan Maertens, yukarıda sistemdeki rolüne değindiğimiz kaptan Toivonen… hepsi maçın yıldızı sayılabilir. Ama bence PSV adına en büyük farkı yaratan oyuncu Wijnaldum’du. Onu Feyenoord’da daha hücuma yönelik oynarken izlemiştim. Dün Strootman ile birlikte orta ikilide müthiş bir oyun sergiledi. Topu ileri taşıma hızı ve doğru adamla doğru yerde buluşturma konusundaki sezgileri büyüleyiciydi.


Maç sonrası: Hüsran


Neticede PSV hak ettiği bir sonuç alarak turu geçti. Trabzonspor ise, yıllardır erkenden veda ettiği Avrupa defterini bu sezon en azından bahar dönemine taşımayı başardığı için alkışlanmalı. 90’lardan birçok şeyi hatırlamak istemiyoruz ama Öztürk Pekin’in anlatımıyla o Avrupa zaferlerini özledik.