20 Mayıs 2013 Pazartesi

Amsterdam'da bir final



2012-13 sezonu UEFA Avrupa Ligi Finali'nin Amsterdam'da, yani bana 160 km. mesafede olduğunu öğrendiğim andan itibaren büyük bir aksilik olmazsa orada olacağımı düşünüyordum. Fakat Ocak ayında genel satışta bilet çıkmadı, sonra çeşitli sebeplerden ben de üzerine düşmedim ve bilet bulmak için ısrarcı olmadım. Geçen haftaya kadar gidemeyeceğimi düşünüyordum ama bir arkadaşımda fazla bilet olunca, bu şansı kaçırmadım elbette.

İstanbul'da 2005'te Şampiyonlar Ligi ve 2009'da UEFA Kupası finallerini izledikten sonra, başka bir şehirde böyle bir final atmosferinin nasıl olacağını merak ediyordum açıkçası. Amsterdam'daki finalde iyice anladım ki, stadyum ve şehir atmosferin oluşmasında bir hayli geri planda kalıyor, esas olan taraftarın coşkusu.

Türkiye'deki tribün kültürü hakkında deneyimlerimden iyi kötü bir fikrim var, ancak, farklı stadlarda maç seyredince taraftarları birbiriyle kıyaslamak mümkün olabiliyor. Chelsea ve Benfica taraftarları hakkında maç öncesinde edindiğim "yeterince coşkulu değiller" yönündeki kanaatim, maçtan sonra iyice sağlamlaştı. Belki geceyarısından sonra Amsterdam'da sabahlara kadar partiler olmuştur ama maç sonundaki hava en ileri ifadeyle "ciddi bir rakibimizden 3 puanı alıp eve dönüyoruz" şeklinde özetlenebilir. Burada bir rezerv koyalım tabii, Benfica taraftarlarının kupayı kazanınca nasıl bir tepki vereceklerini öğrenemedik.

Bir Galatasaraylı olarak bunu söylemek garip ama bu ay başına kadar çok muhtemel olduğu için söylüyorum, oradaki takımlardan biri Fenerbahçe olsaydı, atmosfer bambaşka olur, ortalık yer yerinden oynar, tarafsız gözler de kuşkusuz daha fazla eğlenirdi. 



Benfica taraftarının açılış seremonisi esnasındaki koreografisi onlar adına en güzel görüntüydü

Atmosfer bahsini kapatıp maça geçecek olursak, futbol kalitesi açısından finalden duyulan beklentilerin bir ölçüde karşılandığını söyleyebiliriz. Rafa Benitez ve Jorge Jesus'un sahaya çıkarttıkları 11'lerden ve taktik anlayışlarından, oyunun sonuna kadar bir satranç havasında geçeceği ve ufak hataların belirleyici rol oynayacağı  tahmin edilebilirdi. 

Ancak oyunun başlangıcı, hatta ilk yarının son 5 dakikası hariç tamamı bu "denge" beklentisinin aksine Benfica'nın üstünlüğünde geçti. Benfica orta sahasını oluşturan Matiç tatlı sert oyunuyla birçok Chelsea atağını  başlamadan bitirirken, onunla birlikte orta üçlüyü oluşturan Rodrigo ve Perez (ki bence maçın yıldızıydı) müthiş dinamizmleriyle orta saha üstünlüğünü Benfica'nın rahatlıkla ele geçirmesini sağladılar. Bu ikili, hücumda Cardozo'nun üstün fiziğiyle tüm Chelsea savunmasını sırtında taşımasının da avantajıyla, kanatlardaki  Salvio ve Gaitan ile birlikte sürekli hareket eden, savunmanın dengesini bozan, kazanılan toplarla hızla Chelsea ceza sahası önüne kadar gelmelerini sağlayan, kontrolü zor "cıva gibi" bir hücum gücü oluşturdular.

Chelsea bu durum karşısında top tutamayan, ileride Torres'le bağlantı kuramayan, kanatlardaki Oscar ve Ramirez'i oyuna dahil edemeyen etkisiz bir görüntü verdi. Benitez döneminde orta sahaya "terfi eden" David Luiz ve kaptan Lampard da hızlı tempoya ayak uyduramadılar.

Bu dönemde Benfica'nın gol bulmasını engelleyen tek şey yine Benfica'nın kendisiydi. Yukarıda değindiğim gibi kale önüne kadar başarıyla geldikleri halde sürekli bir ekstra pas arayışı yüzünden, birçok müsait pozisyonu heba ettiler. Bu girişimler karşısında Chelsea ise, Oscar ve Lampard'ın iki şutuyla, bu tür final maçlarında her an gol bulabilecek kalite ve tecrübeye sahip olduğunu rakibine hatırlatmakla yetindi. 

İkinci yarıda Chelsea'de herhangi bir oyuncu değişikliği veya oyun anlayışında bir farklılık olmasa da Benitez'in tempoyu kontrol etmeye, topa daha çok hakim olmaya ve takımın boyunu kısaltmaya yönelik tavsiyelerinin olduğu anlaşıldı. Bu dakikalarda Benfica da ilk yarıdaki  temposunu ortaya koyamadı. Tam bu anda, artık biraz da eleştirmek keyifli geldiği için eleştirildiğini düşündüğüm golcü Torres, Euro 2008 finalini hatırlatan hız, dayanıklılık ve doğru karar unsurlarından müteşekkil bir gol attı.  


Maçın esas kırılma anı ise 66. dakikada geldi. Jorge Jesus, bu kupanın da elinden gitmesini engellemek için riskli bir hamle yaptı ve sol bekini ve orta sahadan bir oyuncusunu çıkartarak iki kanat oyuncusu aldı. Bu değişikliklerden sonra Gaitan sol beke geçerken sistem 4-2-3-1'e benzer bir hale döndü. Oyunun ilerleyen dakikalarında Benfica'nın baskısını arttırmasını ve Chelsea'nin bunu kırmak için karşı hamleler yapmasını bekliyorken, 2 dakika içinde bambaşka bir senaryo gerçekleşti ve Benfica sürpriz bir penaltı sonucu Cardozo ile eşitliği yakaladı. 

Bu dakikadan sonra Benfica'nın değişikliklerinin de etkisiyle Chelsea'nin oyuna daha hakim olduğunu, daha iyi pas yaptığını gördük. 78. dakikada Garay'ın sakatlığıyla Benfica oyunu değiştirecek başka bir hamle yapma fırsatını da kaybetmiş oldu. Maçın bir başka kritik anında 81. dakikada Cardozo'nun şutunu Cech mükemmel bir refleksle çıkardı. Lampard'ın UEFA Avrupa Ligi'nde sezonun en güzel golü olabilecek vuruşu da 85. dakikada direk engeline takılınca bütün stadyum maçın uzatmalara gideceğine inanmaya başlamıştı. Ta ki, 90+3'te Mata'nın tüm savunmayı aşarak süzülen kornerinde Ivanoviç'in uzak direğe gönderdiği kafa vuruşuna kadar. 
Chelsea oyuncuları Ivanoviç'in golünün sevincini taraftarlarla bütünleşerek kutladılar.

Benfica'da arka direkte kim vardı hatırlamıyorum ama mevkisini boşaltmak için acele etmesi çok pahalıya mal oldu. Maçın uzatmaya gitmesini tercih ederdim açıkçası. Maç boyunca hiç oyuncu değiştirmeyen Benitez'in nasıl hamleler yapacağını merak ediyordum. Bir de Benfica gerçekten böyle dramatik bir sonu hak etmemişti.

Maç öncesinde hala kendimi hangi takıma daha yakın hissettiğime karar verebilmiş değildim. Sonunda Benfica için üzüldüğümü söyleyebilirim. Bence tüm Avrupa'da sezonun en bahtsız takımı olabilirler. Çok uzun süre devam eden muazzam bir yenilgisiz serinin ardından çok yakın oldukları Porteki Ligi'ni kendi evlerinde Porto'ya son dakika golüyle yenilerek kaybetmelerine ve Jorge Jesus'un yıkılışına çok üzülmüştüm. (Neyi kastettiğim görüntü çok net olmasa da aşağıdaki videodan anlaşılabilir.) Bu maçta da çok istedikleri UEFA Avrupa Ligi, yine dramatik bir sonla ellerinden kayıp gitti.



Chelsea takımını genel olarak sevmesem de çok saygı duyduğum Lampard, Cech, Ivanovic gibi oyuncular ve Benitez gibi eldeki malzemeden başarılı bir sonuç elde etme becerisine güvendiğim bir hocaları var. Chelsea'nin 2012'de Şampiyonlar Ligi'nin ardından bu sezon da Avrupa Ligi'ni kazanması, belki taraftarlarının tüm maç boyu bıkmadan söyledikleri "We know what we are/Champions of Europe" tezahüratındaki iddiayı doğruluyor. Ancak son iki sezona bakıldığında, "Avrupa'daki en iyi takım" olmak şöyle dursun, "en iyi 5 takımdan biri" dahi olmadığını düşünüyorum Chelsea'nin. Belki onlara Avrupa'nın en pragmatik takımı demek doğru olabilir. Son 6 yılda, sezon içinde antrenör değişiklikleri yaptıkları 3 seferde de Avrupa'da final oynayıp, 2'sinde kupayı kazanmaları, futbolda istikrarın esas olduğunu savunanları sinirden köpürtecek bir veri olarak tarihe geçti bile.


Kaptan Lampard kupayı taraftarlarının olduğu bölüme götürüyor

Kişisel açıdan bakarsam, kaçırmış olsaydım üzüleceğim, keyifli bir maç seyretmiş oldum. 4 yılda bir final kuralını bozmamış oldum ama umarım önümüzdeki dönemde daha sık bu tür finalleri izleme şansım olur.  



Safe Trip Home