13 Nisan 2012 Cuma

"Süper Final" öncesinde




Spor Toto Süper lig’in 34 haftalı bölümü bitti, yarın Süper Final adıyla makyajlanan play-off maçları başlıyor. Normal şartlar altında, yani sezon başından beri yaşanan tüm gelişmeleri yaşanmamış gibi yapmayı başarabilirsek heyecan dozu yüksek ilave 6 maç izleyecek olmaktan şikayet etmemek gerekirdi.


Ancak bu sistemin, aynı zamanda maç programının bu kadar sıkışmasının ve dolayısıyla oyun kalitesinin daha da düşmesinin müsebbibi olan Digiturk tarafından federasyona hafif tehditle karışık kabul ettirildiğini, formatın kulüpler tarafından dahi yeterince tartışılmadan oldu-bitti ile belirlendiğini, birçok belirsizlik ve sakıncanın (burada detayına girmeye gerek yok ama meraklısı için Uğur Meleke’nin yazılarını önerebilirim ) kervan yolda giderken düzeltilmeye çalışıldığını görmezden gelmek mümkün değil.

Bu yıl anlaşıldı ki; uzun süredir uluslararası arenada kayda değer başarı elde edemeyen ve ciddi bir gerileme süreci içindeki Türkiye’de, “futbol ailesi” veya “marka değeri” dendiğinde bir masa etrafında toplanmış ve tek kaygıları mevcut gelir musluklarının kesilmemesi olan kulüpleri temsil eden yönetici topluluğu kastediliyormuş. Bu topluluk gerçek değerinin çok ötesine satılmış ve fazlasıyla şişirilmiş yayın haklarından gelen gelirden mahrum olmamak için her türlü “çözüm” önerisine razıymış. Öyle ki, dünyanın hiçbir yerinde geçerliliği olmayan “şikenin sahaya yansıyıp yansımaması”, “yöneticilerin faaliyetlerinin kulübü bağlamaması” gibi kavramların birini bırakıp diğerine sarılmaktan kaçınmamışlar. Kıt öngörüleriyle, ligin değerini arttıran dolayısıyla onların ceplerini şişiren bütün adımların Türk futbolunun Avrupa’daki yerine bağlı olduğunu kestiremeden, Enver Hoca’nın Arnavutluk’u gibi Türk futbolunu dışa kapatmaktan söz etmekte beis görmemişler.

Masal tarzı anlattım, çünkü hala bunların gerçek olabileceğine hala inanamıyorum.

Play off sistemi de bu kafaların ürünü işte. Türk futbolunun böyle bir şeye gerçekten ihtiyacı olup olmadığı hiç tartışılmadan, geçen yıl Mayıs ortasında ligin bitmesinden Ağustos ayına kadar sözü bile edilmemişken apar topar ortaya konmadı mı bu sistem? Temel nedenini kimse saklamaya çalışmasın. 3 Temmuz sürecinde küme düşme yerine puan silme cezasını uygulatabileceklerini düşündüklerinden, puanı silinenlerin yarışta geride kalmamaları için düşünülmüş bir önlemdi. Bu puan silme cezası senaryosu 26 Ocak kongresinde sahneye konmaya çalışıldı ama samimiyetsizliği baştan belli olduğundan hesap tutmadı.

Ben burada suçlu ilan etmek veya yargılamak peşinde değilim. Peşimde olduğum bu hayattaki en büyük zevkimi doğru dürüst alıştığım gibi yaşayabilmek. O yüzden şike yapıldı, yapılmadı tartışmasına girmeyeceğim, olayın yargı boyutuna da. Sadece birkaç nokta var hatırlatılması gereken:

Konunun halihazırda mahkemede süren boyutu bir kenara bırakılarak Federasyonun ve PFDK’nın çoktan delilleri inceleyip, ilgili herkesin savunmasını alıp kararını bir an önce vermesi gerekirdi.

Bu durum en çok Fenerbahçe’ye zarar veriyor aslında. Bu sezon Fenerbahçe 34 haftayı 2. sırada bitirdi. Süper Final’de de şampiyon olma şansları yüksek. Tartışmasız bir performansla 13 Mayıs günü şampiyonluklarını ilan ettiler diyelim. 15 Mayıs’ta dava sonuçlanırsa ve Fenerbahçe’nin 2010-2011 sezonunda şike yaptığı kararı çıkarsa, dolayısıyla Fenerbahçe’nin küme düşmesine karar verilirse ne olacak? Bir sezonu boşa oynattığınız için hak edilmiş bir şampiyonluğu almış, Fenerbahçe’ye fazladan bir yıl kaybettirmiş olacaksınız. Tersini düşünelim. Diyelim ki Fenerbahçe 2010-2011 sezonuna ilişkin olarak suçsuz bulundu, bu sefer de geçtiğimiz sezonda Şampiyonlar Ligi’ne gitme hakkı gasp edilmiş olmayacak mı? Bunu Fenerbahçeliler bile görüp “öyleyse bizi düşürün” resti çekmişlerdi, hatırladınız mı?

Galatasaray Başkanı Ünal Aysal “bu ateş üfleyerek sönmez” derken bunu kastediyordu esasında. Üfleye üfleye bugüne gelindi, ya sonra… Sorumluluk sahibi olanlar basiretli davranıp ateşe elini süremediklerinden, bugün geldiğimiz konumda çıkmazlardan çıkmaz beğeniyoruz. Daha 6 yıl öncesinde İtalya’da Juventus’un çat diye düşürüldüğünü bilerek unutuyoruz galiba. Bugün Juventus Serie A’da lider. Yani her şey zamanla yerine geliyor aslında, kaybolan adalet duygusu hariç.

Bir ay kadar önceki UEFA Kongresi’nde de konuşulan apaçık gerçekler karşısında kafamızı kuma gömmeden, ucuz pazarlıklar yapmadan, sadece adaleti arayarak, isteyerek Türk futbolunu kaostan kurtarmak için ne yapmamız gerektiği açık değil mi?

Futbol anlatılması zor bir tutku. Kendimi biliyorum, yarın akşam formamı giyip yine geçeceğim TV karşısına, ertesi gün de… Hatta zamanım olursa maçların eleştirilerini de buraya yazmaya çalışacağım. Bu zaafımı yenersem bir gün ya da ben de illallah der ve gözümü boyayan yeşil sahanın arkasındakileri görürsem, geriye baktığımda bu notları düşmüş olduğumu görmek istediğim için yazdım bunları.

Yine de biliyorum, iflah olmayacağım…


Share |