26 Haziran 2010 Cumartesi

Yarı final yolunda dört dörtlü



2010 Dünya Kupası'nda yaşanan sürprizler ve bazı favorilerin beklentilerin altında kalması fikstür hesaplarını karıştırdı. Yarı final yolunda bizleri nasıl senaryolar bekliyor, buna biraz kafa yorayım istedim.

1. dörtlü: Uruguay-G.Kore/ ABD-Gana

Bu takımlardan hiçbirisinin kupaya yarı final oynarız hedefiyle geldiklerini düşünmüyorum ama futbolun en güzel tarafı da bazı şeyleri kestiremiyo oluşumuz. Bu dört takımdan hangisi çıkarsa çıksın mutlu olurum çünkü hepsinin bana sempatik gelen bir tarafı var. Aralarında Avrupalının olmadığı dört farklı kıtanın, dört farklı futbol tarzına sahip takımı. Beklenmedik ölçüde güzel maçlar ve dramatik sonlar bizi bekliyor olabilir.

2. dörtlü: Hollanda-Slovakya/ Brezilya-Şili

Bu dörtlüden sıyrılacak takım, ilk dörtlüden yarı finale çıkacak takımla eşleşeceği için kendini şanslı sayıyor olabilir. Tabii ki herkes gibi ben de Çeyrek Final'de Hollanda-Brezilya eşleşmesi bekliyorum. 1994 (çeyrek final) ve 1998'deki (yarı final) eşleşmeler dün gibi aklımda. Her ikisinde de Hollanda kaybeden taraf olmuştu. Bakalım kupanın en güzel maçlarından birisi olmaya aday bu maçta da Portakaların önü kesilecek mi?

Tabi bu eşleşmeden önceki maçları da çok hafife almamak lazım. Slovakya'nın İtalya galibiyetiyle kendine güveni inanılmaz arttı. Fakat Hollanda'nın bu turnuvadaki oyun tarzı için Slovakya çok terslik çıkaracak bir takım gibi görünmüyor. Hollanda çok tempolu, baskılı bir futbol oynayamasa da çok fazla pasa ve topa sahip olmaya dayalı bir oyun anlayışı benimsemiş durumda ve oyunun doğal gelişimi içinde hakimiyetlerini kabul ettirip oyunu karşı alana yıkıyorlar. Bu sayede de zayıf olduğunu düşündüğüm savunmalarını test edecek sorunlarla karşılaşmadılar. Slovakya da kendi sahasına çekildiğinde baskı altına girip çok pozisyon veren bir takım olduğunu en iyi oyununu sergilediği İtalya karşısında dahi gösterdi.

Diğer maçta da Brezilya, sakatlıklar ve cezalarla biraz zayıflayan Şili karşısına çıkacak. Çok pozitif ve seyri hoş bir futbol oynayan Şili, bu kupada keyfine görev vites yükseltip azaltmayı çok iyi başardığı bir kez daha tescillenen ve havaya girmiş bir Kaka ve Ealno'nun formuyla çok daha tehlikeli hale gelen Brezilya karşısında ne ölçüde etkili olabilecek bilemiyorum ama çok zevkli bir maç bizi bekliyor olacak.

3. dörtlü: Almanya-İngiltere/ Arjantin-Meksika

Sonucun ne olacağını kestirmek mümkün değil fakat bu dörtlüden yarı finale yükselecek olan takım kupayı kazanmak için gerekli olan güveni fazlasıyla kzanmış olacak, orası kesin. İngiltere, çok rahat lideri olacağı grupta 2. olarak kendini bu ateşin içine atmış oldu. Tabii her turda güzel maçlar izleyeceğimiz için bundan şikayet edecek değilim. 1966'dan beri İngiltere-Almanya eşleşmeleri hep en çok beklenen maçlar arasında yer almıştır. Arjantin'in de her ikisiyle olan geçmişi de malum. Kısacası mini bir Dünya Kupası da bu dörtlü arasında izleyeceğiz. Peki Meksika aradan çıkarsa?

4. dörtlü: İspanya-Portekiz/ Paraguay-Japonya

Bu dörtlüde ilki gibi sürpriz takımları bir araya getirmesi açısından ilginç. Gruptan çıkarken beklediğinden fazla zorlanan İspanya, bu kupadaki en kaliteli kadroya sahip olduğundan elbette buradan çıkmak için de en büyük aday. Ancak Portekiz de kaliteli ve İspanya'nın oyununu bozabilecek nitelikte bir takım. Ronaldo'nun, Man Utd'de oynarken İngiltere maçlarında ayrı bir motivasyonla oynadığını hatırlıyorum. Real Madrid için ilk sezonunda bir ilaha dönüşme yolunda önemli bir adım atan Ronaldo, belki de bütün İspanya'yı kendisine düşman edecek bir performansla onları alt edecek, göreceğiz.

Paraguay-Japonya maçı da 2. turun en ilginç maçlarından biri olacak. Paraguay o alışyığmız sıkıcı imajından uzak, hücum konusunda çok iştahlı bir takıma dönüşmüş durumda. Japonya da farklı ve herkese sempatik gelen bir takım.

Kupa başlarken final tahminim "İngiltere-Arjantin"in gerçekleşemeyeceği artık kesin olduğuna göre yeni bir final tahmini yapmak elzem oldu artık.

Her şeye rağmen gönlümden İngiltere-Hollanda finali geçiyor. Gana-Japonya finali ise bahis oynayanların gelecek üç kuşak hayatını kurtaracak denli fantastik olur herhalde.

Share |

İlk turun özeti

Kupada bugün iki haftayı bitirdik ve grup maçları geride kaldı. Başka bir deyişle fikstürdeki 64 maçın 48'inin karşısına skorları yazıldı. Artık maç bolluğu yerini telafisi mümkün olmayan maçlara bırakacak ve heyecan giderek artacak.

İlk günlerdeki karamsarlık, heyecanın artmasıyla giderek dağıldı. Belki gelmiş geçmiş en keyifli ve en gollü kupa olmayacak ama (48 maçta 101 gol atıldı) her an sürprizle karşılaşmamız olası olduğundan çok şaşırtıcı ve unutulmaz anlar yaşayacağımız kesin.

İlk turun özet notlarına gelirsek

"Perfect" çekenler: Hollanda ve Arjantin- 3 maç 9 puan
Golcüler: Arjantin ve Portekiz- 7 gol- Tabii Portekiz'in bunların hepsini tek bir maçta kaydettiğini unutmamak lazım
Sıfır çekenler: Ölüm Grubu'ndaki Kuzey Kore'den beklenirdi belki ama Kamerun'un bütün maçlarını kaybetmiş olması büyük hayal kırıklığı
Golsüzler: Sıfır çeken K. Kore bile gol atabilmeyi başardı ama Honduras ve Cezayir, bütün maçlarda rakiplerine, en azından mücadele açısından, iyi direnmelerine rağmen aşırı beceriksizliklerinden hiç gol atamadılar.
Kaleyi kapatanlar: Bu kategoride de Portekiz tek başına, gol yemeden zirvede yer alıyor. Fakat elimde olsa iki Dünya Kupası'nda 7 maçta sadece 1 gol yiyen İsviçre'ye bu dalda özel ödül vermek isterdim.

Yine rakamlardan gidelim.

Afrika'da Latin rüzgarı:  Güney Amerika (CONMEBOL) kıtasından finallere kalan 5 takımın 5'i de üst tura çıkmayı başardı. Bunlardan Şili dışındaki dördü gruplarını lider olarak tamamladı. Kuzey Amerika grubundan katılan ama zaman zaman Copa America'da da mücadele ettiğini gördüğümüz Meksika'yı da işin içine katarsak Latin Amerika takımları, bu kupaya damgalarını vurmuş durumda.

Hemşerim ne oldu bize? Bu kupa belki de 1990'da Kamerun mucizesiyle başlayan, zaman zaman ufak parlamalarla devam eden, 2002'de Senegal'le yeniden bir ivme kazanan Afrika futbolu mitinin hazin çöküşüne sahne oldu. Halbuki, Dünya Kupası ilk kez Afrika kıtasında düzenlendiği için bugüne kadarki en büyük başarı olan Çeyrek Final'in ötesine geçilebileceğine dair çok kuvvetli bir inanç ve biraz da genel bir istek vardı. Şimdi, sadece Gana 2.tura çıktı ve bir yerde bütün kıtanın prestijini kurtarmış oldu. Gana, G.Afika ve Fildişi Sahili 4 puan, Nijerya ve Cezayir 1 puan toplayabilirken, Kamerun sıfır çekti. Bakalım nispeten müsait bir fikstüre denk gelen Gana ne kadar ileriye gidebilecek?

Finalden dibe: 2006'nın finalistleri galibiyet dahi alamadan, gruplarını son sırada tamamlayarak Güney Afrika'ya veda ettiler. Çevremde buna üzülen çok sayıda kişi olduğunu söyleyemeyeceğim. Herhalde 2006'da bazı futbolseverlerin ahını aldılar. Aynı şey Fransa'nın başına 1998'de kupayı aldıktan sonra 2002'de gelmişti. Ama bir önceki kupanın finalistlerinin ikisinin birden gruptan çıkamadıkları vaki midir bilemiyorum. Sonuçta ikisi de gerek takımlarını zamanında yenileyememeleri, gerek sabit ve belirrli bir sistemle takım içi uyumu sağlayamadıkalrından erken veda ediyorlar.

Şaşkın "underdog"lar:  İsviçre ve Sırbistan grup liderleri İspanya ve Almanya'yı yenmelerine rağmen gruptan çıkamamayı başardılar. Maçlar başlamadan önce yaptıkları hesaplarla taban tabana zıt olan bu durmu nasıl açıklamak lazım bilmiyorum ama Sırbistan, zaten topu topu 4-5 maç oynayacakları kupada maç seçtiği, İsviçre ise gol atmanın yolunu bir türlü öğrenemediği için kupadan elenmiş oldular.

Avrupa'dan futbol: Milli Takım, 2002'de hepimizi sevince boğarken, 3.lüğe dudak bükmek için "hiç Avrupalıyla oynamadık" denirdi. Çoğu kişiden de"Dünya Kupası'nda bir sürü alakasız takım var, Avrupa Şampiyonası çok daha güzel ve kaliteli" minvalinde sözler duymuşumdur. Ama 2010'da bu tezler de ofsaytta kaldı. 13 Avrupa takımından 7'si turnuvaya veda etti. Demode ve renksiz futbol oynayan Slovenya ve Yunanistan (son maçı saymazsak buna Slovakya'yı da eklemek mümkündü ama toplarlandılar), 5-6 sene öncesinde kalmış Danimarka, üretmeyen İsviçre ve takım olamayan yıldızlar topluluğu Sırbistan. Keşke bunların yerine biz, Rusya, İrlanda gibi takımlar olsaydı diye düşünmeden edemiyor insan.

Asya kaplanları: Son olarak Kore ve Japonya'ya da gerçekten bravo demek istiyorum. İki takım da Hiddink ve Zico dönemlerindeki anlşayış temelinde, ancak bu modeli günümüzün ihtiyaçlarına uygun bir şekle sokarak başarılı oldular. Bu basit bir yerli antrenör, yabancı antrenör meselesi değil. Kimi getirirseniz getirin bir yapı kurabilecek ustalıkta olması, sizin de ona sebat etmeniz lazım. Yolu birileri açtığında, izleri takip etmek elbette daha kolay. Bu durumdan en başta ders alması gereken ise 3 kez antrenör değiştiren Afrika takımları...



Share |

22 Haziran 2010 Salı

Yolun yarısı: H Grubu



Şimdi bakıyorum da kupa öncesinde bu grup için "İspanya rahat" başlığını atmışım ve her şeyin kolaylıkla çözüleceğini; İspanya'nın 3'te 3 yapacağını ve İsviçre-Şili maçının 2.lik için bir final niteliğinde olacağını düşünüyordum. Ne mutlu ki yanıldım.

Grupta işler çok karışık durumda. İki maçta 6 puan yapan Şili, bence halihazırda 2. tur için en az şansı olan takım. B Grubu'nda belki 3 puanla 2. tura çıkan, bu grupta ise 6 puanla elenen bir takım görebiliriz. Şili-İsviçre maçında da ağır bir kırmızı kart ve vasatın altında bir hakem yönetimi izledik ama maça esas damga vuran, Şili'nin yakaladığı kontratak fırsatlarındaki inanılmaz savurganlığıydı. Laubalilik mi, dikkatsizlik mi, beceriksizlik mi, şanssızlık mı ne derseniz diyin ama tempolu ve atak oynamayı seven, rakip ceza sahasına da bu kadar kolay giden bir takım nasıl olur da 2. golü bir türlü atamaz aklım almıyor. Bu durum onların şanslarını zora sokan başlıca faktör oldu. İsviçre'yi 2-0 yenselerdi, İsviçre'nin Honduras'a 2 gol daha fazla atması gerekecekti. Bakalım kaçan fırsatları arayacaklar mı?

Son maçta Şili 'ye İspanya önünde beraberlik yetiyor ama kazanmak zorunda olan bir İspanya karşısında bunu başarmaları çok kolay olmayacak. İspanya demişken, penaltı gol olsaydı farka gidebilecek bir Honduras maçını  2-0 kazandılar. Euro 2008'le karşılaştırıldığında sanki aynı ölçüde akmakta zorlanan bir takım var önümüzde, daha durgun ve daha hevessiz gibi oynuyorlar. Yine de öyle kaliteli bir kadro ki, ilerleyen turlarda bütün bu sıkıntıları aşıp havaya girmeleri yüksek ihtimal.

Honduras zayıf bir takım ama bu zayıflık sadece teknik yaratıcılık bağlamında kendini gösteriyor. Yoksa fizik güçleri ve mücadeleleri kupadaki çoğu takımdan daha üst seviyede. Bu yüzden de geriye düşünce dağılmıyor ve son düdüğe kadar kapasitlerinin tamamını vermeye çalışıyorlar. İspanya maçında savunmda yaptıkları çok kritik cansiperane müdahaleler de bunu gösterdi. Yani, İsviçre'nin işi kolay olmayacak.

Umarım İsviçre-Honduras'ı, İspanya'da Şili^'yi aynı skorla yener. Göze hoş gelen bir futbol oynayan Şili'nin elenmesini istemiyorum çünkü. Şöyle iki maç da 2-1 bitse harika olur mesela...

Share |

Yolun yarısı: G Grubu



Brezilya, istediğini aldı ve ikide iki yaparak ikinci tura yükselmeyi garantiledi. Liderlik için son mçata Portekiz önünde beraberlik onlara yetecek. Fakat H Grubu o kadar ilginç seyrediyor ki, İspanya o grupta 2. sırayı alabilir ve 2. turda erken bir Brezilya-İspanya finali izleyebiliriz. O zaman da "ne maç olur be"...

Brezilya-Fildişi maçı kaliteli bir maç olmasa da zaman zaman güzel anların yaşandığı ve heyecanlı bir karşılaşma oldu. Brezilya'da Luis Fabiano'nun ve özellikle Kaka'nın biraz kıpırdanmasının ne denli önemli bir fark yarattığı görülmüş oldu. Fakat bu maça esasen Dünya Kupası seviyesine yakışmayacak ölçüde düşük seviyedeki hakem yönetimi damga vurdu. Luis Fabiano ve Keita'nın fair play ruhuna taban tabana zıt davranışları bir yana, maçın ilk dakikasından son anına kadar oyunun kontrolünü elinde tutamayan, kart kullanmasını bilmeyen (bu durum yüzünden az kalsın olan Elano'ya oluyordu) ve fazlasıyla lakayt bir hakemin varlığı maçtan alınabilecek zevki engelledi.

Fildişi Sahili kaliteli oyunculardan kurulu ancak zor bir grupta olmasının ve Eriksson'un takımı yeterince tanımamasının bedelini ödüyor. Afrika Kupası'nda tek kelimeyle "acayip" bir maçta elenmelerinin faturasını Halilhodziç'e çıkarmamış olsalardı, Boşnak teknik adamla daha farklı işler yapabilirlerdi. Brezilya maçında da savunmalarının bu seviyede affedilemez dalgınlıkları skorun oluşmasına sebep oldu. Bugün Portekiz'in Kuzey Kore'ye 7 atmasıyla da işler biraz mucizeye kaldı.

Portekiz-Kuzey Kore maçı için ise şunu söylemek istiyorum. "Golleri çıkar maçtan, geriye ne kalır? hangi takım daha iyiydi dersin?" Şaka bir yana Kuzey Kore'nin, direnci bir kere kırılınca ne kadar kolay dağılan bir takım olduğunu gördük. Uzun süredir gol sıkıntısı çeken Portekiz'in, averaj hesapları da düşünüldüğünde daha çok gol atmak için bu kadar istekli olmasına şaşırmadım. Zaten dikine ve hızlı çıktıklarında çok yönlü hücum oyuncularıyla istedikleri kadar tehlike yaratma potansiyeline sahip bir takım.

Bir gerekçesi yok ama içimden bir ses Portekiz'in, Brezilya'yı yeneceğini söylüyor. Özellikle Ronaldo için çok önemli bir "meydan okuma" olacak.      

Share |

Yolun yarısı: F Grubu



Baştan söyleyeyim, İtalya-Yeni Zelanda maçını izlemedim. Yeni Zelanda'nın golü ofsayt, İtalya'nın penaltısı biraz ağır bir karar tamam ama bunları çıkardığınızda ne olursa olsun son Dünya Şampiyonu'nun bu kadar üretkenlikten uzak olmasına herhangi bir açıklama getirmiyorum. Son maçta kendilerinden daha da beter durumdaki Slovakya ile oynacaklar ve yenmeleri kuvvetle muhtemel. Diğer gruplarda mükemmle takımlar çıkamama tehlikesiyle karşı karşıyayken bu gruptan Paraguay'ın yanında çıkacak takım çok şanslı.

Aslında şöyle bir senaryo düşlüyorum: Yeni Zelanda Paraguay'ı yensin, İtalya ile Slovakya da berabere kalsın. Böylece Avrupalılar elenir Yeni Zelanda birinci, Paraguay ikinci olur. Pek mümkün görünmediğini biliyorum ama istiyorum bir yandan da.

Slovakya benim için bu turnuvanın en büyük hayal kırıklığı olmuş durumda. Skor 2-0 olabilir ancak en az Almanya'nın Avusturya'yı, Şili'nin Honduras'ı ezdiği kadar etkili bir oyunla sahadan sildi Paraguay. Çok iyi oynayabileceğini bildiğimiz Hamsik gibi oyuncuların bireysel performanslarının yerlerde sürünmesinin yanı sıra, geldikleri Orta Avrupa ekolünü inkar edercesine bir taktik disiplinsizlik içindeler. Yine de ilginç biçimde hala şansları sürüyor. İtalya'yı yenmeleri, her şeye rağmen, imkansız değil.

Maçlar başlamadan önce, Paraguay'ın kontrol futbolunu iyi oynayan ancak sıkıcı bir takım olduğunu düşünüyordum. Hemen bu sözlerimi geri alıyorum. Slovakya önüne 3 santrfor ve hızlı, kuvvetli ve atak iştahına sahip, dinamik bir orta sahayl çıktılar. Santrforlar sürekli hareket halinde olunca golleri aradaki boşluklardan faydalanan orta saha oyuncuları oldu.

Paraguay muhtemelen 1. bitirecek grubu ve çapraz eşleşmeden gelecek Danimarka-Japonya ikilisinden biriyle karşılaşacak. Bence çeyrek final için önemli bir şansları var. 

Share |

Yolun yarısı: E Grubu



Dünya Kupası'nda 11. gün geride kaldı ve 64 maçın 32'si oynanmış oldu. Bu noktadan sonra kilişe tabirle "her maç final". Gerçekten de halihazırda 2. tura yükselmeyi garantileyen sadece 2 takım (Hollanda, Brezilya) ve elenmesi kesinleşen sadece 3 takım (Kamerun, K.Kore, Honduras) bulunması, şansları az ya da çok 27 takımın önümüzdeki dört gün içinde 14 bilet için mücadele edeceğini yani bizi müthiş bir heyecanın beklediğini ortaya koyuyor. Umarım, fazla bir engelim olmaz da bundan sonraki maçları minimum fireyle takip edebilirim. Bunu başarırsam artık her akşam bir şeyler karalamayı düşünüyorum.

Hollanda ve Kamerun'un durumunun netleşmesinin ardından, E Grubu'nda Japonya ile Danimarka arasında gerçek bir final oynanacak.  Birbirinden çok farklı yapıdakiiki takımın mücadelesi maç içindeki anlık gelişmelere bağlı olarak iki yöne de gidebilir.

Danimarka, Kamerun önüne 5 defans+5 forvet gibi özetlenebilecek çılgın bir kadroyla çıktı. Geçen maç savunması sağlam bir takım izlenimi verdiğini söylediğim Danimarka, muhtemelen sistemin de bir sonucu olarak çok zor durumlara düştü ve çok pozisyon verdi. Ancak Kamerun'un da orta sahasının etkisiz olması özellikle ilk yarıda topun bir o kalde bir bu kalede olması şeklinde bir görüntüyü meydana getirdi. Zaman ilerledikçe galibiyete daha çok ihtiyacı olan Kamerun rakip kaleye yüklendi ancak hücum yönünden son derece kısır ve futbol aklından yoksun bir oyun ortaya koyduklarından Danimarka'yı zorlayamadılar. Sonuçta da, ilk maçta "hala bu eski adamlar" diye salladıklarım arasındaki Rommedahl, 2000'lerin ilk yarısındaki halinden esintiler sunarak bir gol bir asistle maçı koparan ve benim mahcup eden isim oldu.

Japonya'ya Danimarka önünde beraberlik yettiğinden, oyunun Danimarka'nın baskısıyla geçeceğini öngörmek mümkün. Skor avantajı yakalanmadığı sürece Danimarka'nın Kamerun önündeki hızlı atakları gerçekleştirmesi ve Rommedahl gibi oyuncuların arzu ettikleri alanları bulmaları çok zor olacak. Zira Japonya savunmada bir blok halinde hareket eden ve çok iyi alan kapatan bir ekip. Hollanda önünde de etkili bir savunma yaptılar ve deyim yerindeyse Hollanda'nın topu eveleyip, geveleyip bir türlü kale önüne gelememesine yol açtılar. Japonya ile ilgili tek soru işaretim iki maçta da etkili kontratak geliştirememelerine ilişikn. Hücumda tek silah gibi görünen Honda'dan başka takımın planlı bir biçimde hızlı ataklar gerçekleştirdiklerini görmedim henüz.

Son olarka Hollanda, beklenenden uzak ve renksiz futbolun rağmen gol yemeden 2'de 2 yapmayı başardı. Uğur Meleke'nin, Hollanda'da adam eksilten oyuncu problemi olduğuna ve bunun takımın gereğinden fazla pas yapmasına yol açtığına yönelik tespitine katılıyorum. Fakat bu eksikliği giderebilecek yegane adam henüz boy göstermedi. Umarım Robben oynadığı zaman Van der Wiel'in önünde sağ kanatta görevlendirilir. Böyle olursa zatan etkili bir takım olan Hollanda hücum yönünden çok daha zengin bir takıma dönüşür.

Share |

19 Haziran 2010 Cumartesi

Kupa ısınırken: D Grubu


D Grubu'nda ilk maçlar sonunda her şey kolaylıkla çözülecek gibi görünürken, ikinci maçlar durumu karıştırdı ve turnuva öncesi bu grup için söylenen "birbirinden çok farklı ekollere sahip ama ortak özelliği kaliteli ekipler" fikrini haklı çıkardı.

Almanya'yı bulutlardan indiren Sırbistan mağlubiyetinin, Panzerler için orta vadede yararlı olacağına inanıyorum. Çok iştahlı, hücum varyasyonu yönünden fazlasıyla zengin ve kupanın en hızlı takımı görüntüsü vermelerine karşın her takım gib onların da eksikleri var. Ancak mağlup oldular diye haklarını yememek lazım. Özellkle 2. yarının başından penaltının kaçmasına kadar bir kişi eksik oldukları halde Sırbistan'a nefes aldırmadılar ve müthiş bir baskı kurdular. Podolski'nin gününde olmamsı yüzünden gol gelmemiş olması bu gerçeği değiştirmez.

Sırbistan ise bu galibiyetle kendi kimliğini ve kalitesi hatırlamış oldu bir anlamda. Bu maçtan çıkarılabilecek bir diğer sonuç da ilk maçta Gana'yı biraz hafife almış oldukları. Nitekim, Panteliç-Zigiç ikilisinin bozulması ve orta sahaya gelen +1 kişilik takviye hem onları dirençli kıldı hem de Jovanovic'in ve ilk maçta "balon" gibi oynayan Krasic'in, örneği golde de görüldüğü üzere, hücum yönünden çok daha etkili olmalarını sağladı.

Avustralya ise Gana önünde çok iyi başladığı ve kazanabileceği maçı beraberlikle noktalayarak, averaj dezavantajı da düşünüldüğünde büyük ölçüde turnuvaya veda etmiş oldu. Maçın başlamasından itibaren Harry Kewell'ın takımın "ruhu" olduğu ve güç ve güven kattığı açıkça görüldü. Kırmızı kart ve penaltı pozisyonu hem onun hem de Avustralya için büyük talihsizlikti. Neyse ki Avustralya 10 kişi kalmasına ve yaratıcı oyuncu eksikliğine rağmen maçın sonuna kadar iyi bir direnç gösterdi ve birkaç pozisyon da yakaladı. Yine de son tahlilde aldıkları puanı bizim Lucas Neill ve emektar Moore'un kritik müdahalelerine borçlu oldukları söylenebilir.

Gana bu kupadaki en enteresan takımlardan biri. Bütün oyuncular hem süratli hem de ghareketli olunca hücumda çok zengin seçenkler oluşuyor. Ancak oyuncular oyun zekası bakımından yeterince olgunlaşmamış olduklarından çoğunlukla uygun fırsatları heba ediyorlar. Aklıma bu kadar koşan bir takımda "eski tip bir 10 numara" olsaydı ne kadar etkili olabilecekleri geliyor. Neticede sempatik bir takım oldukları yadsınamaz. Almanya önünde beraberlik onları bir üst tura taşıyacak. Elbette Gana, Almanya'ya karşı kontrol oyunu oynayıp beraberlik alacak tipte futbol oynayan bir takım değil ama Almanya'nın Gana kalesine giderken, rakibinin çok ani ataklarla tehlike yaratabileceğini sürekli hatırda tutması şart.
Share |

Kupa ısınırken: C Grubu



Çok iddialı konuştuğum, münhasıran bu iddia üzerine bir post ayırdığım ve biraz da başarmalarını istediğim için İngiltere'nin hayalkırıklığından öte performansını kabullenmek içimden gelmiyor. Neticede avantaj hala onların elinde, Slovenya'yı yenmeleri gruptan çıkmak için yeterli olacak ama Yeni Zelanda'dan sonra kupanın belki de en zayıf takımı olan Cezayir'e karşı bu denli etkisiz ve hatta zaman zaman mahkum futbol herhangi bir şekilde açıklanamaz.

O dönem henüz doğmamış olsam da izlediğim belgesellerden aklıma 1982 Dünya Kupası'nda İtalya'nın ilk maçlardaki berbat performansının ardından tarihin en iyi takımlarından biri olarak gösterilen Brezilya'yı yenerek açtığı yolda kupaya yürümesi geliyor. Belki İngiltere de gruptan güç bela çıktıktan sonra turnuvanın en beğenilen takımı Almanya'yı geçecek ve önü açılacak kimbilir?

Fakat İngiltere'nin iyiye gitmesinin sistemin değişmesine, Rooney'nin tek santrfor oynayarak kanatlarda çok yönlü Joe Cole gibi oyuncular ve ortadan Lampard ve Gerrard tarafından destekleneceği 4-1-4-1 gibi bir anlayışa dönmesine bağlı olduğunu düşünüyorum.

Cezayir ise ilk maçtaki ürkekliğini üzerinden atmış ve kendine güvenen bir görüntü sergiledi. Başta Ziani olmak üzere oyuncuların büyük maç psikolojisiyle kendilerini göstermek için daha çok çaba sarf ettikleri de bir gerçek elbette. Bu noktada sorulacak esas soru, İngiltere ve Slovenya maçlarının düşük tempoda geçtiği gözönüne alındığında, yüksek tempoda oynamayı isteyen ve kazanmak için buna biraz da mecbur olan ABD önünde dayanabilip dayanamayacakları.

ABD-Slovenya maçında son dakikada iptal edilen gol ABD'nin elenmesine mal olursa gerçekten üzülürüm. Slovenya imkanları ölçüsünde mütevazı ancak istikrarlı bir futbol oynuyor. Biraz bizim ligimizdeki Antalyaspor'un performansına benzetiyorum onlarınkini. ABD ise tempolu ve hzılı bir oyunu seviyor. 2-0 dan maçı döndürmelrinde bu istek ve kararlılık başlıca rolü oynadı.

Son maçlarda ABD ve İngiltere'nin galip gelerek gruptan çıkacaklarına inanıyorum. Fakat özellikle İngiltere'nin Slovenya'yı yenmek için daha çok çabaya, daha iyi bir organizasyon becerisine, en önemlisi de daha çok istemeye ihtiyacı olduğunu bir an önce anlaması şart.
Share |

Kupa ısınırken: B Grubu



İspanya ve İngiltere gibi favorilerin kötü sürprizlerle karşılaştığı kupada, "iyi kadro ama eh, Maradona falan filan" denilen Arjantin'in ikide iki yapması çok önemli bir psikolojik avantaj. Elinizde bu kadar kaliteli bir oyuncu grubu ve biri kenarda maçı yaşayan ve sahaya doğrudan müspet yönde etki eden, diğeri de sahanın içinde bulunan iki "futbol tanrınız" varsa böyle bir başlangıç çok şaşırtıcı değil ama başta değdim terddütlerin yerini olumlu bir atmosfere bırakması adına çok önemliydi G. Kore maçı.

Arjantin bu kupada duran topları en iyi kullanan takımların başında geliyor ve bu kısır giden maçlarda kilidi açmak için çok önemli bir avantaj. G. Kore öününde devreye 2-0 girecekken yapılan bir anlık hatayla gol yemeleri ve ikinci yarıda da oyunun kontrolünü bir türlü tam anlamoyla ele geçirememeli onları tedirgin etti ama Messi'nin devreye girmesi ve G. Kore'nin golü bulamadıkça direncinin düşmesiyle 4-1'lik skor ortaya çıktı.

Arjantin'le ilgili son maç sonrasında daha uygun bir değerlendirme yapabilirim ancak şu kadarını söyleyeyim: Maxi-Mascherano-Di Maria orta sahası ile herhangi bir üst düzey takımla baş etmek mümkün olmaz

Grubun diğer maçını izleyemediğim için fazla yorum yapmam mümkün değil ancak 1-0 öndeyken bu denli amatörce davranarak kırmız kart görmek kabul edilemez. Yunanistan'ın kazanmaktan başka şansı olmadığını görerek devre bitmeden Samaras'ı oyuna alması ve golü bulması tam anlamıyla bir dönüm noktası oldu. Zira bu kupada da bir kez daha şahit olduğumuz üzere eksik kalan takımlar zaman ilerledikçe daha çok direnç kazanıyorlar.

Artık elenmesi mucizelere kalan Arjantin umarım Yunanistan karşısında Milito, Agüero gibi oyuncularına ilk 11'de şans verir. Nijerya-G.Kore maçıysa çok renkli geçecek. Nijerya'nın kaybedeceğini düşünmüyorum. Averajı -2 olmasına rağmen, Arjantin, Yunanistan'ı yendiği takdirde çok farklı bir galibiyete ihtiyaçları yok; duruma göre 2-1 bile yetebilir. Bu grupta 3 takımı 3 puanlı olması ve bunlardan birisini üst tura çıkmaı çok ilginç bir senaryo olur.
Share |

Kupa ısınırken: A Grubu


İlk maçlarda kimseyi tatmin etmeyen futbolun, neredeyse bütün takımların temkinli bir anlayışı benimseyrek kazaya uğramak istememelerinden kaynaklandıüğı, ikinci maçlarla birlikte ortaya çıktı. Gruplardaki son maçlar öncesi şanlarını kaybetmek istemeyen ya da işi garantiye almak isteyen takımlar daha istekli ve tempolu mücadele ettiler (Tabii 40 maç oynasa da kıprdanacak gibi görünmeyen Fransa'yı buna dahil etmek mümkün değil). Bu durum da daha çok golü, daha çok kartlı ve dolayısıyla daha çekişmeli ve sürprizlere açık maçları beraberinde getirdi. Sonuçta belki de kupa gerçek anlamda başladı.

Nasıl bir tabloyla karşılaşılacağının kestirilmesi belki de en zor grup olan A Grubu'nda ikinci maçlar sonrası tablo büyük ölçüde netleşti. Gruptaki takımlar arasında en iyi kadro kalitesine sahip olan Fransa'nın rezalet futbolu ve evsahipliği gazının yetrsiz bir kadroya sahip Bafana Bafanalar'a yetmemesi iki Latin Amerika takımına büyük avantaj sağladı. Kupada genel averaj sisteminin uygulanması da bu iki takımın lehine ve aleyihne bir durum yaratmadı.

Son maçlarda Uruguay ile Meksika berabere kalmaları halinde elele 2. tura çıkacaklar. Tabii ki Meksika, 2. sırayı alıp Arjantin'le eşleşmek istemeyeceği için kazanmayı daha çok isteyecek ama beraberlik çok yakın bir ihtimal. Ayrıca turnuvanın başından beri sayısız entrikanın döndüğüne dair haberleri okuduğumuz Fransa'da son olarak Anelka'nın Domenech'e küfrü basması dsonucu kadro dışı kalmasıyla bu turnuva psikolojik olarak da bitmiştir artık bence Horozlar için. Son maçta G. Afrika, turu geçemese dahi kendi seyircisine bir galibiyet hediye etmek isteyecektir.

Uruguay-G.Afrika maçında Forlan, Efes Pilsen'in iyi zamanlarındaki Naumouski gibi oynadı. Topu aldı, taşıdı, tempoyu ayarladı ve neticede golleri de atan isim oldu. Uruguay çok iyi bir defans ve hücum hattına sahip, ancak orta sahası yetersiz olduğundan ilerleyen turlarda daha dengeli takımlar karşısında zorlanacağını düşünüyorum.

Meksika takımı da saha içinde çok dengesiz ve ne yaptığını bilmez bir görüntü verse de takdir edilecek bir hücum iştahına ve çok zeki ve oyunu okumasını bilen bir teknik direktöre sahip. Geniş alanları iyi değerlendirmesini bilen oyuncuları var ancak savunmaları ve kalecileri hiç güven vermiyor. Uruguay maçında eğer turu garantiye alşalım diye riske girmez ve galibiyet için oynarlarsa hem maç çok zevkli hale gelir hem de Mekiska'nın nereye kadar gidebileceği konusunda net bir fikir edinmiş oluruz.

Fransa için söylenecek çok şey var ama her kelime insanın sinirini bozuyor. Bu kadar iyi oyuncular nasıl bu kadar yavaş ve isteksiz oynar; iyi bir solbek olduğu halde stoperde oynadığında süreki "error" veren Abidal (Euro 2008'de de grup maçında İtalya'ya karşı fevkalade gereksiz bir kırmızı kart görmüştü) yerine neden başka birisi bulunamaz, herkesin karşı olduğu bir teknik direktör hangi rahatlıkla bu gidişe müdahale etmekte çaresiz kalır. Fransa'ya sempatim yok ama güzel futbol oynama potansiyeline sahip bir takımı katledene yazık.Bakalım 2002'deki gibi gol atamadan mı veda edecekler kupaya?

Son olarak G. Afrika, ilk turda elenen ilk ev sahibi olma yolunda. Parreira, tek planı kontratak üzerine kurmuş ve takım yenik duruma düşerse ne yapacağı konusuna hiç çalışmamış gibi. Uruguay maçının ellerinin arasından kaydığını görmesine rağmen müdahale edemedi. Belki de kızmamak lazım zira oyuna hükmedecek kalitede bir oyuncu grubu yok ellerinde. Umarım son maçı galip kapatırlar ve hoş bir veda olur. 
Share |

17 Haziran 2010 Perşembe

İlk maçların ardından: H Grubu



Nihayet turnuvanın ilk orta çaplı sürprizi gerçekleşti ve en büyük favorilerden biri olan İspanya, üstelik bol miktarda pasa ve topa sahip olmaya dayalı oyununu dikte ettirmeyi başarsa da etkili savunma duvarını aşamadığı İsviçre'ye 1-0 mağlup oldu.

Bu kupa biraz da "Dış Türkler"in kupası oluyor galiba. Mesut Özilden sonra İvviçre'nin kaptanı Gökhan İnler ve forvetteki Eren Derdiyok İspanya karşısında harika oynadılar. Eren'in direkten dönen topu, tunuvanın en güzel gollerinden biri olabilirdi ama ben esas Gökhan'ın orta sahadaki hem savunma hem hücum performansına hayran kaldım. Zaten İsviçre'nin İspanya'yı yormasında Gökhan ve golü atan Fernandes'in fizik açıdan İspanya orta sahasına üstünlük sağlamaları etkili oldu.

Fabregas'ın sakatlığı, Torres'in formsuzluğu gibi bahaneler sayılabilir ama bence Del Bosque fazlasıyla temkinli bir kadro çıkarmış. Xabi Alonso*Xavi*Iniesta orta sahasının arkasına çapa olarak benim bir türlü benimseyemediğim Busquets'i koymanın yanlış bir karar olduğu anlaşıldı anlaşılmasına ama gol çoktan yenmişti.

Diğer maça gelirsek, Şili şu ana kadar Almanya'dan sonra beni en çok etkileyen performansı ortaya koyan takım oldu. Elemelrdeki parlak performanslarının ardından başarılı sonuçlar alabileceklerini düşünüyordum ama bu denli etkili bir futbol beklemiyordum açıkçası. Bu üstünlük rakibin zayıflığından kaynaklanmadı. Bilakis Honduras ikili mücadelelerde Şilî'ye teslim olmadı ve tempoya da yaak uydurmasını bildi.

İki takım arasındaki farkı yaratan Şili'nin teknik kapasitesi oldu. Hücum iştahları ve hücumda çoğalma konusundaki başarıları göz alıcıydı ve bana biraz 2003 yılındaki Ersun Yanal'ıon Gençlerbirliği'ni hatırlattı. Bielsa'nın 3-4-3'e benzer bir dizilişle sahaya sürdüğü takımda kanatlardaki Isla ve Vidal hücuma çok büyük katkı sağladılar ve neredeyse her pozisyonda ceza sahasına girdiler (asist Isla'dan). En uçtaki Valdivia biraz şanssız bir gününde olmasa fark çok daha fazla olabilirdi. Şili için önemli olan sorun M. Fernandez ve A.Sanchez'in biraz şova kaçmaya meyilli oyunları. Daha pratik biçimde sonuçlandırabilecekleri bazı pozisyonlarda zor yolu ve ekstra çalımı tercih ettiler. İsviçre veya İspanya önünde daha az pozisyon bulacakları için daha dikkatli olmaları lazım. Adını çok duyduğum Alexis Sanchez'i ilk kez 90 dakika boyunca izledim ve hayran kaldım.

İsviçre'nin galibiyeti işleri iyice karmaşık hale getirdi. Diğer maçlar çok büyük heyecana sahne olacak. Hele bir de Honduras bir takıma çelme takmayı başarabilirse...

Share |

İlk maçların ardından: G Grubu


"Ölüm Grubu" olarak nitelendirilen grupta, erken final Fildişi Sahili-Portekiz maçı golsüz bitmesi açısından hayal kırıklığı yarattıysa da üst düzey bir mücadele ve çekişme izlemek beni futbol açısından tatmin etti. Açıkçası Portekiz'i biraz silik buldum ama bu durum aşırı temkinden ya da küçük hesaplardan da kaynaklanıyor olabilir. Ronaldo bir hyli istekli ama 11 maçtır milli takımda gol atamamak onu çok etkilemiş gibi görünüyor. Daha rahat oynaması halinde takıma daha çok katkısı olabilir. Küçük hesaptan kastım grubun son maçını oynayacakları Brezilya'nın o maça 6 puanla ve rahavet içinde çıkacağını hesaplayıp puan almayı umuyor olabilirler. Benzer bir durum 1998'de yaşanmış ve Norveç grubun son maçında Brezilya'yı yenerken, olan Fas'a olmuştu.

Fildişi Sahili'nde, Drogba'nın 10 gün içinde toparlanıp sahaya çıkmasını takdir etmemek elde değil. Uzun süredir bir arada oynayan üst düzey oyuncuları ve alternatifli geniş kadrolarıyla herhangi bir başka grupta olsalardı çok ileri gidebilirlerdi. Yine de K. kore karşısında izlediğim Brezilya'dan puan almaları sürpriz değil. 2002'de İngiltere'nin başında her şey çok iyi giderken Seaman'ın yediği hatalı bir frikik golüyle Brezilya'ya elenen Eriksson için de ilginç bir maç olacak.

Brezilya-K.Kore maçı kupanın en ilginç maçlarından biri olarak hatırlanacak. 21. yüzyılda varlığını sürdürmesine hala inanamadığım ölçüde kapalı bir rejimle yönetilen K.Kore'nin böyle bir platformda bulunması, bir yerde sporla açılması sempatik geliyor insanlara. (Gerçi insanların maçları izlemesine dahi izin verilmiyormuş) K. Kore gerçekten de saygı duyulacak bir performans sergiledi. Brezilya'ya karşı elbette defansif oynayacaklardı ama oyunu çirkinleştirmeden, kazandıkları toplarda kısa paslarla çıkmaya çalışarak, tempoyu düşürmeye, oyunu soğutmaya tenezzül etmeden, büyük çlçüde Güney kore'den alıştığımız anlayışa benzer biçimde ama en önemlisi sertliğe başvurmadan oynamaları önemliydi. Son dakikalarda attıkları gol de geceyi unutulmaz kıldı onlar için.

Brezilya, iyi hoş ama önceki kupalara oranla dah renksiz, daha ne yapacağı öngörülebilir bir izlenim bırakıyor bende. En büyük artıları sağlam savunmaları ve Maicon ile Bastos'un hücuma katkıları olacak. Elano ve Robinho çok formda görünseler de Fabiano ve Kaka çok etkisiz kaldılar. Özellikle Kaka'nın ilk kez takımının en büyük starı olarak geldiği (2002'de çömez, 2006'da Ronaldinho'nun arkasında 2. plandaydı) kupada daha çok sorumluluk alması gereken maçlar olacağı kuşkusuz. Biraz lafı geveliyorum aslında zira Brezilya'nın ne yapabileceği hakkında tam bir fikre varabilmiş değilim. Fildişi Sahili maçı bu konuda net bir fikir oluşrutacaktı diye umut ediyorum.






Share |

İlk maçların ardından: F Grubu

İzlediğim iki maçın ardından, bu grubun en çekişmeli gruplardan biri olmakla birlikte, en sıkıcı maçlara sahne olacağı yönündeki öngörümün doğru çıkmaya yakın olduğunu görmek beni çok memnun etmedi açıkçası. Şöyle Slovakya'nın rakibini ezerek farklı bir galibiyet almasını veya İtalya'da ilk kez Dünya Kupası'nda yer alan oyuncuların bu durumun heyecanı ve sorumluluğuyla patlama yapmalarını boşuna beklemişim.

Slovakya'nın kadrosunda önemli liglerde oynayan yıldızlar var. Klasik Orta-Doğu Avrupa takımı disiplinin ve fizik kalitesini bu yıldızların tekniğiyle birleştirerek mesela Euro 2008'deki Hırvatistan'ın performansına benzer bir başarı elde edebileceklerini düşünüyordum turnuva öncesinde. Ancak Yeni Zelanda maçı gösterdi ki, takımın taktik disiplini neredeyse yok. İlk maçta temkinli olmayı anlıyorum, hak da veriyorum ama üzerine gelmeye ne niyeti, ne mecali, ne de kapasitesi olan bir takım karşısında geriye çekilmek ne kadar teknik direktörün kabahatiyse, biraz zorladığın anda iskambil kartlarından yapılma bir ev misali dağılacağı aşikar Yeni Zelanda defansının üzerine gitmemek, bulduğu pozisyonlarda gereksiz fantastik hareketler denemek ve kahraman olmaya çalışmak da oyuncuların kabahati. Şimdi Paraguay'ı yenmek zorundalar.

Yeni Zelanda için ise söylnecek bir şey yok. İyi niyetliler ama açıkça görülüyor ki kupanın en zayıf takımı onlar. Bu açıdan aldıkları bir puan büyük piyango. Aslında piyango kura çekimiyle başlamış diye de düşünüyor insan. Çünkü bu grupa Almanya veya Arjantin olsaydı neler olurdu hayal dahi edemiyorum.

İtalya-Paraguay maçında Paraguay belirli bir standardı sürdürürken, İtalya özellikle 2. yarıdaki oyunuyla biraz umut verdi. Pirlo'nun dönüşü takımın sahaya daha sağlam basmasına yol açacak. Lippi, pragmatizimi seven bir hocadır. Bu açıdan 4-4-2'ye dönerek ortada De Rossi-Pirlo, kanatlarda Camoranesi-Pepe ikililerini kullanacağını düşünüyorum. Umarım forvette de geçen sezonun formda isimleri Pazzini-Di Natale ikilisini tercih eder.

Paraguay maçları hep sıkıcı geçer diye bir genelleme yapmıştım yakın zamanda. Ama adamlara da hak vermemek elde değil. Kadro yapıları bu tür düşük tempolu bir anlayışa uygun ve onlar da oynamak istedikleri oyunun hakkını vermeyi başarıyorlar. Kalecileri abuk bir çıkış yapmasa belki galip dahi gelebilirlerdi.

Grupta düğümü çözecek Slovakya-Paraguay maçında, her şeye rağmen dersini almış, akıllanmış olacağını umduğum Slovakya'yı daha şanslı görüyorum.
Share |

İlk maçların ardından: E Grubu



Kupada Hollanda'yı desteklediğimden bu grubu ayrı bir merak ve ilgiyle takip ediyorum. Mamafih, Japnya-Kamerun maçını yarım yamalak takip edebildim. 90 dakikasını izlemediğim bir maç hakkında fazla yorum yapmam elbette mümkün değil ama sonucun beni şaşırttığını söylemeliyim. Maçın çok yüksek tempolu olmayan, mücadeleye dayalı bir karşılaşma şeklinde seyredeceğini ve nihayetinde daha kaliteli oyunculara sahip olan Kamerun'un kazanacağını düşünüyordum. Fakat görebildiğim bölümlerde Kamerun'un hücum yönünden çaresizliğini, Ekotto'nun şişirme topları dışında  herhangi bir planı olmamasını ve Eto'o'yu etkili biçimde kullanmayı başaramamasını üzüntüyle izledim. Japonya ise öne geçtikten sonra oyunu istediği gibi yönlendirrek çok değerli bir galibiyet aldı.

Hollanda Danimarka maçı, Portakallar için Robben olmadan, iyi savunma yapan bir takıma karşı nasıl oynanabileceğini göstermek açısından önemliydi. Tam anlamıyla tatmin edici denemese de zaman zaman etkili bir oyun izledik. Sonradan giren Elia'nın performansı, diğer kanatta Robben'in dönüşüyle Hollanda'nın ne denli tehlikeli olabileceği konusunda fikir verdi. Ayrıca önceki yazımda değindiğim gibi Van der Wiel'in hücumdaki katkısı ve Van Bommel'in takımın oyununa kattığı ekstra akıl ilerleyen maçlarda daha da değerli hale gelecek.

Hollanda'nın henüz test edilmeyen savunması dışında dikkat etmesi gereken hususların başında "nokta santrfor" eksikliği daha doğrusu Van Persie'nin hem tam formundan uzak olması hem de bu rol için çok uygun olmaması yatıyor. Alternatif olabilecek Huntelaar ise takımın genel temposuna göre ağır kaçacağından tek uygun çözüm Kuyt'ın santrfor oynaması.

Bir diğer husus ise Sneijder'de gördüğüm, "takım kurtaran" isim olma arzusunun baskınlığı. Bazı pozisyonlarda doğru karar vermesini engelleyen ve ayağında gereğinden fazla top tutmasına yol açan bu durum takımın akıcılığın etkiliyor. Hem zaten bu oyun Sneijder'in de etkili, dikine,hızlı oyunundan farklı, umarım alıştığımız kimliğine döner.

Danimarka iyi savunma yapan bir takım ancak hücumda ister eskiye rağbetten ister tempo eksikliğinden diyin yeterince yaratıcı çözümler üretemediler. Kamerun maçı ikisi için de final niteliğinde olacak. Bu durum iki takımı da kaybederlerse kesin olarak turnuvaya veda edeceğinin bilinciyle temkinli oynamaya itecek. Mevcut koşullar altında Kamerun'un galibiyete daha fazla ihtiyacı var zira Danimarka nasıl olsa Japonya'yı yenerim diye düşünebilir. Tabi bu düşünce ne ölçüde kadar haklı çıkar, bilemiyorum.     

Share |

14 Haziran 2010 Pazartesi

İlk 3 günden kısa notlar-D Grubu



Sürpriz adayım Sırbistan ve Galatasaray bağlantılı sempati beslediğim Avusturalya'nın yarattığı hayalkırıklığına baskın gelen tek his Almanya'nın heyecan veren futboluna ve hızına duyduğum hayranlıktı.

Gana-Sırbistan: 1-0
"Sürpriz adaylarının favorisi" Sırbistan'ın yarattığı hayal kırıklığı kesinlikle sonuçla ilgili değil zira sonucu belirleyen birer gaflet anında rakibinin kolunu çekerek atılan Lukovic ve akıl almaz bir penaltı yaratan Kuzmanovic oldu. Hatta Sırbistan 10 kişiyken Krasic'in şutu gol olsa skor farklı da olabilirdi.

Esas sorun, Sırbistan'ın oyununun tatmin edici olmaktan çok uzak kalmasıydı. Savunma olması gerektiği gibi sağlamdı, hücumda özellikle duran toplarda güzel varyasyonlar denendi, Pantelic hareketliydi ama bunların yanında birçok eksi vardı. Birincisi takım tertibi yanlıştı. Kısa boylu Gana defansına karşı Zigicin etkili olabileceği düşünülmüştü belki ama Zigiç savunmanın kucağına yapıştı ve çok hareketsiz kalarak hiç top tutamadı. Yerine giren lazoviç'in son 20 dakikadaki etkisi dahi Zigiç seçiminin yanlışlığını ortaya koydu.

İkincisi, bu sistem orta sahada daha çok teknik kapasitesiyle oynayan Milijas ve Stankoıviç'in atletik Gana takımına bu bölgede üstünlük sağlamasını engelledi. Bu oyuncuların yanında kullanuılabilecek bir Kacar takımı rahatlatabilirdi halbuki.

Son olarak çok şey beklenen, benim de yorumumda dünyanın en yiyi 10 kanat adamından biri dediğim Krasic'in tabir caizse dökülmesi en büyük hayal kırıklığını yarattı. Ne önündeki Sarpei'yi zorlayabildi ne de içeri kat ederek alternatif hücum yolları aradı. Top kontroloünde bile sıkıntı yaşadı.

Gana'ya gelince, ilk 11'de beklediğim Appiah, Muntari ve Aidiyah yoktu ama gençler düzeyinde kazanılan başarılar temelinde oluşturulmuş çok düzenli ve uyumlu bir takım vardı. En beğendiğim tarafları orta sahayı çok hızlı geçmeleri ve atağa çıkarken farklı varyasyonlar denemeleri oldu. Avustralya'nın, Gana'nın bu temposuyla baş etmesinin zor olduğunu düşünürsek tur için büyük avantaj yakaladılar. Kevin Prince Boateng, Essien'in boşluğunu farklı bir şekilde doldurmuş. Onun kadar etkili ve isyankar değil ama tek başına takımın teknik kapasitesini birkaç seviye yükseltmiş.

Almanya-Avustralya: 4-0
1990'larda Michael Jordan'lı Chicago Bulls efsanesinin arkasında, coach Phil Jackson'ın uyguladığı ve bütün oyuncuların eş zamalı olarak hareket halinde olması prensibine dayanan "motion offense" stratejisinin yattığı söylenirdi. Dün gece Almanya'yı ve hücumdaki Özil-Müller-Podolski-Klose dörtlüsünün hücumlarını izlerken aklıma bu kavram geldi. Ballack'ın rolüne soyunan ve takımı saha içi lideri olduğunu gösteren Schweinsteiger ve dört akciğeri varmış gibi oynayan Sami Khedira'nın desteğiyle hızlı hücum ve topsuz alana hareketlenme dersleri izledik. Özellikle geriden çıkan isabetli uzun toplar ve sağ kanada yaklaşan Mesut Özil'in, Müller ve Lahm ile kurduğu ortaklık Avustralya savunmasını çökertti ve çoğu izleyicinin hemfikir olduğu üzere bu kupada ilk kez gümbür gümbür gelen bir takım izledik.

Bu kadar genç bir takımla bu uyumu yakalamak büyük başarı ve rakiplere korku salan bir durum. Löw'ün bu başarısı biraz da 2006'da Klinsmann'la başlayan ve Alman futbolunun bütün antipatik izlerini silen bir tempo futbolunun izinden giderek mükemmel hale getirmeye yönelik çabası. Almanların nereye kadar gidebileceklerini ise Mertesacker-Friedrich tandeminin performansı belirleyecek.

Avustralya'nın 2006'daki kadrosundan fazla bir değişiklik olmamasına rağmen Hiddink'in takımının yerinde yeller esiyor. Bilmiyorum ofsayt taktiği mi yaptılar ama savunmaları o kadar ağır ve orta sahaları o kadar temposuzdu ki. Lucas Neill sahanın en kötülerinden biri gibi göründü ama bence bu taktik anlayıştan kaynaklandı. Galatasaray'a transferi konuşulan Grella ise hiçbir varlık gösteremedi. Umarım gelmez, büyük bir fiyasko olabilir çünkü. Avustralya'da Kewell dönse bile, ağır bir kararla Cahill'i de 2 maçlığına kaybettiklerine göre artık işleri mucizeye kaldı diyebiliriz.

Share |

İlk 3 günden kısa notlar-C Grubu



Bu grupta izlediğim 2 maça da "Jabulani'nin kaleciler üzerindeki laneti" başlığını atsak yeridir. İngiltere'de zaten büyük bir soru işareti olan kaleyi binbir güçlükle ele geçiren Green'in ve Cezayir'in egzantirik kalecisinin hataları her iki maçta da neticeyi belirledi.

İngiltere-ABD: 1-1

ABD'nin turnuvanın 1 numaralı favorisi olarka gördüğüm İngiltere'yi zorlayacağını tahmin etsem de bu kadar etkisiz kılabilceğini düşünmemiştim açıkçası. Fakat "bir musibet bin nasihatten iyidir" sözü şiarınca, İngiltere'nin bu maçtan dersler çıkarmış olduğunu söylemek de mümkün. Capello, dört gözle Barry'i bekliyor ama o olsa da olmasa da Carrick, Huddlestone her kimse ilk 11'de yerini alması ve Gerrard-Lampard ikilisini rahatlatması gerekiyor. Aslında 2006'da bu çapasız sistemi Eriksson'da denemiş ve birkaç maç sonra doğru yolu bulmuştu. Lampard-Gerrard ikilisi arakalrında bir defansif orta sahayla oynadıklarında, tek santrfor oynayacak Rooney'e yaklaşarak daha çok pozisyon bulacaklardır ve İngiltere orta sahasını çökertmek çok zor hale gelecektir.

 ABD ise bekleneni üzerinde bir fizik kalite sergiledi ki bu hem Slovenya'yı hem de Cezayir'i alt etmeye yeter. Dün savunmaları dikkatli ve orta sahaları tempoluydu. Bob Bradley kanatlara öyle iyi önlem almış ki, sağbek Cherundolo'nun performansı Milner'ın devreyi tamamlayamamasına yol açtı. Belki kadro kaliteleri çok ileri gitmeye yetmeyecek ama tek maç bazında bu kupadaki her takımı zorlayacak kapasiteye sahip olduklarını gösterdiler.

Slovenya-Cezayir: 1-0

Şu ana dek izlediğim en sıkıcı maçtı. O yüzden fazla yorum yapacak veri yok elimde. Cezayir'i beklediğim gibi bu seviye için yetersiz buldum. Slovenya ise beklediğimden kötüydü. Ağır stoperlerinin hızlı ABD forvetleri veya Rooney ile nasıl baş edecekleri de önemli bir problem ama işleri zorlaştıracak gibi görünen esas sorun rakip kaleye giderken çok zorlanmaları ve hücumda çoğalamamaları. Her maçta bu kadar şanslı bir gol bulamayacaklardır elbette.
Share |

İlk 3 günden kısa notlar-B Grubu

G.Afrika 2010, İtalya 1990'dan beri şezlongumdan takip ettiğim 6. Dünya Kupası oluyor. Öğrendiğim bir şey varsa ,o da çok zevkli ve futbol açısından tatmin edici maçların çok büyük çoğunluğunun turnuvanın ilerleyen safhalarında yaşandığıdır. Bu yüzden, "eyvah ilk 7 maçta sadece 9 gol oldu, çok sıkıcı bir kupa bizi bekliyor" demek de, Almanya'nın müthiş oyunu ve 4-0'lık galibiyetiyle birlikte artık yarın ve ertesi günkü maçların da çok güzel geçeceğini beklemek de aynı ölçüde yanlıştır kanımca.

Cuma günü iş dolayısıyla açılış maçını ve akabindeki Fransa-Uruguay maçının büyük bölümünü kaçırdığımdan ötürü A Grubu hakkında fazla bir yorum yapmam mümkün değil. İzlediğim diğer maçlar hakkında kısa yorumlarda bulunmam gerekirse:

G. Kore-Yunanistan: 2-0

G.Kore, 2002'deki futbol felsefesini değiştirmeden daha kaliteli bir pas oyunu geliştirmiş çok organize bir takım görüntüsü verdi. Orta sahaları artık sadece oyun bozmuyor, kuruyor da. Sağ bek Cha Duri ve orta sahadaki genç Ki Sung Yueng'i (Celtic'te oynuyormuş) özellikle beğendim.

Yunanistan ise kadrosunu hem oyuncular, hem de oyun felsefesi açısından yenileyememenin faturasını ödüyor.
Futbol 2004'teki zafer günlerine kıyasla çok daha hızlı oynanır hale geldi. Oyunun yönünü çabuk değiştirmek için hızlı kanat oyuncularıyla oynanaması gereken 4-3-3'ü, üç ağır santrforla oynamaya çalışmanın başarı getirmeyeceği belliydi aslında. Ne acıdır ki, savunma yapma melekelerini de kaybetmiş durumdalar.

Arjantin-Nijerya: 1-0

Arjantin maçlar başlamadan öçnce en çok merak ettiğim takımdı ve 90 dakika sonunda beklediğime değdiğini söyleyebilirim. Dünya futbol kamuyounda şüphe uyandıran Maradona, oyunun her anını kenarda yaşamasının getirdiği ekstra motivasyon ve karizmasının yanı sıra Messi'den maksimum verimi nasıl alacağını bulduğunu göstererek de Arjantin destekçilerinin içini ferahlattı. Maç kesinlikle daha farklı olabilirdi. Messi harikaydı, diğerleri de kendi standartlarını tutturunca gol bulması daha da kolaylaşacak bir takım olacaktır Arjantin. 

Nijerya'yı aynen beklediğim gibi buldum. İyi oyuncuları var ama saha içinde doğru hamleleri yapacak futbol aklından yoksunlar. Çok iyi bir performans sergileyen kaleci Enyeama'nın yanı sıra sonradan oyuna giren Kalu Uche'yi beğendim. Güney Kore ile karşiılaşacakları maçın çok tempolu geçeceğini tahmin ediyorum.
Share |

11 Haziran 2010 Cuma

H Grubu: İspanya rahat

Kaderin cilvesi İspanyolca konuşan 3 ülkeyi aynı grupta bir araya getirdi. Gruptaki takımların bir diğer özelliği, milli takımımızın son iki yılda hepsiyle resmi ya da özel maç yapmış olması.

İspanya son Avrupa Şampiyonu unvanının yanına çok prestijli bir unvan daha ekleyebilmenin peşinde. Sakatılıkardan Iniesta ve Torres olmak üzere bir ölçüde sıkıntı yaşasalar da, Barcolona'nın oyun anlayışından uyarlanmış, merkezinde Xavi'nin olduğu başdöndücü pas futbolu onları çoğu kişinin gözünde kupanın en büyük favorisi haline getiriyor.Kadro Euro 2008'i getiren kadrodan çok büyük bir farklılık arz etmiyor. Yalnızca, geçtiğimz yıl mükemmel bir çıkış yakalayn ve Barcelona'nın oynadığı her kupada/yarışmada gol atarak bir rekora imza atan Pedro'nun Dünya Kupası'ndaki ilk golüü atıp atamayacağını merak ediyorum.

Elemelerde müthiiş bir performans gösteren Şili ile Hitzfeld yönetiminde sağlam bir oyun yapısı kuran İsviçre arasında kıran kıran bir ikincilik mücadelesi yaşanacak. Beşiktaşlı Tello'nun da bulunacağı Şili'nin başarısı golcüleri Humberto Suazo'nun iyileşip iyileşemeyeceği ile doğrudan bağlantılı olacak. Uzun zamandır esas çıkışını yapması beklenen Alexis Sanchez için de bu kupa önemli bir fırsat.

İsviçre, hala genç bir takım sayılabilir ama 2006'da başarılı olan takımın iskeletini oluşturan isimlerin giderek yaşlandığına tanıklı ediyoruz. hitzfeld, kağıt üzerinde çok geniş bir seçenek yelpazesi arz etmediği görülen takıma nasıl bir taktik disiplin katmış, turnuvada göreceğiz. İsviçre, ilerleyebilmek için maçların temposunu konrtolü altıonda tutmak ve düşük tempoda devam etmek zorunda. Az önce takım arkadaşının adını zikrettiğimiz Gökhan İnler, takımın bu organizasyonunda çok önemli bir rol üstleniyor. Eren Derdiyok da bu kadrodaki en önemli yıldız adayı.

Honduras da çok koşan ancak saha içi organizasyon ve kollektif uyum (yaşasın Ömer Üründül, 32. takımda nihayet söyledim) açısından büyük sıkıntılar yaşayan bir takım. Gruptan çıkmalarını beklemiyorum ama takabilecekleri çelmelerle kupanın seyrini değiştirebilirler.

Share |

G Grubu: Ölüm grubunda hayat var

Dünyanın başka yerlerinde bu kadar kuvvetli mi bilmiyorum ama Dünya Kupası dendiğinde Türk halkının aklına neredeyse refleksvari bir çabuklukla Brezilya gelir. Bunda neredeyse her kuşağa denk gelen bir efsane Brezilya takımı olmasının payı büyük. 2006'da çeyrek finalde elenmelerinin ardından 2010'da şampiyon olarak Afrika'da bu kupayı alan ilk takım olmak istiyorlar, fakat bu kez favoriler arasında İspanya, Arjantin ve İngiltere gibi ülkelerin ardında sayılıyorlar. Hatta gruptan çıkamayacaklarını söyleyenler de var.

Gerçekten de Dunga'nın takımı deyim yerindeyse gümbür gümbür bir futbol oynamıyor. En sağlam blok, Inter'le Şamiyonlar Ligi kupasına uzanan Julio Cesar-Maicon-Lucio üçlüsünün yer aldığı kale ve savunma. Hücum hattının verimliliği halen bir soru işareti uyandırıyor. Takmıın en büyük yıldızı Kaka, Real Madrid'de, biraz da sakatılığının etkisiyle, kötü bir sezon geçirdi. Robinho, çok yetenekli ama bu düzeyde neler yapabilceğini henüz ispatlamadı. Luis Fabiano çok iyi bir golcü ama bir takımı sırtına alıp götürecek kadar , mesela Uruguay'daki Forlan kadar "influental" değil. (Etkili kelimesini başka anlamlarda kullanmaya alıştığımızdan İngilizcesini kullanmak zorunda kaldım, affedin). Brezilya gibi futbolcu fabrikası bir ülkede bolluk içinden Selaçao'ya girecek 23 kişiyi bulmak hem çok zor hem çok kolay. Bu yüzden şunu nedne almadın diye Dunga'ya çıkışmsak haksızlık olur. Zaten o da göreve geldiğinden beri bir sistem oturtmaya ve bir kulüp takımı havasında az sayıda oyuncuyla çalışmayı tercih etti. Ama insan yine de, her ne kadar 2006'ya nazaran gözden düşmüş olsalar da Ronaldinho ve Adriano'nunu bu kadroda olabilmesi gerektiğini düşünmeden edemiyor.

Brezilya'nın aralarında Galatasaralı Elano'nun da bulunduğu orta sahasının maçlara ne kadar ağırlık koyabilecekleri, takımın ilerleyişinin anahtarı olacak. Zira, orta sahada kuvvetli olup, Brezilya'ya oyunun kontrolünü dikte ettiren bir takım, onlara zor anlar yaşatabilir.

Portekiz, elemelerde sürpriz bi şekilde grup ikinciliğini dahi zar zor elde edip play-off'ta Bosna'yı eleyerek kupaya geldi. Sağlam bir savunmaları ve Meireles, Moutinho, Veloso gibi genç, sağlam ve yırtıcı; Deco ve danny gibi teknik orta saha oyuncuları da var ama son tahlilde ne yapabilecekleri doğrudan Ronaldo'ya bağlı. Dünyanın en iyisi olduğunu gösterme hırsına sahip Ronaldo'nun, kendisinin büyümesinin ancak takımın ilerlemesiyle mümkün olabileceğini idraki halinde iddialı bir konuma gelebirler. Neticede gruptan kim çıkar bilemem ama Portekiz'in Brezilya'yı yeneceğini hissediyorum. Bunun için bir dayanağım yok ama tahmin tahmindir.

Drogba, hem de kariyerinin en iyi sezonunu geçirmesinin ardından, müthiş bir performans göstereceği bir kuapnın hayalini kuruyordu ancak katılım ancak 2. turdan itibaren mümkün olabilecek. Drogba, Fildişi Sahili takımının yarısından fazlası, ruhu, kazanma hırsı, silahı... Aslında yıllardır bir arada oynayan bu "altın" jenerasyonun ne kıta ne de dünya düzeyinde herhangi bir başarı elde etmemiş olması tamamen organizasyonsuzluktan kaynaklanıyor. Bu oganizsyonu yapabilecek isimlerin en iyileriniden birisi olan Eriksson'un varlığı bir şans olacak. Lille'de müthiş bir çıkış yakalayan Gervinho'nun daha büyük bir sükse yapmasına yönelik beklentimin yanı sıra hücumdaki rolü çok daha önem kazanan bizim Keita'nın da neler yapacağını merakla izlemeye niyetliyim.

Kuzey Kore çok şansız bir kura çekti. İddialı olabileceklerini düşünmüyorum ama grupta averaj hesapları vs. de devreye girerse çıkacak takımları doğrudan etkileyebilirler. Kısacası çok gol yiyerek rezil olup döenceklerini saymıyorum. 

Share |

10 Haziran 2010 Perşembe

F Grubu: Son şampiyonun grubu kolay, işi zor

Son şampiyon İtalya, arada geçen tatsız bir Donadoni döneminin ardından, Dünya Kupası'nı kendilerine getiren isim olan Lippi'nin yönetiminde 1962 senesinde Brezilya'nın şampiyonluğundan beri yaşanmayan bir ilki gerçekleştirerek üst üste ikinci kez kupaya ulaşmayı hedefliyor. Hedefliyor demem biraz da lafın gelişi. Aslına bakarsanız ne oyuncular, ne medya ne de dünya futbol kamuoyu İtalya'nın mutlu sona ulaşacağına inanıyor.

2006'dan beri İtalya'da ligin kalitesinin giderek düşmesinin yanı sıra, altyapılarda göz kamaştırıcı sonuçlar alan yeni yıldız adaylarının bir yerlerde kesintiye uğrayarak bekleneni verememeleri kadronun yenilenememesine yol açtı. Halihazırdaki 23 oyuncu içinde Buffon, De Rossi ve halen sakat olan Pirlo dışında dünya çapında yıldız yok, eski yıldızlar Cannavaro, Gattuso ve Camoranesi gibi isimler de eski günlerinden uzaktalar. İtalyanlar, tek gerçek yıldızları Lippi'nin yaratacağı sihirli bir formülü bekliyorlar şimdi. Neyse ki gruptaki rakipleri dişlerine göre.

Paraguay, G.Amerika elemelerinde çok başarılı sonuçlar elde etmeyi başardı. 1998'den beri gediklisi oldukları kupada hep belirli bir standardı tutturmayı başardılar. İlginçtir, oyun anlayışlarında her zaman Latin Amerika'nın spektaküler akışkanlığından ziyade bir Kuzey Avrupa ülkesinin katı taktik disiplini hakimdir. aslında bu durum Paraguay'ın maçlarını her zaman kupanın en sıkıcı maçları olması sonucunu da beraberinde getirir. Bu defa ise takımın en tehlikeli yanı forvet hattı gibi görünüyor. Santa Cruz'un yanı sıra çok iyi bir sezonu geride bırakan Benficalı Cardozo ve çıkış yapabilecek kapasitedeki Dortmundlu Barrios önemli bir güç teşkil ediyor.

Slovakya, çok genç ve patlama yapmaya hazır bir takım. Elemelerde az gol yiyen ve taktik disiplinlerini muhafaza etmeyi başaran bir takım olarak göze çarptılar ve ezeli rakipleri olan Çekleri devre dışı bırakmayı bildiler. Kupanın yıldız adayları arasında gördüğüm Hamsik ve Stoch'un yanı sıra yakından tanıdığmıız Holosko ve Vittek etkili bir hücum hattı oluşturuyorlar. Vladimir Weiss'ın iyi bir savunma sistemi oturttuğunu da göz önünde bulundurursak sürpriz yapma şanlarının bulunduğunu söylemek mümkün. Tek eksikleri olan tecrübesizliği aşmak için ilk maçı zayıf Yeni Zelanda ile oynamalarının büyük avantaj olduğu bir gerçek. İlk kez bu sahneye adıma atan bir ülkenin ilk maçında galibiyetle tanışması "biz bu işi yapabiliyoruz" hissinin oturmasına ve oyuncuların morallerinin artmasına yetecektir şüphesiz.

Yeni Zelanda ise muhtemelen kupaın en zayıf takımı. Herhangi bir şansları olduğunu düşünmsem de içimden bir ses oyunu çirkinleştirmeyeceklerini ve "iyi niyetli ancak kapasitesi yetersiz" bir takım olaraka hatırlanacaklarını söylüyor.

Son tahlilde, grubun düğümünü Slovakya-Paraguay maçı çözecektir büyük ihtimalle.

Share |

E Grubu: Hollanda çıksın da...

Futbol aşkının içime düştüğü dönemler hayata aklımın yeni yeni ermeye başladığı 1988 senesinin Haziran ayına, Avrupa Şampiyonası dönemine rastlar. O kupada izlediğim "Potakallar" sayesinde sevdiğim için bu oyunu, onlara olan desteğim ve inancım her turnuvada olduğu gibi 2010'da da devam edecek. Bu yüzden bu gruba ilişkin yorumlarımda objektif olamazsam şimdiden affola.

Neyse ki hemen hemen herkes Hollanda'nın bu grubun mutlak favorisi olduğu görüşünde birleşiyor. Euro 2008'de Van Basten'in yönetiminde grupta İtalya'yı ve Fransa'yı sürklase ederken son dönemlerde görmediğimiz ölçüde etkili bir futbol oynamışlar ve "total futbol" idealine yakınlaşmayı başarmışlardı. Ancak yine bir Hollandalı hoca tarafından yönetilen ve aynı oyunun daha kontrollü, beklerini daha iyi kullanan ve o turnuvada kendini aşan Arshavin'li Rusya'ya elendiler. Kadro 2008'dekiyle hemen hemen aynı. Van Maarwijk'in takımında tek ciddi takviye var ve bu isim aslında takımın oyun karakterindeki değişimi doğrudan ortaya koyuyor. Aynı zamanda van Maarwijk'in damadı olan Mark van Bommel, pas trafiğinde ve tempo ayarlamasında başrolü üstleniyor. Onun varlığı hem takıma akıl katıyor, hem de Sneijder gibi isimlerin yeteneklerini daha rahat göstermelerine imkan sağlıyor.

Yine de, Hollanda'nın iddialı olabilmesinin doğrudan bağlı olduğu tek bir isim var. Arjen Robben. Kariyerinin muhtemelen en iyi sezonunu geçirdiği dönemi Dünya Kupası'nda iz bırakarak taçlandırmak isterken sakatlanması büyük talihsizlik. Verimli bir şekilde oynadığı takdirde tek başına üst düzeyde maç kazandıracak bir isim olduğunu Şampiyonlar Ligi'nde gösterdi zaten. Hollanda'nın oyun yapısında beklerin hücuma katkısı çok önemli olduğundan van der Wiel'in de performansını merakla belliyorum. Bence Hollanda'nın bu kupada ilerlemesinde Robben ve Sneijder gibi isimlerin yanında çok kritik bir rol üstlenebilir.

Danimarka, 2006 ve 2008'i kaçırdıktan sonra kabuk değiştirme çabalarını henüz tamamlamışken sürpriz biçimde grubunu Portekiz ve İsveç'in önünde lider tamamlamayı bildi. Kabuk değiştirme çabalarının bitmediğini halen kadroda yer bulan Tomasson, Gronkjaer, Jorgensen, Rommedahl gibi oyunculardan anlamak mümkün. Başlarında her zaman olduğu gibi Morten Olsen var. Kadroda Avrupa'nın elit takımlarında forma giyen Bendtner, Agger ve Christian Poulsen gibi isimler var. Kamerun ile ikincilik için çekişeceklerini düşünüyorum. Bence gol yollarında sıkıntı çekmeleri muhtemel. Her zaman büyük bir potansiyeli olduğuna inanılan ama Arsenal taraftarına sürekli saç baş yoldurtan Bendtner'in yapabilcekleri, Danimarka'nın da kaderini belirleyecek biraz da. Ayrıca, Ajax'ta geçen sezon düzenli olarak forma giymeye başlayan 18 yaşındaki Eriksen'i izlemeyi de dört gözle bekliyorum.

Kamerun, tecrübeli kadrosuyla ve kupanın Afrika'da oynanmasının getireceği psikolojik avantajla ilerlemesi muhtemel takımlardan biri. Ülkenin efsane golcüsü Roger Milla ile girdiği polemik Eto'o'yu ve dolayısıyla bütün takımı etkileyebilir ama gol yollarında sıkıntı çekeceklerini düşünmüyorum. Esas sorun savunmada ve Le Guen Afrika Kupası'ndan beri herhangi bir çare bulabilmiş değil. Son dönemde oynadıkları hiçbir hazırlık maçını kazanamış olmaları kesin bir şey göstermez ama kupaya sorunsuz gelmedikleri de bir gerçek. Song'u 4. kez Dünya Kupası'nda izlemek (1994, 1998, 2002 ve 2010) apayrı bir keyif olacak zira sahaya çıktığında bir ulusu tek başına temsil eden böyle abidevi oyuncular giderek azalmakta.  İlk maçta Japonya'yı yenebileceklerini düşünüyorum. Daha sonra muhtemelen Hollanda'ya kaybetmiş olacak Danimarka önüne de bu açıdan bir psikolojik avantajal çıkmaları halinde tura yakın olabirler.

Japonya'yı uzun zamandır takip etmedim. Eski dostlardan Inamoto'nun kadroda olup olmadığını kontrol etmek ve 20 numaralı formada onu görünce sevinmek ve hazırlık maçında Drogba'yı sakatlayan Tanaka'ya söylenmek dışında pek bir alakam olmadı. Her ne kadar yıllardır sahip oldukları, oyun bozma anlayışına dayalı bir sistemleri bulunsa da bu sefer çok şansları olduğunu düşünmüyorum. Bu kupa Keisuke Honda'nın bğyğk bir yıldız olup olamayacağını göstermek için önemli bir fırsat olacak. Zaten Japonya da bir sürpriz yapabilmek için en başta bu oyuncunun hünerlerine bel bağlamış durumda.

9 Haziran 2010 Çarşamba

D Grubu: Futbol aklı

Bence grup maçları aşamasında G Grubu ile birlikte turnuvanın en güzel maçlarına sahne olacak bu grupta nasıl bir sonuç çıkacağını önceden kestirmek çok zor. Kolay olan "Almanya çıkar, diğerleri 2.lik mücadelesi yapar demek", ancak Avusturalya, Sırbistan veya Gana'dan herhangi birinin (üçünün birden değil) Almanya'dan puan alması çok büyük bir sürpriz olmayacağını da söylemek lazım.

Alman futboluyla ilgili çocukluğumdan beri duyduğum 3 klişe vardır: "Almanya turnuva takımıdır.", "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur. (Gary Lineker) ve "Almanların tecrübesi yeter". Anonim bir ifade olan son görüş bu kupada biraz geçerliliğini yitirecek gibi görünüyor zira Almanlar turuvanın en genç takımlarından birine sahipler. Düşünün, kupa sonunda büyük bir yıldız olduğunu ispatlamasını umdukları büyük umut Mesut 10, kaleyi koruyacak Neuer ise yalnızca 5 kez milli olmuşlar. Ballack'ın da sakatlanmasıyla süper yıldızı olmayan bir takıma dönüşseler de oturmuş bir sistemi olan ve çoğu zaman rakiplerin dayanamayacağı bir tempo seviyesine çıkarak sonuca gitmeyi başardıklarından her zaman favorilerden biri olarak kabul ediliyorlar. Gruptan çıkacaklarını düşünüyorum ama liderliğin garanti olmadığını da söylemeliyim.

Bir Galatasaraylı olarak Kewell ve Neill'den dolayı Avustralya'ya sempatim olmadığını söylemek saçma olur. 2006'da Hiddink'in kendine has formülü ile gruptan çıkmayı başarmışlar ve sonradan Dünya Şampiyonu olacak İtalya'ya haksız bir penaltı yüzünden elenmişlerdi. Şimdi kadro yapıları aşağı yukarı aynı ancak hem oyuncular yaşlandı hem de takım genel itibarıylşa o dönemdeki performansından çok uzak bir görüntü çiziyor. En büyük yıldızlarından Kewell'ın birkaç aydır maça çıkmamış olması ve Cahill'in son dönemdeki sakatlığı da işleri iyice zorlaştırıyor. İlk maçta Almanya'ya çelme takamazlarsa, ki hayli zor görünüyor, gruptan çıkma ihtimallerinin fazla olmadığını düşünüyorum.

 Gana'nın, kupaya katılan Afrika takımlarının içinde belki en üst düzeye ulaşabilecek ve o beklenen sürprizi gerçekleştirecek takım olabileceğini düşünmek haksızlık olmaz ancak ne yazık ki çok istikrarsız bir profile sahipler. Aslında bu istikrarsız görüntü 90 dakikalık bir maçın içinde dahi ortaya çıkabiliyor. Bir ikinci handikap da çok kolay gol yiyen bir takım olmaları. En büyük artıları olan dirençli orta sahalarının temel taşı Essien yok, Appiah'ın da düzenli futbol oynamadığı dönem 2 yılı aştığından ne kadar verimli olabileceğini kestirmek zor. Açıkçası Appiah'ın performansını ben de çok merak ediyorum. Gana, hızlı oynamaya yatkın oyunculara sahip tipik bir kontratak takımı ama rakipleri Avustralya ve Sırbistan oyun anlayışları gereği onlara bu kontratak şansını fazla tanımayacaklardır. Geçen yılın U-20 Dünya Şampiyonası'nın yıldızı Aidiyah'ı izlemeyi merakla beklediğim de söylemeliyim. Tabii farklı formalarda karşı karşıya gelecek Boateng kardeşlerin mücadelesi de çok entreresan olacak. Hele Kevin Prince'in, Ballack'ı sakatladıktan sonra Almanya karşısına çıkışı çok acayip bir tesadüf.

Stojkovic- Ivanovic, Subotic, Vidic, Kolarov- Krasic, Kacar, Stankovic, Kuzmanovic, Jovanovic- Pantelic
Bu 11 kişi, Dünya Kupası'nın ilk 6 gününde sahaya çıkacak 32 takımın büyük bir çoğunluğundan daha kaliteli, çok yönlü ve uyumlu bir ekibi teşkil ediyor. Fransa'nın da içinde bulunduğu grubu zorlanmadan lider bitiren, kupanın en tecrübeli hocalarından biri olan Antiç'in çalıştırdığı Sırbistan'dan bu turnuvada izleyenleri kendisine hayran bırakacak bir performans bekliyorum. Savunmanın çok sağlam olduğunu belirtmeye dahi gerek yok. Burada belirleyici performanslar yaptığım dizilişteki 4-5-1'i, uygulamada 4-3-3'e çeviren Krasic ve Jovanovic'in performansı. Liverpool'a gideceği söylenen Jovanovic hakkında çok fazla bir şey söyleyemem ama geçen sezon CSKA'yı neredeyse tek başına Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline taşıyan Krasic'in halihazırda dünayının en iyi 10 kanat oyuncusundan biri olduğunu ve bunu da kupada ortaya koyacağını düşünüyorum.

Sırbistan, grubu 2. bitirirse muhtemelen karşılarında İngiltere olacak ve şampiyon adayımla sürpriz adayım karşı karşıya gelecek. Böyle olmaması için Sırbistan'ın lider olması gerekiyo ki, bu hedef doğrultusunda Gana'yı yenmeleri şart. Umarım kafamdaki senaryo gerçeğe dönüşür.
 Share |

C Grubu: Finale giden yol mu?

Daha önceki postuma kupanın en büyük favorisi olduğunu düşündüğümü belirttiğim İngiltere, aynı zamanda İspanya ile beraber "kura şansı" en yüksek olan takım. Hatta İspanya'nın 2. turda çapraz eşleşmede "ölüm grubu"ndakilere düşeceği düşünüldüğünde bence en şanslısı.

İngiltere'nin rakipleri ABD, Cezayir ve Slovenya'nın onları çok fazla zorlayabileceğini düşünmüyorum. İlk turda, son dönemdeki talihsizlikler de düşünülerek,  mümkün mertebe sakatlık ve cezadan kaçınmak olacak büyük öncelik. Bir de taib genel anlamda işler iyiye gitse de ufak olumsuz detayları abartmaya kanalize olmuş bir medyanın varlığı bazı oyuncuların moralinin bozulmasına yol açabilir. Örneğin İngiltere 3'te 3 yapsa ancak Rooney hiç gol atamamış olsa bu durum ilerleyen turları olumsuz yönde etkiler kuşkusuz. Neyse ki Capello artık takımına çok hakim. Bence İngiltere kazandıkça daha çok inanmaya başlayacak, inandıkça da daha çok motive olacak, kısacası zamanla açılacak.

ABD, 2009'da Konfederasyon Kupası'nda sürprizbir çıkış yakalamıştı. Kadro kalitesi ve tecrübe anlamında gruptan çıkacak diğer takım olmaya en büyük aday olduklarını düşünüyorum. ABD, ilginçtir, oyun yapısı olarak biraz bizim Milli Takım'a benziyor. Ayağa pas yapıp sakin ama hızlı oynadıkalrında etkili olabiliyorlar ancak oyunun bazı bölümlerinde oyundan düşüp kontrolü rakibe veridklerinde kalelerinde birçok pozisyon görüp çok zor durtumda kalabiliyorlar. Hatırlayacaksınız, bizimle oynadıkları maçın da ilk yarısında orta sahayı çok kolay geçip birçok pozisyon bulmuştuk. Bu yüzden başarıya giden anahtar orta saha ile defans bütünelşmesini sağlayacak teknik direktörün oğlu Michael Bradley ile Edu'nun performansı olacak.

Ne olursa olsun bu grup da ilginç maçlara gebe. Benim anlayışıma göre Dünya Kupası bir maçı dahi kaçırılmaması gereken 4 yılda bir tekrarlanan bir şölendir. bu yüzden, her türlü görüşe saygı duymakla beraber "Togo-İsviçre maçı mı seyredicem abi" diyenlerle aynı fikirde olmadım hiç. Bu kapsama girebilecek bir Slovenya-Cezayir maçını da izleyeceğiz bu grupta. İkisi de baraj maçlarında beklenmedik sonuçlar alarak favori Rusya ve Mısır'ı kupanın dışında bıraktılar.

Slovenya'nın ilk düşündüğümde aklıma gelen sadece 1-2 oyuncusu var ama disiplinli bir oyun oynadıkları ve fizik avantajlarını kullandıkları için süpriz yapmaları imkansız değil. İlk maçı Cezayir'e karşı oynamaları bence büyük bir şans. Bu maçı kazandıkları takdirde, ABD ile 2.lik finali oynayacaklar ki kimse vasatın üzerinde bir Avrupa takımının ABD'yi yenemeyeceğini iddia edemez. Valter Birsa ve Zlatko Dediç de küresel futbol sahnesine görkemli bir giriş yapabilirler.

Cezayir ise takım bütünlüğü ve taktik disiplin gibi konularda büyük sıkıntılar yaşayan bir takım görüntüsü veriyorlar. Aslında her oyuncu çok iyi mücadele veriyor, Ziani, Matmour gibi teknik kapasitesi yüksek oyuncuları da var ancak işler kötüye gittiğinde, örneğin sürpriz bir gol yediklerinde hemen çöküyorlar. Bu açıdan Türkiye'nin 90'ların başındaki halini andırıyor "Fennec"ler. Yine de bir Afrika takımı olarak ilk maçta Slovenya'yı yenerek kendilerine güvenlerinin gelmesiyle toparlanmaları mümkün. Sonuçta önceki kupalarda gruptan çıksın çıkmasın Magreb takımlarının her zaman akılda kalan ve saygın performanslar ortaya koyarak çoğu izleyicinin sempatisini kazandıklarını unutmamak lazım. Cezayir'de de ne kadar şans bulacağını kestirememekle birlikte, oynadığı dakikalarda Ryad Boudebouz'u ayrı bir dikkatle takip etme niyetindeyim.


Share |

8 Haziran 2010 Salı

B Grubu: Arjantin ve diğerleri

Bu grup ilginç bir tesadüfle 1994 Dünya Kupası'nda buluşan 3 takımı yeniden bir araya getiriyor. Bu üçlünün yanındaki tek fark Bulgaristan yerine G. Kore'nin bulunması. Bu durum o kupada bu sahnede son kez sahne alan ve dramtaki bir veda yaşayan Maradona için de ilginç bir hafıza tazeleme deneyimini ortaya çıkarıyor.

Bu grup ayrıca Dünya Kupası'nın esprisinin tezahür ettiği bir mikro kozmos gibi, zira birbirinden tamamen farklı dört futbol ekolü bir araya geliyor. Süper yıldızlarıyla akıcı, süratli ve teknik bir Arjantin, Rehhagel'in geldiğinden beri yazdığı kontrol futbolunun kitabına yeni sayfalar ekleyen Yunanistan, 10 kişinin sahada 30 kişiymiş görünümü verdiği bir tükenmez prese dayalı oyun anlayışına sahip G. Kore ve son olarak hızlı ve güçlü ancak akılcı oynamayı beceremeyen Nijerya.

Bu durum ilginç karşılaşmaları da beraberinde getiriyor elbette. Arjantin halihazırda kupanın açık ara en iyi kadrosuna sahip takımı. Kimse Maradona'ya laf söylemeye cesaret edemiyor ya da bir grup her şeyi içine atıp kupanın bitmesini biraz da ellerini ovuşturarak bekliyor ancak şu bir gerçek ki kimse Maradona'ya tam olarak güvenemiyor. Herkesin aklında Messi, olmazsa Milito, olmazsa Agüero, olmazsa Tevez, olmazsa Higuain, olmazsa Di Maria çıkar maçı kurtarır düşüncesi var büyük ihtimalle. Ancak İspanya gibi bir takıma karşı organize olmadan yıldızların varlığı tabir caizse sökmez. Neyse ki grupta bunun sökeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Arjantin, belki biraz Yunanistan karşısında zorlanabilir ama 3 maçta 9 puan yapma şansı bir hayli fazla. Eğer bunu gerçekleştirebilirlerse müthiş bir moral kazanacak olmaları da cabası.

Arjantin'i en çok Yunanistan zorlar diyorum ama onların gruptan çıkmalarını pek olası görmüyorum. 2004'ten beri anlayışları ve Ninis, Samaras gibi isimleri saymazsak kadro yapıları pek değişmedi. Ancak Dünya futbolu son yıllarda olumlu yönde müthiş bir değişim yaşadı ve hız "güzel oyun"nu en önemli ögesi haline geldi. Yunanistan'ın diğerlerinin hızıyla baş edebileceğini çok sanmıyorum.

Güney Kore ise 2002'de Hiddink ile altın çağını yaşamasının ardından bir daha o seviyeye çıkamadı. Son durumlarını görme şansım olmadı malesef ama gruptan çıkmaları zor görünüyor. Bence Arjantin'in yanındaki ikinci takım olmaya en yakın olan Afrika Kartalları. En büyük eksiklik gerçek anlamda "beyin" görevi gören yani takımın fizik kalitesine akıl katan Obi Mikel'in yokluğu olacak. Nijerya her ne kadar 15 sene önceki halinden uzak olsa da Afrika atmosferinin de olumlu katkısıyla giderek moralini arttırması halinde o çok konuşulan sürprizi gerçekleştirmenin kıyılarında dolaşmaya başlayabilir. Çok iyi bir taktisyen olan ve oyunu iyi okumasıyla bilinen İsveçli Lagerback'ın başta olması da bir avantaj.

Share |

A Grubu: Asıl ölüm grubu

Kuralar çekildiğinden bu yana herkesin dilinde Brezilya, Portekiz, Fildişi Sahili ve Kuzey Kore'yi barındıran G Grubu olsa benim düşünceme göre sonucunun kestirilmesi en zor olan mücadele ev sahibi G.Afrika'nın yanında Fransa, Uruguay ve Meksika'yı bir araya getiren A Grubu'nda yaşanacak.

Bildiğim kadarıyla şu ana kadar evsahibi olup da gruptan çıkamayan herhangi bir ülke olmadı Dünya Kupası tarihinde. Kadro kalitesi ve form durumuna bakıldığında G.Afrika bu açıdan bir ilk olmaya aday. Açıkçası bölük pörçük hazırlık maçları dışında takım hakkında fazla bilgim yok. Geçen yıl Konfederasyon Kupası'nda o kadar boş bir takım olmadıkları görülmüştü aslında ve orada başta bekler Gaxa ve Masilela olmak üzere birkça oyuncu dikkatimi de çekmişti. Şimdi başlarında çok tecrübeli ve bu kupayı önceden kazanmış olan ancak orta kaliteli takımlarda herhangi bir başarı kazanamamış Parreira var. Bafana Bafanalar onun klasik sabırlı, düşük tempoya dayalı oyun anlayışını sahaya koyabilseler dahi, bir yerde sonuca gidecek kaliteli isimler gerekecek.  Gruptan çıkmaları ilk maçta alacakları sonuca bağlı biraz da. Meksika önünde galibiyet onları seyircileriyle birlikte ileri taşıyabilir. Vuvuzelalar onlar için çalacak sonuçta.

Meksika'yı hazırlık maçlarında İngiltere ve İtalya önünde izleyenler birbirinden çok farklı iki takım gördüler. Ancak, esasında iki maçın da ortaya koyduğu ortak bir sonuç vardı. Meksika'nın oyun planı yerden kısa paslar ve hücum oyuncularının dripling kapasitesi sayesinde hızlı hücum etmeye dayalı. Bu planla ne orta saha defans bütünleşmesini iyi sağlayan takımlara karşı baskı kurmak ne de etkili bir hücum pres karşısında oyunun hakimiyetini elde tutmak mümkün. Ancak yine de kötümser olamay gerek yok çünkü çok tecrübeli oyuncuların yanında yeniden patlamaya hazır genç yıldızları da var ki bunlardan bizim çocuk Giovani'yi ayrı bir gözel takip edeceğim.  Özellikle Uruguay'la oynayacakları maç (umarım iki takım da iddiasını sürdürerek çıkar o maça) çok zevkli olacaktır.

Uruguay, geçen sezonun en formda golcülerinden ikisine ve iyi bir savunma hattına sahip olmasının avantajıyla gidebileceği yere kadar gitmek istiyor. Gerçekten de birbirinden çok farklı tipte iki oyuncu olan Forlan ve Suarez'în ikisini birden durdurmak savunmalar için çok güç olacak. 2002'de aynı grupta oldukları Fransa'ya çelme takmayı başarsalar da gruptan çıkamamışlardı. Bu sefer ikisinin birden gruptan çıkmama ihtimali bir hayli az görünüyor. Yedekteki golcü Cavani'den de ayrı bi cümlede bahsetmek gerek. Çok ilginç bir stili olan Palermo'nun golcüsü sürpriz roller üstlenerek çıkış yapabilir.

Fransa'nın kadrosundaki isimler birçok ülkenin hocasının hayallerini, Fransa'nın hocası ise birçok futbolseverin kabuslarını süslüyor. Gerçekten de bu kadar eleştirilen ve bu deleştirileri haskız çıkaracak bir başarı öytüsünü de yazamamış olan Domenech'in öğrencileri ne yapacakalrı önceden kestirilemeyen ve belki de en çok merak edilen takım. Grupta birinci olmayı başarabilirlerse çeyrek final yolu açık görünüyor ki, 2006'da da herkesi şaşırtan biçimde finale ulaşan bir takımın aynı başarıyı tekrarlaması mümkün olmaz. Bu kez hücum ağırlıklı bir 4-3-3 deneyeceklerine dair haberler okudum ama hazırlık maçlarını seyredemediğimden yorum yapamıyorum. Gerçi Çin'e 1-0 yenilip, Tunus'la 1-1 berabere kaldıkları maçlar umarım ki gerçekten ölçü sayılmayacak niteliktedir. Kupada yeni Zidane yakıştırmasını hak etmeye en yakın potansiyele sahip oyuncu olan ancak istikrarsızlıktan muzdarip Gourcuff'ün neler yapabileceğini merak ediyorum.Tabii ayrıca, Benzema'nın olmadığı kadroda Gignac ve Cisse'nin atacağı gollerle yapacakları katkılar takımı taşıyabilir.

  

Share |