26 Haziran 2016 Pazar

Euro 2016 Yazıları: Devler sahada / Son 16 turu ikinci gün



Euro 2016'da grup maçlarında tüm takımları saran temkinli ruh halinin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan gol kısırlığının eleme turlarıyla birlikte ortadan kalkacağına yönelik umutları tekzip eden üç maç izledik son 16 turunun ilk gününde. Özellikle büyük beklentilerle ekran karşısına geçtiğimiz Hırvatistan-Portekiz maçının 90 dakikasında kaleyi bulan şu atılmaması ve 120 dakikanın son 5 dakikası haricinde heyecan yaratacak hiçbir aksiyona rastlanmaması büyük hayal kırıklığı yarattı.

Bugün de aynı durumla karşı karşıya gelecek miyiz, kestirmek güç. Fakat dünkü maçlara nazaran bugün oynanacak üç maçın da kağıt üzerindeki favorisi belli. Dolayısıyla maçların tek taraflı cereyan etmesi muhtemel görünüyor. Oyuna ağırlığını koymasını beklediğimiz Fransa, Almanya ve Belçika'nın rakip savunmaları aşıp erken gol bulmaları halinde farklı skorlarla karşılaşıp gol açlığını dindirmek de mümkün olabilir. Tabii o golün bir türlü gelmeyip, maçların işkenceye dönüşmesi ihtimalini de yabana atmamak lazım.

Yine de bugün eninde sonunda favorilerin kazaya uğramadan adlarını çeyrek finale yazdıracaklarını düşünüyorum. Hatta turnuva sonunda şampiyon da bugünkü üçlü arasından çıkabilir.

Fransa-İrlanda

Ev sahibi Fransa, ilk turda tatmin edici bir futbol oynamasa da çoğunlukla Payet'in sihriyle istediği sonuçları aldı. Özellikle Arnavutluk maçında son dakikadaki goller gelmeseydi, bugüne kadarki deneyimlerden, milli takımımıza benzer biçimde, kendi içinde kriz yaratmaya meyyal bir futbol kültürüne sahip olduğunu bildiğimiz Fransa'nın karışması muhtemeldi. O zaman Benzema'nın getirilmemesi, forvet tercihi, Pogba, Griezmann, Payet ve Coman'ı iletecek bir düzen oturtulamaması gibi birçok konuda Deschamps'a yüklenilmesi kaçınılmaz olurdu.

İtalya'ya son dakikalarda attığı ve bizim de içimizi çok acıtan golle, belki beklentilerinin de ötesinde bir başarıyla buraya gelen İrlanda karşısında tatmin edici bir oyun gelmezse, Fransa adına yine bir kriz çıkabilir. İrlanda'nın buradaki en büyük kozu rahatlığı olacak. Ancak aynı zamanda iki ülke arasında Henry'nin elle düzelttiği pozisyonla hatırlanan 2009'daki Dünya Kupası baraj maçlarının İrlanda'daki izi ve rövanş motivasyonu da sıklıkla altı çizilen bir unsur.

Fakat bu psikolojik arka planı bir tarafa bırakırsak İrlanda'nın Fransa'ya kafa tutacak bir kadro kalitesinde olmadığını teslim etmek lazım. Bir bakıma İrlanda-Belçika karşılaşmasına benzer bir seyir izleyecek olan karşılaşmada Fransa'nın oyunu kontrol edip rakip yarı sahaya yığacağını tahmin etmek kehanet olmaz. Gruptaki maçlarda golü hep geç bulan Fransa'nın bu haline taraftarın alıştığını ve golün gecikmesinin (seyir zevki bakımından olumsuz etkisinin dışında) ilave bir stres yaratmayacağını, eninde sonunda da golün geleceğini düşünüyorum. Birkaç iyi oyuncusu olsa da İrlanda'yı iyi bir kontratak takımı olarak tanımlayamayız. Fransa, ilk yarıda gol bulursa ikinci yarıda hızlı ve doğrudan rakip kaleye gidebilen oyuncularıyla farklı ve özgüven arttırıcı bir skorla çeyrek finale kalabilir.

Kilit oyuncu: Antoine Griezmann

2015-16 sezonunda Avrupa'da en iyi performans gösteren 4-5 oyuncudan biri olduğu dikkate alındığında, sadece Romanya önündeki kötü oyunu yüzünden ertesi maç kulübeye mahkum edilmesi büyük haksızlıktı. Nitekim oyuna girip golünü atarak bu hesabı zararsız kapattı. Hücumdaki çok yönlülüğü, geliştirdiği gol vuruş başarısı ve özellikle oyun yukarıda tahmin ettiğimiz gibi cereyan ederse, 1-0'dan sonra açık alanda bulacağı pozisyonlar ve gol (ler) onu maçın yıldızı yapabilecek.

Almanya-Slovakya

Almanya, Euro 2016'nın ilk üç maçı itibariyle top dolaştırıp rakibin açığını aramak için çabaladığında, aniden tempoyu arttırıp hızlandığında, oyunu genişletip hızla yön değiştirdiğinde ve bunun gibi birçok sahnede turnuvanın seyretmesi en keyifli takımlarından biri olarak göründü. Hatta bu oyun 2014'ten bir şey kaybetmediği gibi bir ölçek daha olgunlaşmış bir anlayışın izlerini taşıyordu. Fakat bunlara rağmen, neden "Almanya bu gümbür gümbür bu kupaya yürür" diyemediğimiz, o eksik parçanın ne olduğu henüz çözülememiş durumda. Slovakya gibi kaliteli bir takıma karşı bu sorulara yanıt arayacağız.

Sorun gol vuruş kalitesi eksikliğinden, Götze'nin formsuzluğundan, sistemden veya kanatların yeterince işlememesinden ibaret değil aslında. Oyunun merkezini önde kuran, rakibi boğan, Mesut-Kroos trafiğini çok iyi işleten takımda her zaman en üst standartta izlemeye alıştığımız Müller'in henüz şanssızlığını yenememesi Almanya'nın turnuvayı domine etmesine engel oluyor.

Slovakya, son İngiltere maçında gösterdiği gibi oyunu iyi tutabilen, rakibe kolay teslim olamayan dirençli bir takım. Kanat oyuncularının kalitesi ve Hamsik'in yaratıcılığı dışında fazla kozu bulunmuyor gibi görünse de etkili bir kontratak takımı olduklarını unutmamak lazım. Üstelik, yaklaşık 1 ay önce Almanya'yı hazırlık maçında 3-1 yenmiş olmalarının getirdiği güven, kuşkusuz bu maça da yansıyacak.

Almanya orta sahasını kilitlemek çok zor, ancak o pas trafiğinin hızını düşürmeyi başarabilirsiniz. Slovakya da bunu deneyecektir. Tabii Almanya'ya fazla duran top da vermemek gerektiğini, bunu da etili bir silah olarak kullandıklarını es geçmemek lazım. Löw'ün ilk iki maçtaki idealini bir yana bırakıp Gomez'le başlayacağını düşünüyorum. Gomez-Skrtel ile boğuşurken boşluklara sızacak diğer oyuncular sayesinde Almanya galibiyete ulaşacaktır.

Kilit oyuncu: Thomas Müller

Yukarıda da bahsettiğim üzere, Almanya için eksik olan parça o. Belki de dünyada son 5-6 yıllık dönemin en büyük yıldızları arasında olmasına rağmen akla ilk gelenlerden biri olmadığı için hakkının yendiğini düşünsem de (underrrated), Almanya için eşsiz bir öneme sahip olduğunu büyük turnuvalarda hep ön plana çıkarak göstermişti. K.İrlanda maçında çok istekli ancak şanssızdı. Bu maçla beraber Fransa'ya artık gelmesini ve golle buluşmasını bekliyorum.

Macaristan-Belçika

Günün belki de en heyecanlı ve zevkli maçıyla karşı karşıyayız. Aslında Macaristan'ın grup lideri olarak çıkması belki de ilk turun en büyük sürprizlerinden biriydi. Grup lideri olması beklenen Belçika da İtalya önünde büyük hayal kırıklığı yaşayınca bu eşleşme meydana geldi.

Macaristan'ın, Galler ile birlikte ilk turun en golcü takımı olması da Portekiz'e karşı 3 gol atıp 3 kez öne geçmesi de beklenmedik gelişmelerdi. Belki de turnuvanın analizi en zor yapılacak takımı. Kalede 20 yıldır taşıdığı "ikonik" gri eşofmanlarıyla arz-ı endam eden Kiraly'den başlayarak, heyecan verici orta saha oyuncusu Kleinheisler, Bursaspor'da kıymeti bilinmeyen büyük şu tehdidi Dzudzsak, orta sahada tecrübesiyle parlayan Gera ve her devre değişen ve bir türlü karar verilemeyen forvet hattıyla kendisine tereddütle yaklaştıran ancak iştahlı ve hücuma dönük oyunuyla takdir toplayan bir takım Macaristan.

Belçika ise önceki yazılarda da belirttiğim gibi turnuvada belki de en geniş ve alternatifli kadroya sahip olmasına rağmen ilk maçta büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak turnuvaya kötü başladı. Neyse ki Wilmots, sağ bek Meunier'i ilk 11'e monte edip, Lukaku'nun arkasındaki üçlüyü daha yetenekli bir kompozisyonla sahaya sürmeyi akıl edince hücuma çeşitlilik ve verim kazandırmış oldu. Sonraki iki maçta gelen galibiyetler de o mental kırılganlığı ortada kaldırdı gibi görünüyor.

Belçika hücumla yaşayan, topu en kısa yoldan rakip kaleye taşımak isteyen bir takım. Bu bitmek bilmeyen hücum iştahı, dirençli savunmalarla karşılaşıldığında bireysel çözümlere mahkum kalan bir oyun disiplini zaafına dönüşüyor. Bu zaaf da savunmada açıklara yol açabilir tabii.

Macaristan ise kapalı savunma yapmaya çalıştığında bu turnuvada takdir toplayan Ada takımları ölçüsünde başarılı olamıyor. Portekiz önünde 3 kez skoru yakalayamamaları bunun göstergesi. Buna karşılık, hücum yönünde daha güçlü ve güvenli bir takım. Zaten tempolu bir maç bekliyor olmamın esas sebebi de bu.

Bu tablo ışığında maçın Belçika'nın üstünlüğüne geçeceğini ancak işin kolay olmayacağını söylemek mümkün. Belçika'nın yaratıcı oyuncuları bu maçta fark yaratacaktır.

Kilit oyuncu: Eden Hazard

Belçika'nın kaptanı geçirdiği kabus gibi bir sezonun ardından kariyeri için önemli bir fırsat olabilecek bir turnuvada ön plana çıkma şansını yakalama peşinde. İlk turda skora yansımasa da onun hızı, hücumdaki partnerleriyle uyumu ve topu ileri taşıma becerisinin, özellikle kontrataklarda fark yarattığını gördük. Macaristan maçında bunun bir adım ileriye taşınması sürpriz olmayacak.


25 Haziran 2016 Cumartesi

Euro 2016 Yazıları: Turnuva şimdi başlıyor /Son 16 turu ilk gün



Euro 2016'da grup aşamasındaki 36 maç geride kalırken, futbolseverlerin büyük çoğunluğunun aklındaki düşünce, esas turnuvanın şimdi yani eleme safhasında başlayacağı yönünde. Bu beklenti, aslında bir taraftan ilk turun bıraktığı tat biraz buruk olmakla beraber, bu turnuvanın tarihe "sıkıcı" sıfatıyla geçen bir Euro 2004 veya İtalya 90 Dünya Kupası gibi hatırlanmayacağına dair bir umut da barındırıyor. Zira turnuva formatındaki değişimin, bir yandan turnuvaya dair ilk yazımızda belirttiğim gibi "temkin" unsurunu öne çıkarıp takımların gerçek performanslarını sonraya sakladığı gibi bir algı oluştururken; diğer yandan son 16'ya çıkmayı başarması dahi sürpriz olan takımların kattığı renk ve son maçlarda özellikle en iyi üçüncüler sıralaması için yaşanan averaj/puan hesaplamaları sayesinde eksilen heyecanın ikamesini sağladığı söylenebilir.

Gol sayısının azlığı, büyük beklentiyle gelen golcülerin (Kane, Lewandowski) suskunluğu gibi faktörlere rağmen Galler ve Hırvatistan'ın heyecan verici performansları ve Macaristan, İzlanda, Kuzey İrlanda gibi takımları son 16'da görüp Arnavutluk'un averajla elenmesine hayıflandıran sürpriz unsuru turnuvayı izlenir kıldı.

Bu 24 takım formatında yaşayarak gördüğümüz azizlikler, en iyi 4 üçüncü eşleşme tablosuna dağıtıldığında gördüğümüz manzarayla başka bir boyuta ulaştı. Hiç şampiyonluk görmemiş İsviçre, Polonya, Hırvatistan, Portekiz, Belçika, Macaristan, Galler ve Kuzey İrlanda'dan birine final yolu açılırken; Avrupa futbolunun ağababaları diyebileceğimiz Fransa, İtalya, İspanya, Almanya ve İngiltere yanlarına İzlanda, Slovakya ve İrlanda'yı da alarak final yolunda birbirlerini kırmak zorunda kalacakları bir fikstürü beraberinde getirdi.

Zaten önümüzdeki 15 maça dair heyecanın önemli sebeplerinden birini de bu tablo teşkil ediyor. Sol tarafta sürpriz faktörü, sağ tarafta ise final gibi maçlar. Herhangi bir futbolsever için kestirmesi zor bir süreç.

Yine de ilk gün maçlarına bir bakalım.

İsviçre-Polonya: 

İsviçre, daha önce de yazdığım gibi göz alıcı bir kadroya sahip olmasına rağmen oyun ahengi ve sürati yetersiz olan bir takım. Sağlam oyun disiplini sayesinde, kendi kalelerini güvence altına alıp tempoyu kontrol edebiliyorlar ama işler zora girdiğinde üstesinden gelebileceklerine dair fazla ışık yok. Polonya da yapı olarak İsviçre'ye benzeyen, savunması sağlam ancak hücumda onlardan daha akıcı ve tehditkar olan bir takım.  Gruplarda liderlik için beraberliğin yeteceği Fransa karşısında İsviçre'nin aldığı golsüz beraberlikle, Polonya'nın Almanya karşısında aldığı aynı skor karşılaştırıldığında, Almanya'nın oyun iştahına direnmesi ve çok ciddi pozisyonlar bulması bakımından Polonya'nın yaptığının daha önemli bir iş olduğunu teslim etmek gerekir.

Oyun muhtemelen orta sahayı kimin alacağı noktasında düğümlenecek ve bu anlamda Shaka-Krychowiak mücadelesi maçın kilidini çözecek. Polonya'nın merkezdeki akıcı oyunu ve tempoyu arttırma becerisiyle bir adım önce olduğunu düşünüyorum.

Kilit oyuncu: Lewandowski

Onun kalitesindeki bir ismin 3 maçı golsüz kapatması şaşırtıcı. Bunalıma girmemesi için bu maçta sahneye çıkması gerekiyor. Muhtemelen onun için de turnuva bu turda başlayacak.

Galler-Kuzey İrlanda: 

Eylül 2014'te Euro 2016 elemeleri başladığında böyle bir tablo muhtemelen kimsenin aklında yoktu. Bu tabloda Galler ve K.İrlanda'dan birinin çeyrek final oynayacak olması başlı başına bir sürpriz. Tabii ki iki haftadır izlediğimiz maçlar özelinde konuşursak, bazı savunma zaafları haricinde, hızla rakip kaleye gitmeye dayanan, merkezi iyi kullanan tempolu bir oyun ortaya koyan Galler'in kupanın en çarpıcı ve göze hoş gelen takımlarının başında geldiğini söylemek lazım.

Kuzey İrlanda ise sınırlı kadrosuna rağmen üstün bir oyun disiplini içinde mücadele edip buraya gelerek büyük bir saygıyı hak etti. Başta Euro 2016 öncesine kadar büyük bir çoğunluğun adını bilmediği kaleci McGovern ve önündeki 5li savunma bloğu olmak üzere, sistemlerini bozmadan Polonya ve Almanya'ya sadece 1-0'lık sonuçlarla yenilip averajla çıkarak aslında bir yerde eşsiz bir stratejik hamle yapmış oldular. Tamam Almanya da Polonya da çok gol kaçırdı ama K.İrlanda açılıp savuna düzenin bozsaydı fark yeme ihtimalleri çok fazla olacaktı.

Bu maçta K.İrlanda golü yerse beklemeye devam etme gibi bir lüksü yok. Galler'in duran topları, orta sahada Allen-Ramsey uyumu ve şu ana kadar kupanın yıldızı Bale'in istim üstünde olması gibi avantajları onları galibiyet için şanslı kılıyor.  Brexit referandumunun 2 gün sonrası iki Ada takımının maçının hakeminin İngiliz Atkinson olması da ayrı bir tebessüm unsuru oluşturuyor elbette.

Kilit oyuncu: Will Grigg

Buraya birçok yıldız sayabilirdim ama iki takımın da sempatik taraftarlarıyla öne çıktığı düşünülürse, kupada henüz hiç dakika almadığı halde milyonlarca kez izlenen K.İrlanda taraftarlarının coşkulu "Will Grigg's on fire" şarkısının kahramanını merak ediyorum. Hele bir de oyuna girip beraberlik ya da galiiyet golünü atarsa gerçek anlamda büyük bir hikaye gözlerimizin önünde yazılmış olur.

Hırvatistan-Portekiz

İzlanda'nın Avusturya karşısında 90+4'te attığı, tüm ülkeyi inanılmaz bir coşkuya sürükleyen gol, Portekiz'i grup 3.lüğüne iterek bu göz alıcı eşleşmeyi meydana getirdi. Fikstür tablosunun sol tarafında Belçika ile birlikte final oynama potansiyeline sahip olduğu düşünülen üç takımdan ikisini karşı karşıya getirecek olan maç şüphesiz günün en ilgi çekici maçı.

Portekiz, Hollanda'nın İtalya 90'da yaptığı gibi 3 beraberlikle gruptan çıkınca kendini kuvvetli bir rakip karşısında buldu ki bu rakip İspanya da olabilirdi. (Hollanda da o kupada şampiyon Almanya'ya çatıp 2. turda veda etmişti, hani o Wöller-Rijkaard'ın meşhur tükürük maçı) Dünyanın en iyisi olduğu iddiasını ispat amacıyla Fransa'ya gelen, dolayısıyla kupanın en iyi oyuncusu olduğu düşünülen Ronaldo bu durumun kendisinde yarattığı aşırı hırs yüzünden Macaristan maçının 2. yarısına verimli olamadı. Bu süreye kadar denedi, turnuvanın en çok şut çeken oyuncusu oldu, penaltı kaçırdı, asist yaptı ve sonunda da golleri bularak hem 4 Avrupa Şampiyonası'nda birden gol atan tek oyunu olarak tarihe geçti ve aslında bir yerde de rahatladı. Tabii şimdi Platini'nin 9 gollük rekoruna gözünü diktiğinden yeni bir stres kaynağı mevcut olabilir hala, onu sahada göreceğiz.

Ronaldo'dan bu kadar bahsetmemin sebebi, Portekiz'in bir "tek adam" takımı olması. Özellikle savunmada tecrübeli ama yaşlı oyuncular ve savunma anlayışları eksik bekler güven vermezken, hücumda istek ve çeşitlilik tatmin edici olsa da verimlilik açısından geride kaldılar. Hırvatistan ise buna karşılık tam bir orta saha takımı. Top kapan, oyun yönlendiren, tempoyu ayarlayan, oyuna hükmeden hatta İspanya'yı bile mat eden bir yapı. Hal böyleyken, grupta çok eleştirilse de kötü oynadığını düşünmediğim Portekiz'in Hırvatistan karşısında oyunu ele alıp, rakibini geriye yaslaması pek mümkün görünmüyor. Badelj-Modric-Rakitic'e karşı Portekiz teknik direktörü Danilo-Carvalho-Moutinho gibi üçlü bir formülle karşı durup 4-3-3 gibi bir formasyona dönerse rakibiyle baş etmek için bir şansı olabilir. Oyunu ele geçiremez ama denge kurarsa Hırvatistan savunmasının da zaaflarının bulunduğu düşünülürse gol bulmak için şansı olabilir.

Hırvatistan, grup performansıyla en çok dikkat çeken takımlardan biri olarak gerek bu eşleşmenin gerek tablonun bu yarısının final yolunun favorisi. Gollü bir maç bekliyorum.

Kilit oyuncu: Ricardo Quaresma

Elbette yukarıda bir paragraf ayırdığım Ronaldo veya Hırvatistan'ın orta sahasından biri bu hanede yer alabilirdi. Fakat Portekiz'de oyunun gidişatında farklılık yaratacak, tabir caizse şapkadan tavşan çıkarıp denklemi bozabilecek birisine ihtiyaç var. Srna'nın çıkışlarına mani olamayacağı için muhtemelen sonradan oyuna girecektir ama tüm savunma konsantrasyonunun Ronaldo üzerinde olduğu bir yerde yaratıcılığıyla fark yaratabilecek başlıca isim o. 

16 Haziran 2016 Perşembe

Euro 2016 yazılar-IV: Belçika'nın sorunu ne? / E grubu




Futbolun yakın tarihinde "altın jenarasyon" nitelemesine mazhar olduğu halde bu parlak etiketin altında ezilmiş ve hiçbir turnuva kazanamamış Figo&Rui Costalı Portekiz ya da 1990'ların başında dağılan ve Boban ile Saviçeviç'i ayrı yerlere düşüren Yugoslavya gibi örnekleri hatırlıyoruz. Halihazırda 24 takım arasında en kaliteli ve derin kadrolardan birine sahip olduğu halde ilk maçında İtalya karşısında çaresiz kalan Belçika'nın bu örnekler arasında yer alıp almayacağını zaman gösterecek. Fakat, ilk maç itibariyle hakim olan duygular hayal kırıklığı ve tedirginlik. Buna karşın yakın tarihinin en kısır kadrosuyla Fransa'ya gelen İtalya ise "büyük" olduğunu herkese yeniden hatırlatmış olmanın gururu ve güveniyle ilerleyen turlara umutla bakıyor.

Belçika-İtalya

İtalya'nın en büyük avantajı belki de 24 ülkenin teknik direktörleri arasında en cesur, yaratıcı ve zeki teknik direktöre sahip olması. Juventus'u İtalya'nın "tek büyüğü" haline getiren sürecin temelini atan Conte, şimdi Chelsea'yi yeniden ayağa kaldırma gibi zorlu bir misyonu ifa etmek için Premier Lig'e gitmeden önce İtalya'nın başında Euro 2016'da sürpriz arıyor. İtalya gibi bir fıutbol ülkesi için "sürpriz" tanımını kullanmak belki kulağa garip geliyor ancak özellikle hücuma dönük oyuncu kalitesinin rakiplere göre düşük olması ve alternatif azlığı İtalya'yı zorlayacak faktörler olarak göze çarpıyordu.

Belçika ise yukarıda değindiğimiz "altın jenerasyon" un Dünya Kupası tecrübesiyle olgunlaşmış kadrosunun büyük hedefleri telaffuz etmekten çekinmediği bir psikoloji içinde muhtemelen İtalya gibi ismi büyük bir rakibe karşı elde edilecek galibiyetin görkemiyle güven kazanmayı hedefliyordu.

Maç içinde başta Buffon ve önündeki stoper üçlüsü olmak üzere takımın tamamının müthiş bir savunma konsantrasyonu ve koordinasyonu içinde, Conte'nin Belçika'yı çok iyi analiz ettiğini net biçimde göstererek rakibini çaresiz bırakan bir İtalya izledik. Hazard ve De Bruyne'nin yaratıcılıkları üzerinden çözüm üretmeye çalıştı, Fellaini'ye top şişirerek çözüm üretmeye çalıştı, Lukaku'nun gücünü devreye sokmaya çalıştı, fakat hiçbiri sonuç getirmedi.

Belçika'nın temel sıkıntısı oyunun yönünü hızlı değiştirememesiydi. Bunu İtalya'nın yakım halinde savunmadaki yer değiştirmeleri ne kadar ustalıkla yaptığını gösteren videoda daha iyi görüyoruz. Ters topları zamanında düşünmeyerek dar alana sıkışıp kalınca adeta duvara tosladılar. Oyunu açamamalarında,  her ne kadar müthiş bir savunmacı da olsa Verthongen ve takını en zayıf halkası gibi görünen Ciman gibi hücum bakımından bindirmeleri yeterli olmayan iki bekle oynamalarının da önemli etkisinin olduğunu söylemek gerek. Hal böyle olunca herkes kendi kafasına göre takılıp, bireysel çözümler arama yoluna gitti ve ortaya verimsiz bir kaos tablosu çıktı.

İtalya'da Conte, Belçöika'nın baskısını arttırdığı dakikalarda önce sol tarafta zorlanmaya başlayan ters ayaklı Darmian yerine de Sciglio'yu, sonra da ideal bir kontratak oyuncusu olan Immobile'yi oyuna alarak kazaya uğramamayı ve hatta derslik bir kontratakla 2-0'ı bulmalarını sağladı. İtalya'nın bu moralle ve oyun bozma becerisiyle ilerleyen turlarda da başarılı olması mümkün. Fakat bunu anlayabileceğimiz en iyi maçlar, üstlerine gelmeyip kendilerini bekleyecek İsveç ve İrlanda maçları olacak. Özellike İtalya'ya karşı her zaman ayrı bir motivasyonla oynayan Ibrahimoviç'in de savunmayı daha çok zorlayacağı kesin.

Belçika ise Fellaini sevdasından vazgeçip belki 3'lü defans ve dikine oynayan kanatlarla tempoyu artırıp rakiplerini nefessiz bırakmak üzerine kurmalı stratejisini. En azından grupta kalan maçlarda baskılı ve tatmin edici bir oyun gelmezse Wilmots bu denli gıpta ile bakılan bir kadroyu oynatamamanın bedelini ödeyecektir.

İrlanda-İsveç

Her şeyden önce iki takıma da keyifli bir maç izlettikleri için teşekkür etmek lazım. İsveç'in oyun yapısı beklendiği daha statik ve tempo kontrolüne dayalıydı. Buna karşılık İrlanda baskılı ve süratli bir oyun ortaya koyunca özellikle ilk yarı maçı hakimiyetine almayı başardı. Sağ bek Coleman ve sol bek Brady'nin hücuma aktif katkıda bulunmaları, ayrıca orta sahada Hendricks'in takımı ileri itmedeki başarısı sayesinde İsveç kalesini tehdit ettiler ve ikinci yarı başında da Hoolohan'la bugüne kadar Euro 2016'da atılmış en güzel gollerden birini kaydetmeyi başardılar.

İrlanda'nın golü İsveç adına bir nevi son uyarı sinyali oldu. Muhtemelen bu maçtan bir şey elde edememenin grup aşamasında turnuvaya veda etmek anlamına geleceğini idrak ederek, temposu bir nebze düşen İrlanda'nın da geriye çekilmesinden de istifade ederek rakip kalede baskı kurmaya ve pozisyon bulmaya başladılar.

Önceki yazılardan birinde belirttiğim gibi İsveç her şeyiyle Ibrahimoviç'in komutanlığını kabul etmiş ve bir bakıma da ona tabi olmuş bir takım. Fakat onun performansı takımın ne kadar ileriye gideceğini tayin edeceği gibi onun performansının artması için de takımın ona yardımcı olacak bir yapıda oynaması şart. Bu döngü de hücumda çoğalabilmeyi, dolayısıyla takımın boyunu/mesafesini kısaltabilmeyi gerekil kılıyor. Nitekim bu gerçekleştikten sonra pozisyonları buldular ve Ibrahimoviç'in sürüklediği atakta, rakip kale önündeki kalabalık sayesinde rakibin kendi kalesine attığı golle dengeyi yakaladılar.

Gruptaki dengeler itibariyle hem İsveç hem İrlanda'nın diğer iki takımdan birkaç gömlek aşağıda olduğunu söylemek lazım. Fakat özellikle İrlanda rakibi bozma konusunda mahir olduğunu gösterdi. Dolayısıyla bu ikilinin teslim olması o kadar kolay olmayacak.


15 Haziran 2016 Çarşamba

Euro 2016 yazıları-III: Almanya ne kadar favori? / C Grubu


Avrupa Şampiyonası'na katılan takım sayısı çoğalınca, takımlar arasındaki futbol rekabetinin ötesinde eşleşmelerden çıkan siyasi, tarihi, jeopolitik hikayeler de çoğalıyor. Bu turnuvada da Avusturya-Macaristan, İngiltere-Galler gibi eşleşmelerde yaşanan bu durum, Kuzey İrlanda'yı saymazsak Doğu Avrupa'dan Orta Avrupa'ya uzanan üç komşu ülkeyi bir araya getiren, 2012'nin ev sahiplerini buluşturan ve gruplardan sonra kadrolarındaki oyuncu geçişleri itibariyle hep ilgi çeken Almanya ile Polonya'yı bir kez daha karşılaştıran C Grubu bağlamında daha da verimli bir zemin oluşturuyor.

Almanya-Ukrayna

Yakın geçmişte, Fransa (2000) ve İspanya (2012) Dünya Şampiyonu etiketiyle geldikleri Avrupa Şampiyonalarını kazanmayı başarmışken, iki yıl önce Dünya Kupası'nı kazanan kadro ve oyun yapısını koruyan Almanya'nın da Euro 2016'nın başlıca favorilerinden sayılması, üstelik evsahibi Fransa dışında herkesin üzerinde birleşebileceği başka bir favorinin yokluğunda normal sayılmalı.

Bu düşüncelerin ne ölçüde sahaya yansıyacağını görmek için Ukrayna maçı iyi bir fırsattı. Löw kadronun ihtiyacı olan yenilenmeyi, 2014'te kendilerini başarıya götüren faktörlere dokunmadan halletmeyi başarmış görünüyor. Sonuçta bu takım hala Neuer'in "bir kaleciden fazlasını" ifade eden defans komutanlığı, Khedira-Kroos-Mesut'un birbirini tamamlayan orta sahadaki üstün yetenek ve mücadele kalitesi ve Müller'in fırsatçılığı ile takım halinde pres ve yüksek tempo gücü üzerinde yükseliyor.

Ukrayna maçında da oyuna baştan sonra hakim olup rakibi nefes almakta zorlanırcasına sıkıştırdılar. Fakat santrforsuz oyun arzusuyla hücumun en ucunda görevlendirilen Götze'nin yetersiz performansı ve Müller'in henüz açılmamış görüntüsü skor verimliliğini getirmedi. Almanya'nın santrfor meselesinin yanında bir de Lahm'ın bırakmasından sonra iyice ayyuka çıkan savunma kurgusundaki bek yetersizliği göze çarptı. Stoperden devşirilen oyuncular hücuma yeterince katkı veremediği için Almanya oyunu genişletmekte zorlandı.

Ukrayna buradaki açıkları Yarmolenko ve Konopylanka ile hatırı sayılır ölçüde de zorladı esasında fakat onların da santrforu etkisiz, orta sahaları ise Almanya'nın etkin presi yüzünden oyun organizasyonunda yetersiz kaldı. Yine de rakibe teslim olmayıp belli bölümlerde baskı kurmaları ve ciddi pozisyonlara girmeleri onların da hafife alınmaması gereken tehlikeli bir takım olduklarını gösterdi. Boateng'in insan üstü bir çabayla çizgiden çıkardığı pozisyonla skor 1-1'e gelse ele geçirecekleri moral üstünlük oyunun seyrini değiştirebilirdi.

Almanya'nın ilerisi için taraftarlarına vaat ettiği umudun iki temel unsuru var. Birincisi oturmuş yapı ve uyumlu kadro. İkincisi ve daha da önemlisi ise istek ve oyun iştahı. Yoksa kariyerinde her şeyi kazanmış Schweinsteiger'e gol sonrası sevincinde de hız kesmeden devam eden o müthiş deparı attırmak mümkün olmazdı. Almanya kazanmak istediği sürece rakiplerinin korkacak çok şeyi var. Ukrayna ise santrfor konusuna bir çözüm bulup, Zozulya forma girmeyecekse Yarmolenko'yu o bölgeye devşirmek gibi formülleri denemeli. Bu halleriyle bir gömlek aşağısında göründükleri Polonya'yı alt etmeleri zor görünüyor.

Polonya-Kuzey İrlanda

Turnuvanın ilk 5 gününde hepsini izlediğimiz 24 takım içinde bir güç dengesi sıralaması yapsak Kuzey İrlanda'nın en zayıf takım olarak öne çıktığını söylemek yanlış olmaz. Buna mukabil, bu zayıf görünen takım karşısında 1-0'lık bir galibiyet alabilen Polonya'nın da en beğendiğimiz takımlardan biri olduğunu teslim etmek lazım. Peki buradaki çelişkiyi, yani Polonya'nın neden daha farklı galip gelemediğini nasıl açıklamak gerekir?

Polonya maç boyunca 4'ü kaleyi bulan 11 şut atmış, yani tatmin edici bir hücum performansı göstermiş. Maçı izlerken de fark edildiği üzere, orta sahada Krychowiak'ın turnuvada benzer diğer takımlarda (Modriç, Xhaka, Gera v.s) gördüğümüz oyun kurucu beyin rolünü başarıyla oynayıp, atakları olgunlaştıran isim olarak öne çıktığı, kanat beklerinin oyuna aktif biçimde katıldığı ve forvet arkasındaki Blaszczykowski-Milik-Kaputska üçlüsünün sürekli hareket halinde olmalarının yarattığı dinamizmle rakip savunmayı zorladığı bir görüntü vardı 90 dakika boyunca.

Skorun daha artmamasında ilk yazıda belirttiğim temkinlilik halinin Avrupa Şampiyonaları'nda bugüne kadar 6 maç oynayıp galibiyet alamamanın getirdiği stres yükü yüzünden Polonya'yı bir nebze daha fazla etkilemesi, Lewandowski'nin henüz turnuvaya konsantre olmamış görüntüsü ve kapasitesi sınırlı olsa da Kuzey İrlanda'nın yaptığı iyi savunma ve gösterdiği fiziksel direnç rol oynadı.

Polonya, sağlam kurgulanmış bir takım olarak turnuvanın sürprizlerinden biri olabilir. Kaleci Szczesny'den başlayarak Glik-Krychowiak-Milik hattından oluşan sağlam bir omurgaları ve halihazırda turnuvanın Ibrahimoviç'le beraber en kaliteli "9 numarası" Lewandowski'leri var. Grupta yendikleri Almanya'ya çelme takmayı başarabilirlerse şaşırmayacağım. Hatta grubu 2. bitirip A Grubu'nun 2.sini (Romanya veya İsviçre) geçerek ileri aşamalara doğru turnuvanın sürpriz takımına dönüşebilirler.

Kuzey İrlanda ise umarım bizim Euro 96'da yaşadığımız kaderin aynısını yaşamaz. 

14 Haziran 2016 Salı

Euro 2016 yazıları-II: Gözler İngiltere'de /B Grubu



İngiltere-Rusya:

Euro 2016'nın ilk maçlarında en çok dikkat çeken olgulardan biri "merkezi kapatma"nın tüm takımların başlıca öncelikleri arasında yer alması. Bu yüzden maçlarda öne çıkan isimler genelde orta sahanın merkezindeki, Euro 2016'da iyiden iyiye farkına vardığımız değişim ise bu bahsettiğimiz oyuncuların tercihinde topu iyi kullanma, hatta geriden oyun kurma becerilerinin giderek öne çıkmış olması. Kısacası artık hiçbir takım sadece top kazanma becerisi olan tekniği sınırlı oyuncuları orta sahada görevlendirmiyor.

Bu noktadan hareketle Rooney'nin yeni rolünü ve oyun zekasıyla tekniği sayesinde bunun altından nasıl başarıyla kalktığını konuşarak başlayıp, grubun diğer takımlarından Galler'i öne çıkaran Allen-Ramsey orta sahasına, diğer gruplarda orta sahaları ile fark yaratan Hırvatistan, Polonya, İsviçre gibi takımlara uzanmak mümkün. Biz yine de B Grubu'nun içinde kalalım şimdilik.

Elemelerde 10 maçta puan kaybetmeyen, son yıllarda olmadığı kadar genç ve dinamik bir kadroyla Fransa'ya gelen, turnuvanın en tempolu ve göze hoş gelen futbolunu izleten takım olmaya aday İngiltere, ilk maçta Rusya karşısında kendi klasik turnuva şanssızlık/beceriksizlik serisinden bir bölüm izletti. Buna rağmen, turnuva içinde gelişip büyüyebileceklerini sinyallerini verdiler. Eğer bu yolda giderlerse, İngiltere'ye hep mesafeli durmuş birçok futbolseveri de kendilerine çekebilirler. Yeter ki Hudgson da doğruların farkına varsın.

İngiltere'de şampiyon Leicester'ın gölgesinde kalsa da hatırı sayılır bir çıkış yakalayan ve genç kadrosuyla önümüzdeki yıllarda da etkili olacağının sinyallerini veren Tottenham kadrosundan 5 oyuncu ilk 11'deydi. Belki Man Utd'ın altın çağlarından beri İngiltere 11'inde bir kulübün bu denli baskın olduğunu görmemiştik ama Hudgson'ın bu akıcı ve çabuk futbol oynayan ekibin oyun anlayışını milli takıma zerk etme çabası mantıklı bir düşünce gibi görünüyordu. Üstelik Rooney'nin orta alandaki rolünü başarıyla oynaması pas kalitesini arttırıyor, hücumun kanatlarında Sterling ve Lallana'nın takıma hız kazandırması umuluyordu.

Plan kusurlu da olsa işledi. Rusya, yaratıcılık dozu sınırlı ancak fizik gücü yüksek bir kadroyla İngiltere'ye alan bırakmamayı bir ölçüde başarsa da İngiltere kazanmaya yetecek kadar pozisyon buldu. Rusya tüm hücum planını santrforu Dzyuba'nın fizik avantajıyla ileride tutacağı toplarla çoğalarak kanatlardan Smolov ve Kokorin ile etki yaratmaktı. Fakat maç boyunca biri gol olmak üzere kaleyi bulan sadece iki şut atabildiler. Bununla birlikte, ortalama üstü savunma performansları ve -golde hatası olsa da- Akinfeev'in birkaç göz alıcı kurtarışı sayesinde oyunda tutunabildiler.

İngiltere'de Kane'in kötü bir gününde olması ve Sterling'in bir türlü kendinden bekleneni verememesi hücum gücünü sınırladı. Hudgson'ın önümüzdeki maçlarda başta Vardy olmak üzere Sturridge ve genç Rashford gibi hücum silahlarından yararlanması şart gibi görünüyor. Kadro derinliğinin farkına varıp bunu oyun ahengini ve akıcılığını bozmadan kurgulayabilirse, İngiltere hala turnuvanın favorilerinden biri haline gelebilir. Tanıdık bir ekolden gelen Galler maçı bu anlamda ideal bir test olacak. Keza Rusya da benzer yapıdaki bir rakibe karşı yaratıcılığını test edeceği bir maça çıkacak. Rusya ile Slovakya arasında bir güç dengesinin mevcut olduğunu düşünüyor ve beraberliği muhtemel görüyorum.

Galler-Slovakya:

Dünyanın en pahalı oyuncusu etiketine sahip olmanın bedelini ödemeye alışmış, ne yapsa kendini yeterince beğendiremeyen bir adamın sırtında turnuvaya başlayan Galler, iyi bir takım oyunuyla hak ettiği bir galibiyeti alarak moral veren bir başlangıç yaptı. Bu galibiyetin kilidini açan golün Bale'in frikiğiyle gelmesi ise belki de turnuvada İbrahimoviç-İsveç ve Ronaldo-Portekiz ile birlikte en belirgin "one man team" olarak gösterilen Bale-Galler eşleşmesinde hem Bale'i rahatlatan hem de takımın geri kalanını sorumluluk almaya teşvik eden bir faktör oldu.

Galler, Slovakya önünde ilk yarıda müthiş bir pres ve yüksek tempoyla başladı. Alanı iyi daraltarak kazanılan topları Joe Allen'ın önderliğinde olgun ataklara dönüştürmeyi ve Slovakya'yı oynatmamayı başardılar. Tabii ki bu yüksek tempoyu 90 dakika sürdürmeleri düşünülemeyeceğinden 2.yarı biraz daha geri çekilip rakibe alan bırakınca Slovakya'nın oyun üstünlüğünü ele aldığı dakikaları izledik. Slovakya hocasının akılcı oyuncu değişiklikleri ve özellikle Robert Mak'ın sağ kanatta yetenekleri ve hızıyla fark yaratan oyunu sayesinde skorda da dengeyi buldular.

Esasen oyun 1-1'e geldikten sonra iki takım da temkinli göründü. Fakat bu dakikalarda Ramsey'nin sorumluluk alması ve Slovakya'nın göbekten pozisyon verebilecek görüntüsü etkili bir dalış sonucu Robson Kanu'nun golünü getirdi.

Galler ne yaptığını bilen, dengeli, Bale'in liderliğini kabullenmiş ancak sadece onun ayaklarına bakmayan bir takım. Bu galibiyet onları 2. tura taşıyacaktır. Rusya önünde de şanslarının yüksek olduğunu düşünüyorum.

Slovakya ise oyun disiplini yüksek ancak başta santrfor olmak üzere belli mevkilerde kadro kalitesi sınırlı bir takım. Galler maçının başında kendi yaratıcılığıyla müthiş bir pozisyon yakalayan ancak Evans'ın çizgideki olağanüstü müdahalesi yüzünden golü bulamayan Hamsik'in bundan sonraki maçlarda daha aktif bir rol üstlenmesine büyük ihtiyaç var. Onun fark yaratması halinde Rusya maçında kendilerini bir üst tura yaklaştıracak skoru alma şansları olabilir.


13 Haziran 2016 Pazartesi

Euro 2016 yazıları-I: Temkinli başlangıçlar / A Grubu



Günde 6 saat maç, bir o kadar süre yorum, değerlendirme, özet, tekrar izlediğimiz; bıkıp usanmadan sadece futbol konuşmak istediğimiz; "sosyal aktivitelere hiç yer vermediğini" gururla anlatan ÖSS birincisi genç gibi koltuk ve ekranla bütünleştiğimiz günler başladı.

Her iki yılda bir yaz başlangıçlarını kaplayan Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası'nın futbolseverlerin büyük çoğunluğu için sabırsızlıkla beklenen eşsiz heyecanlar olmasının birçok sebebi var elbette. Bu sebepler arasında bence her turnuvanın kendi dinamikleriyle öngörülemeyen biçimde tezahür eden hikayeler ve kahramanlar çıkarması en önde geleni. Üst düzey yıldızları bir arada izlediğimiz büyük ligler veya Şampiyonlar Ligi gibi organizasyonlar bir tarafa, her şeyin 1 ay içinde olup bitmesi, bu turnuvaları cazip kılan esas sebep. Bazı oyunculardan beklenmedik ölçüde kötü performanslar gördüğümüzde "gününde değil" denir ya, işte burada başarılı olmak için takımların "ayında" olmaları gerekiyor. Zaten bu "ayında olma" işini sıklıkla başaran takımlara da "turnuva takımı" etiketi isabetle yapıştırılıyor.

Hal böyleyken, uzun bir futbol sezonunun görkemli bir kapanışına dönüşmesini beklediğimiz Euro 2016'da sahneye çıkan takımların, hele 24 takımın katılımıyla format değişmiş ve grup 3.sü olarak dahi eleme safhasına adını yazdırma imkanına kavuşmuşken, temkinli başlangıçlar yapmaları şaşırtıcı değil.

Bu yazı yazıldığı saat itibariyle 24 takımın 14'ü sahne almışken, göze çarpan birinci unsur İngiltere'nin müzmin açılış talihsizliğini sürdürmesi dışında herhangi sürpriz bir sonuçla henüz karşılaşmamış olmamız. Favoriler arasında sayılan Fransa ve Almanya ile turnuvanın zayıf takımlarıyla karşılaşan İsviçre ve Polonya kazaya uğramadılar. Bununla birlikte, hiçbir takım da gümbür gümbür oynayan, eksiksiz bir görüntü çizmedi. Zaten turnuvanın büyüsü de burada saklı. Çoğu takım zamanla iyileşirken, kimileri de zaaflarını görüp, belki taktik ve kadro değişiklikleriyle (Türkiye'den beklediğimiz gibi) sonradan açılmayı umacak. 

Bu yazıdan itibaren ilk maçlardaki izlenimlere göre gruplara yakından bakmaya çalışacağım:

A Grubu:

Fransa-Romanya: 

Evsahibi olduğu son iki turnuvayı (Euro 1984 ve 1998 Dünya Kupası) kazanan Fransa, Euro 2016'ya da kadro derinliği itibariyle en büyük favorilerden biri olarak girdi. Her turnuva öncesi olduğu gibi yine "çağrılmayanlar" üzerinden bir kavga kopsa da kamuoyunun Deschamps'a ve kadronun gençliğiyle dinamizmine güvendiği anlaşılıyor. Fakat en iyi kadroya sahip olmak her zaman şampiyon olmak demek olmuyor elbette.

Fransa'nın ne yapabileceğini test etmek için açılış maçında Romanya ideal bir takımdı aslında. Ne rahat bir galibiyetle yapay bir moral bombardımanı ve böbürlenme sağlayacak zayıf bir rakip, ne de açılış partisini bozacak tatsız bir sürpriz...Bilakis; kompakt, savunma direnci ve oyun disiplini yüksek, ezilmeyecek bir rakiple karşılaşmak artı ve eksilerin iyi görülmesini sağladı.

Açılış maçlarının kendine özgü bir havası vardır. Takımların oyuna ısınmaları konsantre olmaları gecikir, adeta sahneyi yadırgarlar. Takımlar açılış seremonisine çıktıklarında hala David Guetta sahnesinin arkada duruyor olması da bunun bir kanıtıydı zaten. Buna karşın hem Fransa hem Romanya derli toplu biçimde başlayıp, birbirine benzer formasyonda oynayan iki takım oyunu dar alana ve daha ziyade merkeze sıkıştırdılar. Fransa'nın bu planda tehditkar çözümler üretememesi Romanya'nın işine geldi. Hücuma da beklenenden iyi çıktılar ve Stancu ile net iki pozisyon buldular. Fransa öne geçtikten sonra hemen golü yemeseydi belki oyunun seyri farklı olurdu ama galibiyet için sahanın (ve aldığı gazla da muhtemelen turnuvanın) yıldızı Payet'nin olağanüstü bir katkısına ihtiyaç duydular.

Fransa orta sahası bu haliyle kendisiyle eşdeğer veya yakın tüm takımları bozacak ve oynatmayacak nitelikte. Fakat oyun rakip sahaya yığıldığında bir kişi fazla kalıyorlar. Bu yüzden Deschamps'ın Arnavutluk maçında Matudi'yi kenara çekip 4-2-3-1'e döneceğini ve yaratıcılık becerisi yüksek Coman'ı sağ kenara alıp Payet'yi serbest oynatacağını düşünüyorum. Bence de takımın yaratıcılık gücünün artması için en doğru formül bu. Son olarak savunma sağlam, Kante orta alanda tüm pis işleri yapıp tüm açıkları kapatıyor ama Sagna ve Evra'nın form durumları düşündürücü. Bu kadroya daha iyi seviyede bekler yakışırdı (bkz. İsviçre).

Romanya'nın kaderini ise bitiricilik becerisi tayin edecek. İsviçre maçı tipik bir beraberlik maçı gibi duruyor ama Romanya gol noktalarında etkili olursa ibreyi lehine çevirebilir. Bundan sonra da Arnavutluk maçı geliyor ki, orada da oyunu rakip sahaya yıkıp yıkamadıklarını tam olarak göreceğiz.



İsviçre-Arnavutluk

Şampiyona tarihinde ilk defa iki kardeşin farklı milli takım formalarıyla karşı karşıya gelmeleri, haliyle bu maça damga vuran esas hikayeydi. Bunun üzerine yeterince konuşuldu, analiz edildi o yüzden direkt maça geçmekte sakınca görmüyorum.

Arnavutluk, kadro bakımından turnuvanın en zayıf takımlarının başında geliyor. Ancak şurası unutulmamalı ki, Euro 2016'ya tesadüfen veya wild card gibi bir uygulamayla değil, grupta olaylı maçlar sonrası Sırbistan'ı ve Danimarka'yı geride bırakarak geldiler. Sadece bu 2.lik bile onların asgari bir oyun kalitesine sahip olduklarını gösteriyor. İsviçre önünde de kapasiteleri ölçüsünde doğru bir oyun oynadılar. Oyunun 2/3'ünü 10 kişi oynayınca daha ötesini yapma şansları yoktu ancak yine de 2-3 tane kaçırması atmasından zor pozisyonu heba etmeselerdi belki de turnuvanın ilk büyük sürprizine imza atacaklardı.

İsviçre'yi ise Arnavutluk hakkındaki bu analiz üzerinden okumak ve beklentilerin gerisinde kaldığını söylemek mümkün. Tabii bu yargıya varırken yazının başında atıfta bulunduğumuz "temkinlilik" kavramına ve özellikle santrfor Seferoviç'in aşırı savurganlığının etkisini de hatırda tutmak gerek. İsviçre sahaya 4-3-3 dizilişiyle yayılsa da, dünya çapındaki bekleri Liechsteiner ve Rodriguez'in oyunun büyük bölümünü rakip sahada geçirmesinden dolayı, ön libero Behrami'nin savunma üçlüsünün bir parçası haline gelmesiyle çoğunlukla sistem 3-4-3'e evriliyor. Bu oyun anlayışında ataklar merkezden Behrami-Xhaka ekseninden şekilleniyor ve sahayı enine iyi kullanma becerisi bir hücum zenginliği getiriyor.

Bu yapıda özellikle ilk yarıda Dzemaili'nin, bilhassa Galatasaraylıları hayıflandıracak ölçüde iyi bir performansla takımın hücumlarını şekillendirmesiyle İsviçre rakip kalede etkili oldu. Ancak ileri üçlüde Seferoviç'in yukarıda saydığım kötü performansı ile Shaqiri'nin eski günlerinden çok uzakta sadece "adı kalmış" şekildeki görüntüsü yüzünden İsviçre farkı arttıramadı. Oyunun büyük bölümünü 1 kişi fazla oynamalarına rağmen Embolo girene kadar adam eksiltip top tutma konusunda sıkıntı yaşadılar. Oyunun kontrolünü hep ellerinde tutsalar da, Gashi 89'da golü atsaydı muhtemelen Petkoviç durumu açıklamakta büyük zorluk çekecekti. Bu halde bile Romanya ile 2.lik mücadeleleri averaja kalırsa, bu maçı daha farklı bitirmedikleri için çok üzülebilirler.

Arnavutluk ise ilk maç itibariyle kendisine güven kazandıran ve tarafsız futbolseverlerin sempatisini toplayan bir oyun sergilemiş oldu. Başta kaleci Berisha olmak üzere birkaç oyuncu da kariyerlerine dikkat çekici ve umut vaat eden sahneler eklediler. Fransa önünde direnmelerini zor görüyorum ama böyle başı dik çıkabilecekleri bir mağlubiyet alırlarsa son Romanya maçı daha keyifli ve bir ölçüde sürprize açık hale gelecektir.