Gerçekten
de Avrupa futbolunun tartışmasız en iyi takımı olduğunu ispatlamış, dünyanın en
iyi oyuncusuna sahip, iskeleti aynı zamanda Dünya Kupası’nı alan ve 2 kez
Avrupa Şampiyonu olan İspanya’nın temelini oluşturan, hatta zaman zaman başka
bir zamanın veya başka bir gezegenin futbolunu oynadığı iddia edilen Barcelona’yı
uzun bir süredir Allianz Arena’daki kadar çaresiz ve etkisiz görmemiştik.
Burada
üzerinde durulması gereken yalnızca Barcelona veya Bayern değil, temsil
ettikleri ve sahaya koydukları futbol felsefesi. Zaten bir devrin kapandığını
ifade ederken de bunu kast ediyorum. Bayern Münih henüz Şampiyonlar Ligi’ni
kazanmadı, hatta henüz finale bile yükselmedi. Fakat bugüne kadar kimsenin
yapamadığını yapıp, Barcelona’nın devrilmez oyununu fizik güç üstünlüğü ve hıza
dayanan bir hücum futboluyla yendi. Maçın başından sonuna kadar her anında
üstünlüğünü rakibe hissettirerek, bir yandan caydırıcı bir yandan ısırgan ve
akıllı oynayarak kazandılar. Bugüne kadar Barcelona’yı geçmek için rakibin
silahlarını durdurmaya odaklanan kusursuz bir savunma futbolu gerektiğine kani
olmuştuk. Real Madrid ise Mourinho faktörüyle, saha dışı faktörleri de işin
içine katarak, her maçı kendi dinamiğinde ele alıp kapsamlı bir analiz sonucu
inşa edilen taktiklerle, o gün için kazanmanın pragmatik formülünü zaman zaman bulsa
da, hiçbir zaman oyun anlayışı açısından Barcelona dönemini sekteye
uğratamamıştı.
Barcelona’nın
bu sezon içinde Messi’ye fazla bağımlı hale geldiği; kendi oyun felsefesinin rakibi
yıldıran avantajlarına rağmen, zaman zaman bu oyun yapısından kaynaklı “tempoyu
arttıramama” gibi sıkıntıların yaşandığı ve en önemlisi rakip kim olursa olsun
Barcelona’nın kolay gol yiyen bir takıma dönüştüğü düşünülürse “perşembenin
gelişinin çarşambadan belli olduğu” yorumunu yapmak çok yanlış olmaz. Hatta Barcelona’nın,
“top hakimiyetine dayalı sürekli kısa pas” futbolunun zirvesini 2 yıl önce gördüğünü,
o tarihten itibaren bir nevi duraklama döneminde olduğu dahi söylenebilir.
Barcelona’nın
dün de her zamanki gibi topa daha çok sahip olan taraf olsa da neredeyse hiç
gol pozisyonu üretememesini nasıl açıklamak gerek? Messi’nin sakatlığının
etkisini bir yana bırakırsak Bayern’in neler yaptığına odaklanmak bu soruya da
biraz netlik kazandıracaktır.
Maçın iki kahramanı
Bayern nasıl başardı?
Bayern
belki de Bundesliga’yı çok önceden garantilemenin verdiği rahatlıkla tüm
konsantrasyonunu Şampiyonlar Ligi’ne çevirmiş, Arsenal ve Juventus’u ezici
üstünlük kurarak elerken favorilerden biri olduğunu ispatlamıştı. Barcelona’yı
geçmek için elbete bu performansın üstüne çıkmak gerekiyordu ve bunu şöyle
başardılar:
- Barcelona’yı durdurmak için önde basacaklarını düşünüyordum ancak belki de çok etkili pres gücüne sahip Mandzukiç yerine Gomez’in oynaması nedeniyle, beklediğimin aksine tüm takım kendi ceza sahası ön çizgisi ile orta çizgi arasındaki bölümde kümelenerek Barcelona’nın pas trafik alanını tıkadı.
- Kanatlarda Robben ve Ribery arkalarında oynayan Lahm ve Alaba ile mükemmel bir savunma dayanışması gösterek Barcelona’yı ortadaki gayya kuyusuna itti. Pedro ve Alexis tamamen silindiler.
- Ortadaki bu yoğun trafikte Schweinsteiger ve Martinez fizik üstünlükleriyle Xavi-Iniesta’nın oyunlarını bozdular. Müller ise tarihin en başarılı “defansif forvet” performanslarından birini sergiledi.
- Pas trafiği bozulunca, Messi kendisini rekorlara koşturan, sahanın 20-30 metrelik kısmında topla buluşup sonuca gittiği düzenin dışına çıkarak, geriye gelmek ve yine aynı girdabın içinde kaybolmak zorunda kaldı.
- Bu düzenin hücum tarafında ise Bayern ilk dakikadan itibaren oyunu Barcelona ceza sahası yakınlarında oynamak istediğini gösterdi. Maçın başından sonuna dek bekler Lahm ve Alaba dahil topyekün bir hücum tehdidi oluşturdular. Bir yandan kazandıkları toplarda Robben ve Ribery’nin üstün dripling yetenekleri hızlı ve dikine çıkarken, set hücumlarda ise sürekli hareket halinde olan Müller’in savunmanın dengesini bozması sayesinde, her seferinde boşluklar buldular.
Bayern
geçen yıl da buna benzer bir anlayışı sahaya koyarak yarı finalde Real Madrid’i
geçmeyi başarmıştı. Bu yıl takına yaptıkları Dante, Martinez ve dün oynamasa da
Mandzukiç takviyeleriyle bir üst seviyeye çıktılar. Bundesliga’da sürekli bol
gollü galibiyetler alırken, zor maçlarda ve deplasmanlarda kalelerini kapamayı
bildiler.
Maçı
bu maddeler üzerinden okuyunca şu sonuca varmak mümkün. Bayern, Barcelona’nın
çare üretmesine izin vermedi. Aklıma zamanında Rıdvan Dilmen’in Rijkaard için
yaptığı ve çok eleştirilen “B planı yok” eleştirisi geldi. Bunu “bir uzun boylu
forvet sok, top şişir hiç olmazsa” bağlamında söylemiyorum. Barcelona kendisine
klasik oyununu oynatmamayı başaran bir rakibe karşı alternatif üretemiyor. Eğer
o rakip dünkü Bayern gibi bir takım ise de 4’lük oluyor.
Zaten
yazının başından beri dünkü maçın bir dönemin kapanışı olduğunu ifade etmemin
sebebi de bu. Bayern başka bir oyunun mümkün olabileceğini, kimi zaman iyice
monotonlaşan pas futbolunun tahtının sallandığını gösterdi. Bundan sonra hızı
güçle birleştirebilen hücum takımları dünya futboluna damga vuracak.
Başlarken
boksa gönderme yapmıştım bitirirken de basketbola bir referans olsun. Bayern
dün, 1990’ların Efes Pilsen’inin müthiş “zone” savunması ile Phil Jackson’ın Chicago
Bulls’un “motion offense”ini futbol sahasında birleştiren bir performans ortaya
koydu dün akşam. Bundan sonra futbolun referans çıtası böyle bir noktaya
konmuştur artık.