1 Ocak 2015 Perşembe

Yalnız adamların yılı: 2014'ten kaleci hikayeleri

 
 
Her yılsonunda olduğu gibi 2014 ‘ü bitirirken de kitleleri ilgilendiren siyaset, müzik, sinema, spor gibi sayısız alanda “yılın en… leri” listeleri paylaşılıyor. Futbolda da geride bıraktığımız yıl bu tür listeler için fevkalade verimli geçti. Belki Meksika 86’dan bu yana izlenen en heyecanlı Dünya Kupası’nı yaşamamız, Real Madrid’in yıllardır bekledikten sonra kavuştuğu “decima”sı, Simeone’nin takım oyununu yeniden tanımlayarak yılın çıkışını yapan Atletico Madrid’i, flaş transferleri, olağanüstü golleri gibi 2014’ü hatırlanır kılacak, üzerinde konuşulabilir birçok şey var.
 
Hıncal Uluç-Haşmet Babaoğlu ve rahmetli Kenan Onuk üçlüsünün kaçırmadan izlediğim “90 Dakika” programı günlerinden kalmış bir kaleci tanımı var aklımda: “Yenmeyecek golü yemeyecek, yenecek gollerden de bir kısmını kurtaracak.” Günümüzde ise kalecilerin oyun içindeki rolü bu tanıma hapsedilemeyecek kadar önem kazanmış ve üst düzey kalecilerin kalitesi de böyle basite indirgenemeyecek ölçüde hayranlık uyandırır hale gelmiş durumda.
 
Bu kanaatin yerleşmesinde, şüphe yok ki 2014 yılında izlediğimiz olağanüstü kaleci performanslarının büyük etkisi olacak. Bu yüzden, birçok yerde gördüğüm ve birçoğuyla hemfikir olduğum “futbolda 2014” listelerine bir yenisini eklemenin anlamlı bir katkı olmayacağını düşündüğümden, bu yıl akılda kalan kaleci hikâyelerini not düşmek istedim.
 
Manuel Neuer: Özel bir adam
 
Ballon d’or (Altın Top) ve FIFA Yılın Oyuncusu (bu iki ödül 2010 yılından itibaren birleştirildi) ödülleri tarihine baktığımızda 1963’teki Lev Yashin örneği dışında, ödülü kazanan bir kaleci yok. İlk 3’e giren son kaleci 2006’da ikinci olan Buffon. Daha öncesinde de 2001 ve 2002 yıllarında Oliver Kahn’ın üçüncü olduğunu görüyoruz.
 
Manuel Neuer uzun zamandır ilk 3 aday arasında listede yer alan ilk kaleci olarak göze çarpıyor. 2002 ve 2006 örneklerine baktığımızda, ortada kalecilerin yelkenlerini şişiren Dünya Kupası rüzgarının 2014 için de geçerli olduğunu teslim etmek lazım. Fakat Neuer’in, bunun çok daha fazlasına işaret eden bir “fenomen” haline geldiğini söylemek yanlış olmaz.
 
Kendi adıma Lev Yashin, Gordon Banks, Sepp Maier, Dino Zoff gibi isimlere yetişemediğimden ve o dönemki futbolun karakterinin çok farklı olmasından dolayı herhangi bir kıyaslama isabetli olmayabilir. Fakat bugüne bakıldığında, bizim kuşağın efsane kalecileri Schmeichel, Kahn, Van der Sar, Buffon gibi isimlerle kıyaslandığında, Neuer’in hepsinin olumlu vasıflarını kendinde toplayan ve oyun içindeki etkisiyle fark yaratan bir oyuncu olduğunu teslim etmek gerekir. 
 
Neuer, oyunun içindeki etkisiyle, bildiğimiz kalıplar içindeki kalecilik anlayışını çok farklı bir yere taşıyarak, önümüzdeki yıllarda bu anlamda dünya futboluna damga vurmaya devam edecek gibi görünüyor. Top tekniği Güney Amerikalı kalecilere atfedilen topu oyuna sokma becerisiyle; çizgi üzerindeki başarısı üstün reflekslerle; takımın hücum oyununa ve kompakt oynayabilme becerisine katkısı ceza sahasının bütününe hakimiyetle açıklanmayacak kadar farklı bir düzeyde. Bütün kalecilik melekeleri, kendi başına bir “Neuer standartı” oluşturmuş durumda.
 
Alman kaleci, gerek bireysel performansı, gerek Dünya Şampiyonu bir takımın asli unsuru olarak 2014 yılının en iyi futbolcusu ödülünü sonuna kadar hak etti. Ancak, diğer adaylar 2007’den beri dünyada yılın futbolcusu ödüllerinde her seferinde ilk 3’te yer almayı başarmış Ronaldo ve Messi olduğunda, haydi haksız demeyelim de asimetrik bir rekabet sözkonusu oluyor ne yazık ki. Ronaldo ve Messi gol istatistiklerini paramparça etmeye devam ettikçe Neuer ya da herhangi başka bir oyuncunun Federer-Nadal rekabetine Djokoviç misali dahil olması mümkün görünmüyor. Bu asimetrik rekabet, bu yetenek ve muhtelif sezonlardaki performans düzeyiyle 2000’lerin başında olsak (Ronaldo ve Messi’siz bir dünyada) bu ödülü rahatlıkla alabilecek Ribery, Robben, Ibrahimoviç gibi isimler için de geçerli fakat bu ayrı bir yazı konusu.
 
Thibaut Courtois: Kaleci dediğin maç kurtaracak
 
Yılın kalecisi tartışmasız Neuer olsa da, takımına seviye atlatan bir isim olarak Belçikalı Courtois da övgüyle anılmayı hak ediyor. Atletico Madrid, 2014’te La Liga şampiyonluğunu kazanarak ve Şampiyonlar Ligi finaline ulaşarak,  birçoklarına göre yılın en görkemli başarı öyküsüne imza atarken, başrollerin birinde Courtois vardı.
 
Ronaldo, Messi, Robben, Suarez, Neymar gibi fantastik yetenekleriyle maç kazandıracak oyuncusu olmayan, en büyük golcüsü ancak iyi işleyen ve kendi özelliklerine uygun bir düzende verim alınabilen (İspanya milli takımındaki başarısız performansını hatırlayalım) Diego Costa olan bir takımın bu seviyeye gelebilmesinde aslan payı elbette hem taktik hem motivasyon anlamındaki üstün başarısıyla teknik direktör Simeone’ye ait. Ancak böyle takımlar için her şeyi kusursuz yapsanız bile özel kahramanlıklara ihtiyaç duyulduğu da bir gerçek.
 
Geçtiğimiz yıl Courtois’nın tek başına kaç maç kurtardığını, imkansız denen birçok topu nasıl çıkardığını, savunmasıyla uyumunu, genç yaşına rağmen gösterdiği soğukkanlılığı düşününce onun da özel bir adam olduğunu vurgulamak gerekiyor. Chelsea’de, başka bir lig ortamında kaldığı yerden devam ettiğini ve Dünya Kupası’nın göz alıcı ve ileriye dönük büyük umut vaat eden takımı Belçika’nın oyunundaki etkisini de düşünüldüğümüzde,  belki Neuer’le çağdaş olmasa dünyanın en iyisi diyebileceğimiz bir kaleciden bahsettiğimizi söyleyebiliriz.
 
Gianlugi Buffon: Tecrübe abidesi
 
Yazının başlarında bizim kuşağın efsane kalecileri arasında onu zikretmiştim. Bugün de hala kaliteli bir şarap misali değerinden bir şey kaybetmemiş olması aslında onun nesiller üstü olduğunu ve üstün kalitesini kanıtlıyor. Hala yetenekli, hala hırslı ve hala üst düzeyde liderlik edebilecek karakter sağlamlığında. 2014 onun için kariyerinin en şaşalı senesi olmasa da İtalya gibi istikrar abidesi oyuncular yetiştiren bir ülkenin en çok milli olan oyuncusu olma unvanına erişmesi, 5.inci kez Dünya Kupası kadrosuna çağrılıp, 4.üncü kez Dünya Kupası’nda oynamış bile ona bu yılın dikkat çeken öykülerinde atıfta bulunmamız için yeterli.    
 
Keylor Navas: Gösterişsiz yıldız
 
Dünya Kupası'nın en büyük sürprizini İngiltere, İtalya, Uruguay'ın olduğu gruptan tek gol yiyerek yenilgisiz çıkan ve çeyrek finalde penaltılarla elenen Kosta Rika'nın yaptığı konusuna çoğu futbolseverin hemfikir olduğunu sanıyorum. İşte bu Kosta Rika takımına baktığımızda büyük yıldız olarak nitelendirilebilecek herhangi bir oyuncuyu geçtim, akıllarda kalan oyuncuları saymak istesek; Bryan Ruiz, Campbell, belki Tejeda derken şu anda kulüp düzeyinde nerede olduğunu bilmekte zorlanacağımız isimlerden başkası akla gelmiyor.
 
Keylor Navas işte bu takımın gösterişsiz yıldızıydı. Fazla spektaküler tarafı olmayan ama işini layıkıyla yapan ve takımının zaferinde başrolü üstlenen kaleci, esasen 2014'te kariyerinin altın dönemini yaşadı. Levante'de geçirdiği ve Courtois'nın önünde "La Liga'da Yılın Kalecisi" ödülünü kazandığı sezonu bu üst düzey Dünya Kupası performansıyla taçlandırması, onu hayallerinin takımı Real Madrid'e taşıdı.
 
Şu anda Casillas'ın yedeği konumunda bir kaleciye bu kadar yer ayırmak garip gelebilir belki. Navas'ın temsil ettiği kalecilik modeli yıldızlara alışkın Real için de yeterli gelmeyebilir. Ama şurası gerçek ki Casillas'ın arkasında olabilecek en güvenilir isim duruyor. Halihazırda Petr Cech ile birlikte dünyanın en iyi "yedek" kalecisi olan Navas da bu açıdan saygıyı hak ediyor.
 
Tim Howard: Senede bir gün
 
ABD'li kaleci kariyeri boyunca her zaman dünyanın kalburüstü kalecilerinden biri olarak kabul edildi. Man Utd. kariyeri belki zamanlama yanlışlığından istediği gibi gitmedi ama akabinde Everton'da yakaladığı istikrar ile Premier Lig'de rüştünü ispat etti ve saygınlığını artırdı. Şimdi 35 yaşının tecrübesiyle, yetenekli, güvenilir ve hala üst düzeyde futbol için yeterli bir kaleci olmaya devam ediyor.
 
Esasında onun bu listede yer almasının nedeni 2014 yılının bütünündeki performansından ziyade yalnızca bir gün, hatta sadece 120 dakika. Aslında iyi bir yıl geçirdi, Dünya Kupası özelinde de performansını bir kademe yukarıya taşıdı ama öyle bir maç var ki hepsinin önüne geçti.
 
Bir kaleci hakkında iyi bir maç çıkardı demek için kaç kurtarış yeterli olur. 5-6 ya da 8-9? Dünya Kupası 2. turunda 1 Temmuz 2014'te Salvador'da oynanan ABD-Belçika maçında ilk turdaki durgunluğunu atmış ve coşkun bir sele dönüşmüş Kırmızı Şeytanlar karşısında tek başına duran bir adam tam 15 kurtarış yaptı. 90 dakika boyunca geçilmez gibi bir kaya gibi direndikten sonra uzatmalarda De Bruyne'nin golüne engel olamadı.
 
Madem bir kaleci dosyası açıyoruz, yılın en akılda kalan performansını es geçmek olmazdı elbette.
 
 
David De Gea: Gelecek güvende
 
İspanya futbolu, dünyada son 10 yıla damgasını vururken, sadece A takım düzeyindeki başarılarla değil, tüm yaş kategorilerinde elde ettiği dereceler ve her mevkide yetiştirdiği yıldızlarla egemenliğini pekiştirdi. Bu süreçte 19 yaşından beri en üst düzeyde oynayarak dünya tarihinin en büyük kalecilerinden biri haline gelen ve kaptan olarak bir Dünya Kupası ve iki Avrupa Şampiyonluğu kazanan Iker Casillas çok özel bir role sahipti.
 
Bu tür özel adamların veliahtı olmak çok ağır ve zor bir sorumluluk elbette. 2014 yılına kadar bu konuda bir ihtiyaç hissedilmiyordu ama Casillas, Dünya Kupası'nda kariyerinin en feci performansını ortaya koyunca sonrasını düşünmek kaçınılmaz oldu.
 
2014 yılı De Gea için Casillas sonrasına dair soru işaretlerini giderdiği bir yıl olarak hatırlanacak. Özellikle 2014-15 sezonunda, oyun yapısını ve takım kimyasını henüz oturtamamış Van Gaal'in Man. Utd.'ında iş başa düştüğünde sivrilebildiğini kanıtladı. Büyük takım kalecisi olmanın maç kurtarmak gerektirmesinin ötesinde, çok pozisyon veren bir takımın kalecisi olmak onun sivrilmesine yardımcı oldu. Bu yıl Premier Lig'de Liverpool maçındakine benzer performansları tekrarladıkça, takımıyla beraber büyüme şansının çok fazla olduğu görülüyor. "The Wall" gibi bir lakabı olacaksa, bunu hak etmek kolay değil.
 
Jasper Cillessen-Tim Krul: Psikoloji
 
2014'e ilişkin açtığımız bu kalecilik dosyasını yılın en ilginç hadiselerinden biriyle tamamlamak istiyorum. Esasında bu olayın kahramanı belki kalecilerin kendisinden ziyade Louis van Gaal olsa da bu "çılgın" hamlenin sonuca ulaşmasını sağlayan Tim Krul'un kurtarışları oldu elbette. Kısaca hatırlatmak gerekirse Dünya Kupası çeyrek finaline Hollanda-Kosta Rika maçına geri gitmek gerekiyor.
 
Futbolda psikolojik faktörlerin önemi herkesin malumu ancak kalecilik sözkonusu olduğunda bu faktörler daha fazla ön plana çıkıyor. Bu maç da bu fikrin doğruluğunun en belirgin kanıtlarından biri olarak tarihe geçecek belki de.
 
110. dakika itibariyle golsüz devam eden maçta kenarda Hollanda yedek kalecisi Tim Krul'u ısınırken görmek şaşırtıcıydı. Bu şaşkınlık 119. dakikada yapılan oyuncu değişikliğiyle hat safhaya ulaştı zira kaleci Cillessen penaltıların hemen öncesinde yerini Krul'a bıraktı. Neticede Krul, 3 penaltı kurtarıp takımını yarı finale taşıdı ve hocasını mahcup etmediği gibi futbol tarihinin en ilginç olaylarından birine imza attı.
 
İşin ilginç yanı Hollanda'nın yarı finalde Arjantin'le oynadığı maç da penaltılara gitti. Van Gaal aynı şeyi tekrarlar mıydı bilinmez ama oyuncu değişiklik hakkı dolduğundan Krul penaltılar için oyuna giremedi ve Hollanda kaybetti.