Geçtiğimiz sezonu rüya gibi bir sonuçla çifte kupayla kapatan Galatasaray'ın taraftarlarının sezona böyle sıkıntılı biçimde girdiğini görmek, bu zaferlerin üzerinden sadece 2 ay geçtiği düşünüldüğünde bir hayli şaşırtıcı gelebilir. Fakat tam da bu 2 aylık döneme sığan birçok gelişme, kulübün ihtiyacı olan futbol aklının ortaya konması bir yana, nasıl lalettayin idare edildiğini gösterdi. Bu sezon üst üste 4. kez Şampiyonlar Ligi'nde Türkiye'yi temsil edecek ve son 3 yıldır olduğu gibi yine tek tabanca olacak bir kulübün, yeni sezonun başlamak üzereyken mevcut halinin getirdiği duyguyu tarif etmeye çalışsak tedirginlik, huzursuzluk, güvensizlik gibi kelimeleri kullanabiliriz.
Peki yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere, 3 kupanın gururuyla poz veren oyuncuların ve bu takımın yaratıcısı Hamza Hamzaoğlu'nun, geçen sezonki kadro (Bruma, Sinan Bolat ve Pandev gibi yardımcı aktörler dışında) korunup Podolski gibi yıldız bir takviye de yapılmışken güven verici olmaktan bu kadar uzaklaşmış olmasının nedenleri ne?
Fenerbahçe'nin transfer piyasasına bomba isimlerle girerek, tabi caizse çarşıyı karıştırması, yaz sezonu boyunca 24 saat sosyal medya üzerinde transfer kovalayan genç kuşak taraftarların, ezeli rakiplerine ezilmemek adına büyük isim beklentisine yol açsa da esasen marka transfer olarak Podolski tek başına yeterliydi. Sneijder ve Drogba ile "çilek transfer" kavramına alışan bu yeni nesil "ergen" taraftar profilinin, Ibrahimoviç şayiasına kapılma işini abartıp, Süper Kupa finalinin ardından dahi yapılabilen tezahüratlara dönüştürmesi, açık bir doyumsuzluk emaresi olsa da, son tahlilde doğru mevkilere yapılacak mantıklı hamlelerle bu kitleyi dahi tatmin etmek mümkündü.
Üç isim saysam meramımı daha net anlatabilirim sanıyorum: Maxi Pereira, Mbia ve Gignac.
-Maxi Pereira: Muslera'nın Uruguay milli takımından arkadaşı, Cüneyt Tanman'ın tarihe geçecek kadar ölçüsüz yorumuna göre "Sabri'den daha iyi olmadığı" iddia edilen sağ bek, Porto'ya bedelsiz transfer oldu.
-Stephane Mbia: UEFA Avrupa Ligi'ni iki sezon üst üste kazandığı Sevilla ile sözleşmesinin sona ermesinin ardından Türkiye'ye Trabzonspor'a geldi. Rotayı Türkiye'ye çevirmişken, Şampiyonlar Ligi'nde oynayan bir takımı tercih edebilirdi elbette.
-Andre Pierre Gignac: Marsilya'dan ayrıldıktan sonra Meksika ligine bedelsiz transfer olan bu oyuncuyla ciddi biçimde ilgilenildi. Belki de Galatasaray'ı istemedi, farklı bir macera aradı. Fakat, yine de ikna edilebilirdi.
Bu isimlerin yerine Rafael Da Silva'yı, Bursaspor'dan ayrılan Belluschi'yi veya Fiyatı el yakıyor dendikten sonra Beşiktaş'ın kiraladığı Mario Gomez'i ve benzer oyuncuları sayarak bonservis bedeli ödemeden veya kiralama yoluyla kadroya katılabilecek oyuncularla kadroyu güçlendirmek mümkündü.
Fakat bunun yerine Türk oyunculara hak ettiklerinden yüksek rakamlı kontratlar verme trendinin bir uzantısı olarak Sabri'ye hiçbir yerde alamayacağı bir ücretin verilmesi, takıma hiçbir katkısı olmayan Aydın'la sözleşme yenilenmesinin gündeme gelmesi, düşüş yaşayan ve Galatasaray'a gelmek için can atan Jem Paul Karacan'ın transferi gibi gelişmelerin, Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak bir takımın vizyonuyla alakasız olduğu net biçimde görüldüğünden, geçen yılki 4 gollü mağlubiyetlerin tekrarlanması korkusunu kuvvetlendirdi.
Hamza Hamzaoğlu'nun rolü
Hamza Hamzaoğlu geçtiğimiz sezon Prandelli'den devraldığı psikolojik enkaz üzerine, 13-14 oyuncudan maksimum verim almaya dayalı kanaatkar bir pragmatizm uygulamıştı. Mesela Dzemaili gibi oyunculara hiç bakmadı ama güven ilişkisi kurmayı başardığı Yasin gibi oyuncuları tahayyül edilemeyecek ölçüde parlatmıştı..
Fakat saha içindeki başarısının yarattığı bu rüzgar saha dışındaki söylemlerle büyük ölçüde tersine döndü. Hamzaoğlu da gereksiz yere yönetim adına kulübün sıkıntılarını üstlenme çabasını gösterirken, her söylemiyle kafaları biraz daha karıştırarak ne yazık ki güvensizliği arttırdı. Takım içi dengelere bu kadar vurgu yaparken, takım içi rekabetin, alternatif bolluğunun getireceği faydaları göz ardı ediyor göründü. "Melo giderse takım içinden alternatifini buluruz, Hakan Balta'yı oynatırız, Burak varken forvet için daha iyisini aramaya gerek yok" gibi söylemlerle herkesi tedirgin etti.
Halbuki teknik direktörün yönetim apolojisine soyunması üst düzey bir kulüpte örneğine rastlanması zor bir şeydir. Türkiye'de ise ne yazık ki "camianın evladı" olmanın matah bir şey olarak sunulduğu durumlar, geçen sezon İsmail Kartal'da ve önceki dönemde üç büyüklerin hepsinde zamanında gördüğümüz Bülent Korkmaz, Ertuğrul Sağlam, Oğuz Çetin örneklerinde olduğu gibi hep teknik direktörlerin yetersizliklerini ve/veya başarısızlıklarını örtmek için kullanıldı ve teknik direktörü yönetim karşısında "ezik" bir konuma soktu. İlk yılında, sezon ortasında gelip eşine az rastlanır bir başarıyla 3 kupa birden kazanan Hamza Hamzaoğlu ise zaten kendini kanıtlamış olduğu için esasen bu söyleme hiç ihtiyacı yoktu.
Geçtiğimiz sezon 34 lig+6 Şampiyonlar Ligi+12 Türkiye Kupası olmak üzere toplam 52 maç oynadı Galatasaray. Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde grubu 3. bitirip UEFA Avrupa Ligi'ne gidip çeyrek final oynadı diyelim, 60 maça yaklaşıldığı anlamına gelir. 60 maçlık bir sezonu 11 as oyuncu ve 3-4 ana joker yedek ile geçiremezsiniz. 1970'lerin takımları gibi salt ideal 11 üzerinden, "as oyuncularla aynı kalitede oyuncu alırsak bize 3 kupa kazandıran oyuncuları gücendiririz" mantığı güdemezsiniz. Şartlar sizi buna zorlarsa da, huzursuzluk çıkarmadan "sessiz kalarak" düşüncelerinizi ihsas ettirebilirsiniz.
Aslında teknik direktörün saha içine daha iyi odaklanmasını sağlayacak, transfer gibi netameli konularda basınla takım arasında tampon görevi görecek ve hatta transferlerde bizzat önemli bir rol üstlenecek bir sportif direktör bu sıkıntıları çözebilirdi. Maalesef yaz döneminin başında Cüneyt Tanman buna benzer bir görevi üstlenmeye çalıştığında işler daha da karmaşık hale geldi. Bu yüzden aslında şampiyon kadrodan en çok aranacak isim Abdürrahim Albayrak. Onun gibi taraftarın gözünde sempatisi ölçülemez bir ismin bu süreci yürütmesi çok daha olumlu bir algı yaratabilirdi.
Melo krizinin yönetilememesi çok daha etraflıca ele alınmalı. Tek cümleyle özetlemek gerekirse; bu sıkıntılar sezon sonunda görülüp, yabancı sınırı da kalkmışken çok iyi bir alternatif bulunarak, kendisi de gitmek isteyen Melo'ya teşekkür edilebilirdi. Kalırsa da alınan oyuncu iyi bir alternatif olur, takım içi rekabet yaratırdı. Son duruma göre Melo kalmış görünüyor ki bu kadar yıpratıcı bir süreç yaşanmasına kariın, onun varlığı takım lehine elbettte artı bir değer olacaktır.
Bütün bunlara rağmen aslında sorun transfer değil. Kulübün mali yapısının bazı şeylere mani olduğu anlaşılıyor ki bu da bir yere kadar kabul edilebilir. Bu veriye göre strateji belirleyeceğiniz, hedeflerinizi, anlayışınızı kuşku götürmez biçimde ortaya koyabileceğiniz bir futbol aklının varlığına ikna edebildiğiniz sürece...
İkinci bölümde de oyun yapısını ve Galatasaray'ın bu sezon neler yapabileceğini tartışacağım.