15 Mart 2013 Cuma

Avrupa Fatihi'nin dönüşü

İstanbul'da düzenli olarak maçlara giden birisi olarak Galatasaray'ı senede bir-iki kez ancak izleyebilmek içimde bir yara. Neyse ki, hava koşullarına ve bilet bulmanın meşakkatli yollarına rağmen muradıma erdim ve 200 km. kadar yakınıma gelmiş takımımın maçını çok şükür ki kaçırmadım.
En son Galatasaray maçına  gittiğimde tarih 19 Şubat 2011'di ve TT Arena'da Bucaspor karşısında mücadele eden kadro şöyleydi: Zapata/ Serkan Kurtuluş (Yekta 56), Neill, Servet, Çağlar/ Kazım (Emre Çolak), Sabri (Mustafa Sarp 90+2), Cana, Culio/ Baros, Stancu.
Dün bu maçtan tam 2 yıl 1 ay sonra sahaya çıkan kadro ise: Muslera/ Eboue, Semih (Gökhan Zan), Dany, Riera/ Melo/ Hamit, Sneijder (Amrabat), Selçuk/ Drogba, Burak (Umut)
İyi niyetle mücadele eden, Galatasaray formasını terleten oyuncuların emeğini  küçümsemek gibi bir lüksüm asla olamaz ama iki kadroyu karşılaştırınca nereden nereye dememek elde değil. Fakat her şeyden önce, "İyi futbol, iyi futbolcularla oynanır" gerçeğini kabul edip, Başkan Ünal Aysal ve yönetimine şükranlarımızı sunmamız gerekiyor.

Galatasaray, son 10 yıllık dönemin belki de en kritik maçında (12 Mayıs 2012 Fenerbahçe ile şampiyonluk maçıyla beraber), Schalke 04 karşısında çıktı ve mükemmel bir galibiyet sonrası Şampiyonlar Ligi'nde bir kez daha çeyrek finale kalarak, yeniden Avrupa'nın elitleri arasındaki yerini tescillemiş oldu.

Schalke kura çekimi yapıldığında, diğer devlerin yanında makul bir seçenekti. Aradan geçen sürede onlar bir krizin içine girerken, Galatasaray özellikle yaptığı flaş transferlerle bir anda turun favorisi konumuna gelmişti. Ancak son 1 ayda durum yeniden tersine döndü ve bu kez oyun düzenin oturtmuş, sorunlarını çözmüş bir Schalke; Sneijder ve Drogba ile işleyen bir sistem formülü oluşturamayan, arayış içindeki bir Galatasaray karşısına, ilk maçın skoru da hesaba katılınca, itiraf etmek gerekir ki "favori" olarak çıkacak bir avantaja erişti.
Schalke'nin özellikle son Dortmund maçındaki oyunu ve kanatları etkili kullanması, ben dahil birçok kişide Galatasaray'ın kanatları kapatmaya öncelik vermesi gerektiği kanaatini oluşturdu. Ancak Fatih Terim olmak kolay değil... Hiçbir yıldız oyuncusundan vazgeçmeyip, daha sahaya çıkan kadroyla kazanmaya geldiğinin mesajını verdi Galatasaray'ın hocası. Sneijder'i işletecek formül bulunmuş ve Hollandalının geldiğinden beri en istekli, tempolu ve verimli oyununu oynamasıyla orta saha hakimiyetini ele geçirmişti. Çok korkulan sol kanat savunmasında Riera yalnız gibi görünmesine rağmen  Selçuk bu zor görevini hiç aksatmadı. Zaman zaman Sneijder'in biraz önde olduğu bir baklava (diamond) dizilişini andıran 4-1-3-2 sisteminde Melo, etkili presleriyle Schalke savunmasının önünde oynayan isimlerle hücum hattının bağlantısını kesmeyi başaran üçlünün arkasını çok iyi süpürdü ve bu anlamda çok önemli bir rol üstlendi.
İlk maçta alınan 1-1 bir dezavantaj gibi görünse de, her sahada gol atabilecek "hücum odaklı" bir takım için,  mesela 2-1 galibiyet veya 0-0'lık beraberlikten çok büyük bir farkı olmadığını düşünüyorum. Çünkü maçın başında gol yense bile, son ana kadar sürekli oyunun içinde kalmak mümkün. Nitekim Galatasaray iyi oynarken hak etmediği biçimde golü yemesine rağmen  paniğe kapılmadı ve Hamit'in ve Burak'ın çok güzel iki golüyle devre arasına tur cebinde girmeyi başardı.
İkinci yarı Schalke'nin baskı yapması bekleniyordu zaten. Sorun Galatasaray'ın buna karşılık ne yapacağı idi. 70. dakikaya kadar gol yemeden dayanılması halinde Schalke'nin oyundan düşmesi ve Galatasaray'ın birçok kontratak şansı bulması beklenebilirdi. Nitekim Terim de maç sonu konuşmasında da değindiği gibi, muhtemelen "skoru koruma psikolojisini" önlemek için hücumcu 11'ini değiştirmedi.
Galatasaray'ın ikinci yarı başında bu ağır baskıya maruz kalmasında temel etken Melo'nun, biraz da içgüdüsel olarak 3. bir stoper olarak savunmanın içine gömülmesi oldu. Böylece onun boşalttığı alana nüfuz eden Draxler, ikinci yarı herkesi büyüleyen bir performans sergiledi. Fakat belki de bundan daha önemlisi Drogba'nın tanınmayacak halde olmasıydı. Baskıyı azaltmak için, can havliyle uzaklaştırılan topları indirecek, tutacak, faul alacak bir performans gerekirken (ki bunlar Drogba'nın standartı), fizik kondisyonu yetersiz kalan bir forvet izledik. Neyse ki Semih ve Eboue başta olmak üzere savunmanın dikkati ve üstün mücadelesi, ve en önemlisi Muslera'nın olağansütü performansıyla Galatasaray, tribünde bize ecel terleri döktürerek de olsa, Umut'un son dakikadaki golüyle Almanya'da Alman takımlarına karşı oynadığı son 6 Avrupa maçındaki 4. galibiyetini alarak, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale adını yazdırmayı başardı. 
Burada birkaç isme ayrı parantez açmak gerektiği kanısındayım:
Hamit Altıntop: Sezon başından beri direklere takılması espri malzemesi olmuşken, ilk golünü atması için bunun gibi bir "the match" e ihtiyacı vardı demek ki. Gol atmayı en çok hak eden isim olduğunu düşünüyorum. Gol dıiında 90 dakika boyunca görevini eksiksiz yaptı, en çok koşanlardan biri oldu. Zaten Galatasaray'a geldiğinden beri, hiçbir zaman mücadele gücü düşmedi, her maçta tüm kapasitesini sahaya koydu. Sadece bazen fazla güven, biraz da "inceci" oynama isteği yüzünden verimsiz olduğu maçlar oldu. Ondan hiç vazgeçmediği için Terim'e bir şükran borcu var. Bizim de Samuel Beckett'tan ilham alarak, denemekten vazgeçmediği için Hamit'e.
Fernando Muslera: Milan Baros'un ardından yazdığım veda yazısında Galatasaray geleneğinde efsaneleşen yabancı kalecilerden bahsetmiştim. Muslera da bu zincirin son halkası olduğunu kesin biçimde Galatasaray taraftarının gönlüne kazıdı. Umarım uzun yıllar o kalede kalır. Dün özellikle 2. yarıda Galatasaray'ın en şiddetli biçimde baskı yediği bölümde başta Pukki'nin topunu mükemmel biçimde çıkarması olmak üzere, direnen, vazgeçmeyen ve takımı ayakta tutan isim olarak maçın kahramanı oldu.
Selçuk İnan: Her attığı adımda taşıdığı formanın hakkını veren, "sahadaki biz" olan kaptan. Avrupa'nın en kaliteli orta saha oyuncularından biri olmasının yanında takımı zekasıyla ve mücadelesiyle taşıyan isim oldu 1,5 yıldır. Dilimizi ısırarak konuşalım ama tarihe bir Galatasaray efsanesi olarak geçmesini çok istiyorum. Dün son dakikadaki pozisyonda Umut'a attırdığı gol her şeyi özetliyor ama esas Schalke'nin en tehlikeli yeri dediğimiz sol kanadı, kanat oyuncusu olmadığı halde nasıl kapattığını unutmamak gerek.
Burak Yılmaz: Futbolda gelişmenin sonu olmadığının en canlı ispatı olarak sürekli kendi limitlerini zorluyor. Dün atttığı 8. golüyle Şampiyonlar Ligi'nde üst üste 6 maç gol atma rekorunu egale etti. Golde savunma+kaleci hatası var ama önemli olan Burak'ın yılmadan takip etmesi, golü kovalaması. Eski Burak olsa belki o ilk fiziksel temasta bırakırdı kendini. Avrupa'nın en iyi santrforlarını sıralasanız Ibrahimoviç, Falcao, Van Persie, Cavani, Suarez... vb. çok aşağı kalır yanı olduğunu düşünmüyorum artık, hele bu şekilde kendini geliştirmeye  devam ederse...



Fatih Terim: Galatasaray, 2011'de dibe vurduktan sonra futbol takımı için birçok atılım gerçekleştirdi ama benim şahsi düşüncem bu sürecin lideri Fatih Terim olmasaydı, 1,5 yılda bu noktaya gelinemezdi. Terim,  Galatasaray'a gelebileceği en doğru  zamanda geldi. Onun gibi biri için bir dava, bir mücadele, bir sınama gerekiyor. Kendini yeniden ispatlama sınavıyla beraber Galatasaray'ı ayağa kaldırma sınavını veriyor. Terim, egosu dağları aşmış, hatasız ve her şeye muktedir biri olduğu için İmparator sıfatını almadı. Tam tersine belki kendisine "imparator" denilmesinden sonraki süreci iyi yönetemediği için kendi egosunun altında ezildi. Şimdi biz kenarda, 1990'lardaki heyecanını yeniden kazanmış ancak geçen süre içinde bilgisini, tecrübesiyle yoğurarak olgunlaşmış, kendini tekzip edercesine hatalarından "ders almış" akil bir "yürek adamı"nı görüyoruz. 

Bitirirken her zaman olduğu gibi Almanya'yı Türkiye'ye çeviren Galatasaray seyircisine değinmek gerek. Galatasaray zamanında çıtayı çok yükseklere koymuş olduğu için Avrupa maçlarının atmosferi, heyecanı bambaşka oluyor. Etrafımdaki hemen hiç kimsenin Gençlerbirliği maçının bitiş düdüğünde dahi yenilgiyi değil, Salı gününü, Schalke maçını düşündüğüne eminim. Bu ruh, bambaşka bir şey, tüm Galatasaraylılara sirtayet ediyor. Ben dün maça yalnız gittim fakat tandığım tüm Galatasaraylıların enerjilerini de içimde götürdüğümü hissediyordum. Bunu anlatması zor... Şu kadarını söyleyeyim, Galatasaray'a Avrupa; Avrupa'ya Galatasaray lazımmış. Birbirlerini çok özlemişler.






Not: Fotoğraflar Galatasaray'ın resmi facebook sayfasından alınmıştır.
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder