2010-2011 sezonu tüm Galatasaraylılar için unutulmak istenen bir sezon olarak “hatırlanacak”. Hatırlanacak, çünkü unutulmaması lazım. Çünkü Galatasaraylılar olarak her hafta bir öncekinden daha fazla kızdığımız, hayal kırıklığına uğradığımız, utandığımız bir dönem yaşadık. Daha kötüsü olamaz dediğimiz her seferinde, daha kötüsü başımıza geldi.
Bütün bunların miladının 2008 sezonunda kazanılan şampiyonluk olduğunu “Hayalden Uyanış” yazımda uzun uzun anlatmıştım. Daha sonra Galatasaray’la ilgili tek bir yazı yazmışım, 15 Kasım’da Manisa maçından sonra. “Çöküş” başlığını koyduğumda herhalde ben de artık dibe vurduğumuzu ve daha kötü olamayacağını düşünecek kadar naifmişim. Aradan geçen 6 ayın her günü beni daha çok yanıltmakla geçti.
Bahsettiğim Manisa maçından sonra 9 G, 3B, 10 M almış, tek umut sayılan kupada gruptan çıkar çıkmaz elenmiş, ligin ilk 5 sırasındaki takımlardan puan alamamış (Fenerbahçe deplasmanındaki 0-0 daha önceki haftalardaydı), ligi tarihinde ilk kez eksi averajla bitirmiş, tarihinin mağlubiyet rekorunu kırmış v.s. birçok istatistik verip somut bir tablo ortaya koymak mümkün. Ama bence rakamların ifade ettiğinin ötesinde bir yıkım sözkonusu. Tüm camiaya hakim olan bir yılgınlık ve umutsuzlukla anılacak yaşanan günler.
Bütün sportif başarısızlıklara rağmen, yine de Türk Telekom Arena’nın açılışı yeni bir hava estirebilir, unuttuğumuz hevesleri hatırlatabilirdi. Bilakis, keşke açılmasaydı dedirtecek bir felakete sahne oldu 15 Ocak akşamı. O gün ve sonrasında yaşananlarla Galatasaraylılık onurunun ayaklar altına alındığına tanıklık ettik, utandık.
Bu konuyla ilgili bir şeyler yazmayı defalarca denedim, öfkeme hâkim olamamaktan korktum, erteledim. Erteledikçe öfkem soğumaktan ziyade arttı. Zaten gerekli duruşu sergileyemeyen yönetim de bu vebalin altında ezildi. Maalesef, “bari giderken olumlu bir izlenim bıraksınlar” yönündeki beklentiler de boşa çıktı. Olaylı mali kongre, mahkemeler, seçim süreci ve yeni yönetim.
Şimdi taze bir başlangıç fırsatı var Galatasaray’ın önünde. Ünal Aysal, gönlümüzdeki, hayalimizdeki başkan değil belki. Yönetiminde de benimsemeyeceğimiz, burun kıvıracağımız insanlar olabilir. Fakat şu bir gerçek ki Genel Kurul’un büyük bir teveccühüne mazhar olmuş, çok az adaya nasip olacak (totaliter başkanlar hariç) bir oy oranıyla seçilmiş bir yönetim kurulu var Galatasaray’ın başında.
Kendi adıma Ünal Aysal’ın arkaik para babası başkan tiplemesiyle Aziz Yıldırım gibi tek adam tipi arasında bir yerde kendini konumlandıracağından endişem vardı. İlk günlerinin beni haksız çıkarmasından çok memnunum. Profesyonellik ve kurumsallaşma vurgusu yapması, bir yandan başarı sözü vermekten çekinmezken bir yandan konuşmadan önce düşünen bir plan adamı izlenimi vermesi en önemlisi taraflı tarafsız herkesin sevgisini olmasa da takdirini toplayacak bir Galatasaray beyefendisi izlenimi vermesi yeterince umut vaat ediyor.
Çok zor görünse de basketbol takımının mükemmel geçirdiği sezonu şampiyonlukla taçlandırması, yeniden ayağa kalkmanın alameti olarak tüm camiaya aradığı morali kazandıracak.
Herkesin gözüyse elbette futbolda. Futbol takımının yaz dönemini nasıl geçireceği, yeni sezona nasıl gireceğinin de cevabı olacak. Fatih Terim seçimini çok isabetli buluyorum; düşüncelerimi etraflıca ayrı bir yazıda açıklayacağım. Sessiz ve profesyonelce bitirilen Selçuk İnan ve Elmander transferleri de yönetimin hanesine başarı olarak yazılacak. Tüm camianın beklentisi, Başkan’ın da telaffuz etmekten çekinmediği “başarı” kelimesi de futbol takımının silkinip ayağa kalkması yönünde.
Son tahlilde bir Galatasaraylı olarak futbolda başarıyı elbette istiyorum. Fakat bunun ötesinde, öncelikle herkesin Galatasaray’a gıpta ettiği günleri geri getirmelerini, Galatasaraylı olmanın saygınlığını yeniden kazandırmalarını bekliyorum. Umudum var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder