8 Eylül 2012 Cumartesi

Hollanda-Türkiye: Mesut Özil travması, hız ve gelecek








Türkiye, 2014 Dünya Kupası Elemelerinin ilk maçında Amsterdam'da Hollanda'ya 2-0 yenildi. İki ülkenin dünya futbolundaki mevcut konumuna baktığımızda sürpriz bir sonuç değil. Ancak Hollanda'yı takip edenler, son dönem yaşadığı çöküşten sonra yaşanan dönüşüm sürecinin doğum sancılarından haberi olanlar, bütün bunları bilmeseler dahi sadece dünkü maçı seyredenler için Türkiye'nin dün Amsterdam'dan puan çıkaramaması büyük bir hayal kırıklığı oldu.

Dün akşam ikinci kez milli takımın bir maçını yurtdışında izleme fırsatı buldum. İlki Euro 2008 öncesi Bochum'da Uruguay'la oynanan hazırlık maçıydı. Bu yüzden dünkü maç gerçek anlamda ilk deplasman deneyimim oldu. Tribünler yarı yarıya bölünmüştü ama gerek Hollanda tribünlerinde gördüğümüz ufak Türk taraftar grupları gerek Türk taraftarların Hollandalıların sesini bastırması, Amsterdam ArenA'ya deplasman demeye şahit isteyecek bir ortama dönüştürdü.

Maçın analizine geçersek her şeyden önce oyunun ve sonucun tek bir faktöre bağlanmayacak kadar çok boyutlu olduğunu söylemek gerek. Tüm analizlerin odak noktasında ve herkesin dilinde olan, benim de %100 katıldığım Selçuk İnan'ın oynatılmaması konusunun yanında hem Hollanda maçı özeli, hem de grupta bundan sonraki serüvenimiz hakkında ele alınması gereken farklı hususlar var. Yazımın başlığı da hatta biraz bu kafa karışıklığını yansıtıyor denebilir.

Türkiye'yi analiz etmeden Hollanda'ya bir paragraf açmak istiyorum. Dünya futbolunun en büyük taktisyenlerinden biri olan ve özellikle elindeki oyuncu grubuna en uygun sistemi oturtması ve isimsiz oyuncuları parlatacak bir makine düzeni kurmasıyla tanıdığımız Van Gaal henüz bu sürecin başlarındayken, muhtemelen ilerde yıldızları parlayacak birçok oyuncu (özellikle savunma hattındakiler) bir acemiler mangası görünümündeyken, Sneijder'in aklı, Robben'in kalitesi ve Van Persie'nin fırsatçılığı dışında şansı olmayan bir Hollanda'ya yenilmek büyük bir burukluk yarattı. Hollanda'nın bu emekleme sürecinde, gruptaki diğer rakiplere puan kaybedeceğini sezebiliyorum ve bu durumun bizim işimizi zorlaştıracak olması hiç hoşuma gitmiyor. Maçtan önce Flying Dutchman blogda yapılan isabetli analizde öngörülen senaryo dün sahaya yansıdı ve Türkiye özellikle ilk yarıda birçok pozisyon buldu. Fakat buradan yola çıkarak Türkiye'nin Hollanda'yı güç durumlara çıktığını söylemek yanlış olur zira Hollanda kendi kendini zor duruma soktu. Eminim grubun son maçında 2013 Ekim'de çok farklı bir Hollanda göreceğiz sahada.



Türkiye'ye gelince; sahaya çıkan kadronun ben dahil birçok kişiyi şaşırttığı malum. Burada eleştiri oklarının üzerinde yoğunlaştığı Sercan Sararer ve Tunay Torun tercihleri üzerinde durmak gerek. Ben mevcut süreçte bir Mesut Özil travması yaşadığımızı ve bunun etkisi altında yanlış tercihler yaptığımızı düşünüyorum. Bu tabiri biraz açarsam, 2008-09 döneminde Mesut Özil'in Almanya'yı tercih etmesi ve kısa sürede dünyanın en iyi futbolcuları arasına girecek bir performans ortaya koyması, "Onu nasıl kaptırdık?" travmasına ve Avrupa'da yetişmiş hiçbir futbolcumuzu yetiştikleri ülkenin milli takımına kaptırmama saplantısına dönüştü. Bu yüzden oyuncunun kalitesinden çok yurtdışında yetişmiş ve altyapısını orada almış olması ön plana çıkmaya başladı. Bu durumun yaratığı absürtlüklere bir örnek olarak Barış Özbek ve Serkan Çalık'ın Türk milli takımını tercih ettiklerine dair zamanında yaptıkları açıklamaları da hatırlayalım.

Bu konuda bazı gerçekler de var, haksızlık etmek istemem. Türkiye'de altyapıdan oyuncu çıkarmakta zorlandığımız, temel taktik ve oyun bilgisinden yoksun oyuncular yetiştirdiğimiz, 16-17 yaşında yıldız olarak nitelendirdiğimiz oyuncuların 20'lerinde erken çöküş yaşamaları, bazılarının asla üst düzey futbol oynayacak fizik kaliteye erişemedikleri malum. Başta Almanya olmak üzere, Avrupa'da yetişen oyuncuların bu temel eksiklikleri gidermiş olduklarını ve farklı oyun anlayışlarına adaptasyon sıkıntısı çekmediklerini de biliyoruz. Zaten savunmadaki ihtiyacı mükemmel şekilde karşılayan Ömer Toprak, dünya yıldızı olabilecek potansiyeli hala taşıyan Nuri Şahin veya her ne kadar şu an formda olmasa da çok özel bir oyuncu olan Hamit Altıntop'a kimsenin bir itirazı yok zaten.

Sercan ve Tunay'a gelirsek; Sercan'ın Haziran ayındaki kampta bazı maçlarda mükemmel bir performans sergilediği ve kampın sürpriz bir kazancı olarak göründüğü doğru. Ancak Tunay'ın, son zamanlarda Stutgart'ta düzenli oynamadığını da bir kenara bırakırsak, milli takımda göz alıcı bir performansını da hatırlamıyorum. Üstelik ikisinin aynı 11'de oynadığına da şahit olmamıştım yanlış hatırlamıyorsam.

Bireysel olarak kaliteli oyuncular olabilirler ancak dün maç boyunca takımla uyumsuzluk içindeydiler. Kendi başlarına bir şeyler yapmaya çabaladılar ama sonuç üretemediler. Abdullah Avcı'nın onları hızla atağa çıkabilecekleri ve savunma beklerine yardım edecek taktik disiplin ve fizik güce sahip oldukları için tercih ettiklerini tahmin ediyorum ama bu hesap tutmadı. Son yıllarda Almanya mili takımında gördüğümüz, Mesut Özil'in şahikasını oynadığı topu ayağında tutmadan hızlı paslarla sonuca gitme tarzının tam aksine, iki oyuncu da top ayaklarına geldikten sonra doğru tercihi yapana kadar çok vakit kaybettiler ve çoğunlukla da top kaybetmiş oldular.


Stada biraz erken gelmiş bulunduk:)


Buradan hızlı oyun bahsine geçelim. Dün Türkiye'de genel tabirle "oyun kurabilecek", yani topu savunmadan ileriye taşıyabilecek iki adam vardı. Emre ve Arda. Abdullah Avcı "baskın hücum" anlayışıyla savruk Hollanda savunmasına etkin bir hücum pres ve kazanılacak toplar akabinde hızlı hücumlarla gol bulmayı öngörmüştü. Bu planın kısmen işlediği söylenebilir. Ancak hücum presi en önde Umut'la başlatan Arda'nın top almak için defans bloğunun yakınına kadar gelmesi, en yaratıcı oyuncumuzun 70 metre alanda oynamasına yol açtı ki, ne kadar fizik durumu hiç görmediğimiz kadar iyi olsa da, Arda da doğal olarak 70. dakikadan sonra oyundan düştü. Emre kötü bir performans sergilemedi ama Hollanda orta sahasının kendisine yaptığı yakın baskının da etkisiyle takımı hücuma taşıyan tempoyu arttırıcı rolünü üstlenmekten uzaktı. Buna mukabil yerine oyuna giren Nuri Şahin de hayal kırıklığı yaratınca oyunu rakip yarı alana yığıp, hataya zorlayacak hızlı pas trafiğini bir türlü kuramadık. Nuri Şahin'in büyük bir hayranıyım ama Dortmund'daki Nuri Şahin'in. Dünkü Nuri, nedense etliye sütlüye karışmayan, sorumluluk almayan bir havadaydı. Umarım Liverpool ona iyi gelir ve düzelir.

Dün ikinci yarıda Hollanda'ya oyunu biraz daha iyi kontrol etme fırsatı verdi Türkiye, çünkü yorulmuştu. Ancak hiçbir zaman alışıldık Hollanda hakimiyetini kuramadılar. Yani Türkiye hızlı biçimde oyunun yönünü değiştirerek, sık ve hızlı pas yaparak oynamalıydı. Pas yapma konusunda başarılı olundu zaman zaman ancak hücumda rakibi hataya zorlayacak hızdan uzaktı oyuncular, kimse boşluklara zamanında hareketlenmedi. Bunun için uyumlu bir takım olması gerektiği kesin ancak Türkiye'nin elindeki oyuncu kalitesinin her şeye rağmen dün bunu başarabilecek seviyede olduğunu kabul etmek gerek ki bu da bizi en başta söylediğimiz Selçuk İnan'ın hiç oynamaması ve rakip savunmanın hatalarını en iyi biçimde değerlendirecek Burak Yılmaz'ın oyuna çok geç girmesi konusuna geri götürüyor.

Türkiye dün 2-0 kaybetti. İlk gol duran topta alan savunması yapan takımların yiyebileceği klasik gollerden, ki bu alan savunması konusu başta Uğur Meleke  olmak üzere birçok yazar tarafından irdeleniyor. Benim alan savunmasına itirazım yok, bir teknik direktör tercihidir ancak neden her iki direğe de adam yerleştirilmediğini sorgulamadan edemiyorum. Eğer uzak direkte bir oyuncu olsaydı, Türkiye dün o ilk golü yemeyecekti.

Türkiye savunması kötü değildi. Semih-Ömer Toprak ikilisi milli takımı uzun yıllar götürebilir. Sadece Hamit Altıntop'un son iki sezonda çok az oynamasının kendisini son derece olumsuz yönde etkilediğini üzülerek gördük. Zaten çabuk bir oyuncu değildi ama dün Robben karşısında aciz durumlara düştü. Galatasaray'da düzenli oynadıkça fizik kalitesini yükseltecek ve toparlanacaktır ama şu anki haliyle Gökhan Gönül'ün önünde oynamayı hak etmiyor. Hollanda sürekli onun tarafından atak yaptı. Özellikle Snejder (ki bence Hollanda adına sahanın en iyisiydi) sık sık sol kanada gelerek hücumları şekillendirmeye çalıştı.

Önümüzdeki maçlar için karamsar olmaya gerek yok ama çok umutlu olmak için de henüz bir sebep yok. Bence çok ters bir kura çekti Türkiye. Macaristan, Romanya ve Euro 2012 play-off'u oynayan Estonya ters sonuçlar alabilecek rakipler. O yüzden Salı akşamı ilk maçta evinde Romanya'ya kaybeden Estonya'yı yenip en azından kendilerine, "sen bu yarışın dışındasın" mesajını vermek çok önemli.



Son olarak taraftardan bahsetmek istiyorum. Maalesef sesimiz gür ancak etkimiz sınırlıydı. Destekten ziyade orada Türklerin varlığını ve çoğunlukta olduğunu gösterme isteği ön plandaydı.  Sanki sadece facebook'a fotoğraf koymak amacıyla bir gösteriye giden birinin zihniyeti hakimdi.  Bu yüzden etkin bir tezahürat olamadı. Bunun arka planında birçok sosyolojik faktör var elbette, oralara girmek istemiyorum.

Taraftar grupları arasında dostane bir atmosfer vardı. Metrodan stada beraber geldik, otoparka birlikte yürüdük. Hiçbir gerginlik olmadı. Tezahürat ve sloganlar da bu minvaldeydi. Sadece sosyal medyaya da yansıyan "ayağa kalkmayan Ermeni olsun" tezahüratından büyük hicap duydum ama onun kaynağının da küçük bir grup olduğunu ve tribün genelinde çok fazla karşılık bulmadığını söylemeliyim.

Türk futbolunun geleceği açısından 2014 Dünya Kupası'na katılmak çok önemli. Futbol ekonomisi ne denli büyük olursa olsun, bir büyük turnuvayı daha kaçırmak, kulüp takımlarının Avrupa'daki durumuyla da birlikte düşününce 1995 öncesine dönüş anlamına gelebilir. Kaliteli bir oyuncu grubumuz var, umarım bu sınavı geçeriz.

















Share |

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder