6 Eylül 2013 Cuma

İstanbul 2020 için sonuna kadar evet! (Bölüm 2)


                                  Fotoğraf: 2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları'na ev sahipliği yapacak şehrin açıklanmasına son üç gün kaldı!

Only three days left to select the candidate city to host the 2020 Olympic and Paralympic Games!

2020 Olimpik ve Paralimpik Oyunları’nın İstanbul’da yapılmasını istiyoruz. Yapılan kamuoyu anketlerinde diğer aday kentlere nazaran halk desteğinin en yoğun olduğu kentin İstanbul olduğu görülüyor. Tüm söylemlerde “İstanbul olimpiyatı hak ediyor” vurgusunu yapıyoruz. Bunun 5. adaylığımız olduğunun altını çizerek ne kadar arzulu olduğumuzu ortaya koyuyoruz. 2020 Olimpiyatları İstanbul’a verilirse, tarihte ilk defa oyunların aynı anda iki kıta üzerinde düzenlenmesi mümkün olacak. İlk defa nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir şehir, olimpiyatla tanışacak. Görkemli tarihi, eşsiz coğrafi konumu ve güzelliği ile kıtaların birleştiği yerde, “Bridge Together” sloganıyla köprüler kurulacak.

Bütün bunların hepsi doğru ancak derinleştirilmezse, içi doldurulmazsa reklam sloganı olarak kalmaya mahkum söylemler. Yanıtlanması gereken sorular var: Olimpiyatı neden istiyoruz? Spor kültürümüz olimpiyat düzenlemeye uygun mu? Olimpiyatlar İstanbul’a ne katacak? Daha da önemlisi İstanbul, olimpiyatlara ne katacak?

Halk desteğinin bu denli yüksek olmasını Türk insanının neredeyse genetik kodlarına yerleşmiş “milli gurur” kavramı ile açıklamak ve “neden yapamayalım, en güzelini yaparız” cümlesindeki hissiyatla açıklamak mümkün. Bu söylemi ve hissiyatı elitist bir tavırla tepeden bakarak, “bizim halkımız olimpiyattan ne anlar ki” tavrıyla eleştirenler var ki onlara söyleyecek söz bulamıyorum. Zira bu isteklilik ve heyecan, Türkiye’de yapılan ve hemen hemen hepsi büyük bir başarıyla gerçekleştirilen büyük çaplı organizasyonlardaki başarımızın temelinde yatan en önemli unsur.

Olimpiyatlar İstanbul'a ne katar?

Oyunların İstanbul’a ne kazandıracağı ve sonraki kuşaklara nasıl bir miras bırakacağı da en çok üzerinde durulması gereken konulardan biri. Bu noktada, kanaatimce muazzam bir başarı öyküsü olan 2012 Londra Olimpiyatları’na dair bir referansa başvurmak ufuk açıcı olacak. Değerli dostum Çetin Cem Yılmaz’ın Britanya Spor Bakanı Hugh Robertson ile yaptığı ve http://www.yazihaneden.com/2013/09/olimpiyatlar-ve-spor-mirasi/ sitesinden okuyabileceğiniz röportajından bir alıntı yapayım:

Londra için 2012 nasıl bir miras bıraktı?

Beş temel mirastan söz edebiliriz. Ekonomik boyutu var: Ülkenize gelen iş ortaklıkları, ekstra turist sayıları gibi. Yenileme boyutu var: İstanbul’da da şehrin belli taraflarını yenileme çalışmalarınız var. Belediye başkanı bana altyapının yapılmakta olduğunu ve yapıldığını söyledi. Bizde de Stratford bölgesini yenileme durumu vardı, burası şu anda Londra’nın son 100 yıldaki en geniş şehir parkı konumunda. Üçüncü olarak, sosyal etkisinden bahsedebiliriz: Oyunları işletmek için 70,000 gönüllüyle çalıştık. Bu gönüllüler bir arada kaldılar ve ileriki etkinliklerde de gönüllü olarak çalışacaklar. Bu insanları ve toplumu başka hiçbir şeyin yapamadığı şekilde bir araya getirdi. Dördüncü konu, spor boyutu. 2012’den sonra Britanya’ya gelecek spor etkinliklerine bakacak olursanız, Olimpiyatlar olmadan bunlar gerçekleşemezdi. İnsanlar bunu yapabildiğinizi görüyorlar, tesislerinize bakıyorlar ve ülkenize gelme konusunda cesaretleniyorlar. Ve son olarak, engelliler üzerindeki etkisi var. Paralimpik Oyunları düzenledikten sonra İstanbul’da kimse engelli insanlara eskisi gibi bakmayacak. Londra’daki insanlar, metroda engellilerle karşılaştıklarında konuşuyorlar, onlara eskisinden tamamen farklı bir şekilde bakıyorlar. Ve elbette Paralimpik Oyunların düzenlenmesi için harcanan para da tüm toplu taşımayı engelli insanların kullanımına çok daha açık hale getirdi.”

Burada bahsedilen beş unsurun her birinin İstanbul için de geçerli olacağını düşünüyorum ve bu düşünce dahi bana heyecan veriyor. Tabii burada en önemlisi Paralimpik Oyunların engellilerin şehirde sosyal hayata aktif biçimde katılmaları ve engellilere yönelik algıların değişmesi yönünde yapacağı katkı. İstanbul’da bu konuda büyük bir sıkıntı olduğu, asla “engelli dostu” bir şehir sayılamayacağı aşikar. Paralimpik Oyunlar bir yandan şehir hayatına yapacağı bu katkıyla, diğer yandan engelli gençlerimizin spor yapmaya teşvik edilmeleri açısından birçok şeyi geri döndürülemez biçimde değiştirecek güce sahip.

Diğer yandan, uluslararası sistemde devlet dışı aktörlerin konumlarının giderek güçlendiği, dış politikanın kapalı kapılarının açılarak kamuoyunun eğilimlerinin dikkate alınmasının kaçınılmaz hale geldiği bir dönemde, ülkelerin kendilerini güçlü kılan klasik unsurların yanında “yumuşak güçlerini” de arttırma çabasında olduğu bir dönemi yaşıyoruz. 2012 Londra Olimpiyatları’nın sadece açılış ve kapanış törenlerinin dahi Britanya’nın yumuşak gücüne yaptığı katkıyı yadsımak mümkün görünmüyor. Aynı etkiyi, hatta belki daha fazlasını İstanbul için beklemek, hayalci bir yaklaşım olmayacaktır. 

                                     Fotoğraf: 2020 Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları'na ev sahipliği yapacak şehrin açıklanmasına son beş gün kaldı!

Only five days left to select the candidate city to host the 2020 Olympic and Paralympic Games!


Spor kültürü

İstanbul 2020 Adaylık Komitesi Başkanı Hasan Arat, 5 Eylül tarihinde Buenos Aires’te gerçekleştirdiği basın toplantısında bir sürprizle ortaya çıkarak 25 yaşın altındaki 50 spor elçisi genci dünya kamuoyuna tanıttı ve İstanbul’un adaylığının esas unsurunun ne politik destek ne de ekonomik hedefler olduğunu, İstanbul 2020’nin en büyük kozunun bu emaneti sırtında taşıyacak genç nüfus olacağını vurguladı.

Nüfusunun yarısının 25 yaşın altında olduğu ve nüfusu istikrarlı biçimde artmakta olan Türkiye’de, genç nüfusun arzettiği bu potansiyelin, hangi alanda olursa olsun, en iyi biçimde değerlendirilmesi ülkemizin geleceği için de kilit rol oynayacak. Hal böyleyken, İstanbul’un ve Türkiye’nin esas kozunun bu genç nüfus olarak değerlendirilmesi şaşırtıcı değil. Ancak, bugüne kadar sözkonusu potansiyelin nasıl heba edildiği göz önüne alındığında, umutlu olmanın güçleştiği de bir gerçek.

Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi sporda da uzun vadeli planlar yapılarak, net bir stratejiyle zaman içinde sonuç almaktan ziyade, motivasyon ve heyecan gibi unsurları ön plana alarak günlük başarıların hedeflendiğini kabul etmek gerek. Bu yüzden birçok başarılı sporcuyu bir yerde “sistem hatası” olarak tanımlamak mümkün. Her ne pahasına olursa olsun “kazanma” odaklı bir spor kültürünün hakim olmasının birçok ilave soruna yol açtığına da sıkça şahit oluyoruz.

2012 Londra Olimpiyatları’nın ilk günlerini hatırlayalım isterseniz. Madalya beklediğimiz haltercilerimiz, güreşçilerimiz, boksörlerimiz beklentilerin altında kaldıkları müsabakaların ardından, kendilerine uzatılan mikrofonlara son derece stresli olduklarını gizleyemeyerek, neredeyse utanç içinde “kamuoyunda özür dileme” çabasına giriştiği sahneleri göz önüne getirelim. Sonra son dönemde utanç verici boyutlara ulaşan ve İstanbul’un adaylığında en büyük dezavantajlardan birini oluşturan doping vakalarını da bu minvalde değerlendirmek mümkün. İki büyük futbol takımının “şike” nedeniyle Avrupa Kupaları’ndan men edilmeleri, yaş küçültme skandalları, spor sahalarında yaşanan şiddet vb. tüm unsurların yolu spor kültürümüzdeki temel sakatlığa çıkıyor. Kazanma odaklı olmaktan öte, “ne pahasına olursa olsun kazanma” odaklı bir anlayış hakim durumda maalesef.  

İşte olimpiyatlar tam da bu noktada Türkiye’nin spor politikasını A’dan Z’ye değiştirmesi için eşsiz bir fırsat niteliğinde olacak. Bu noktada da henüz bu çarkın içinde kirlenmemiş genç sporculara eğilmek tek gerçekçi seçenek olarak öne çıkıyor.

Spor kültürüne getirilen bir diğer haklı eleştiri de futbol hatta daha da özelinde 3 büyükler odaklı bir anlayışın hakim olması. Bunu sadece basını ele alarak dahi kavramak mümkün. Gerçekten de Türkiye’de yayınlanan spor gazeteleri ile örneğin L’Equipe gazetesi karşılaştırıldığında kahrolmamak elde değil. Bunun ötesinde, yaşanan en büyük hayal kırıklığı elbette bu yıl ülkemizde düzenlenen 20 Yaş Altı Dünya Kupası’nda tarihin en az seyirci ortalamalarını yakalamamız oldu. Turnuva sonrasında doğal olarak “madem sadece futbol odaklıydık, bu maçlara neden kimse gelmedi” serzenişleri yükseldi.

Tam da bu noktada, belki fazla iyimser gelebilir ama tablonun o kadar karanlık olduğunu düşünmüyorum. Futbol seyircimizin genel profili, ülkenin hakim spor kültürünü yansıtıyor, doğru. Rakibe saygı duymayan, ne pahasına olursa olsun kazanma odaklı, şiddet eğilimli lümpen bir kültür. Tam da bu yüzden U20 Dünya Kupası’nda tribünler boş kaldı muhtemelen. Fakat Türkiye’de düzenlenen büyük organizasyonlarda,İstanbul’da veya başka bir şehirde Akdeniz Oyunları’ndan Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’na; Erzurum Universiade’dan Dünya Basketbol Şampiyonası’na karşılaşmaların tamamen dolduğunu, Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nda  sokakların taştığını görüyoruz. Türkiye’de geniş kitleler tarafından “zengin sporu” olarak aşağılanan, Grand Slam’lerde mücadele edecek bir sporcuya hasret olduğumuz teniste dahi, İstanbul’da düzenlenen WTA turnuvasının biletleri iki yıldır günler öncesinden tükeniyor. Bu yüzden ben Justin Gatlin’i veya Sally Pearson’ı izlemek için Ataköy’e koşan, Serena Williams’tan imzalı bir tenis topu almak için birbiriyle yarışan çocuklara bakıp umutlanmayı tercih ediyorum.  


Son tahlilde, spor kültürümüzün, olimpiyat düzenlemek için yeterli düzeye sahip olmadığını öne sürerek İstanbul’un adaylığına karşı çıkmak;  AB standartlarının çok gerisinde olduğumuzun ön kabulüyle, “Bu halimizle bizi almazlar, o yüzden kendi içimizde standartlarımızı yükseltelim, sonra başvururuz” demeye benziyor. Halbuki, tıpkı AB müzakere sürecinin Türkiye’deki demokratikleşme reformlarına ciddi ölçüde katkısı olduğu gibi, olimpiyatlar da ülkemizdeki spor kültürünün gelişmesini ve bambaşka bir noktaya gelmesini sağlayacak.



                                      Fotoğraf: Bosphorus Zone - Bosphorus Stadium

Olymp-ist

“İstanbul olimpiyatları hak ediyor” sonuna kadar hemfikir olduğum bir slogan olmakla birlikte, “Olimpiyat İstanbul’a yakışacak” sloganını tercih ediyorum. İstanbul, binlerce yıllık tarihiyle; farklı uygarlıkların, imparatorlukların başkenti olarak insanlığın sahip olduğu en değerli kültürel miraslardan biri konumunda, dünyanın en müstesna şehirlerinden biri.

Hiçbir hazırlık yapılmadan, amatör bir ruhla hazırlanılan 2000 adaylığından beri, İstanbul olimpiyatı istiyor. Halkın desteği, şehrin kararlılığı bu süreçten açık alınla çıkılacağı konusundaki ümitleri arttırıyor. İlk adaylık döneminde arabalara, camlara yapıştırılan afişte vurgulanan sloganda yazılı olan “Let’s meet where the continents meet” teması, artık kabak tadı verdiği düşünülse de esasında “Bridge Together” sloganına dönüşmüş haliyle, hala İstanbul’un en büyük kozu.  Olimpizm ruhunu simgeleyen, farklı kıtaların, farklı kültürlerin, farklı renklerin buluştuğu ve 5 farklı halkadan oluşan bayrağın dalgalanması için İstanbul’dan daha uygun bir şehrin bulunmasının kolay olmadığını düşünüyorum.

Siyasi bir argüman olarak görünse de ilk kez Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülkede olimpiyat düzenlenmesi düşüncesinin de kaydadeğer bir husus olduğu kanısındayım. Türkiye, bulunduğu coğrafyada laik bir demokrasi olarak bir cazibe merkezi ve birçok ülke için bir ilham kaynağı konumunda. Türkiye’nin ve İstanbul’un bu müstesna konumunun, insanlığın ortak değeri olan olimpizm ruhuyla taçlandırılmasının, bu bölgeden tüm dünyaya yayılacak olumlu siyasi ve toplumsal yansımalarının olacağını kabul etmek gerekiyor.   

İstanbul’un birçok avantajı ve eksiği olduğu gibi rakiplerinin de birçok avantajı ve eksiği var. Bu noktada, kampanya sürecinde İstanbul 2020 Adaylık Komitesi başta olmak üzere, süreçte rol oynayan herkesi, özverili çabalarının yanında olimpizm ruhuna uygun tavırları için takdir etmek gerekiyor. Tokyo Belediye Başkanı’nın buram buram İslamofobi kokan açıklamaları veya Madrid’in “Latin Amerika oyları çantada keklik, 50’den fazla oyumuz var, ilk turda işi bitiririz” ekseninde oyları manipüle etmeye yönelik basın oyunlarının benzerini bizim komitede görmedik. Rakipleri kötülemeden, İstanbul’un artılarını öne çıkarmaya çalıştılar. Eksikler karşısında kafayı kuma gömmeden, bunlarla yüzleşecek ve bunları düzeltecek iradaye sahip olduklarını gösterdiler. IOC içinde birçok farklı denge sözkonusu olduğundan sonucu kestirmek zor ama hayallerimiz başka bahara kalacak olsa bile İstanbul’un bu adaylık serüveninin saygıyı hak ettiğine inanıyorum.

Bir İstanbul sevdalısı olarak, şehrimde olimpiyat düzenlenmesi benim çocukluk hayallerimden biri. Bu yüzden, konuya biraz fazla duygusal bakıyor olabilirim. Fakat bugün olimpiyatları kendimden çok o dönemdeki hayallerimi bugün kurmakta olan çocuklar için istiyorum.

Ben Türkiye’nin birçok farklı yerinde, 7 Eylül gecesi oylamayı izleyip İstanbul’un 2020 Olimpik ve Paralimpik Oyunları’nı almasının ardından heyecandan uyuyamayacak, 2020 yılında kendini o muhteşem açılış töreninde yürürken hayal edecek, bu uğurda çalışacak 12-13 yaşlarında okçular, yüzücüler, boksörler, bisikletçiler olduğunu biliyorum. Bu umuda tutunuyorum. Olimpiyatı en çok bunun için, bu çocukların tertemiz yüreklerinde filizlenecek heyecanla güçlenen omuzlarında yükselecek yeni bir spor kültürü için istiyorum. İnanıyorum… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder