6 Eylül 2013 Cuma

İstanbul 2020 için sonuna kadar evet! (1. bölüm)




7 Eylül 2013 tarihinde tüm gözler Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te olacak ve yapılacak oylamada 2020 Olimpik ve Paralimpik Oyunları’nı düzenleyen şehir belirlenecek. 2000 Olimpiyatları oylamasının 1993’te yapıldığını hatırlarsak, İstanbul için 20 yıllık rüyada hedefe en yakın olunan bu 5. adaylığında,  hayallerin gerçek olup olmayacağı belli olacak.

Oylamaya çok az bir süre kalmışken, İstanbul 2020 üzerinde birkaç kelam etmek istedim. Öncelikle lafı eğip bükmeden, net bir biçimde şunu ortaya koymak lazım. İstanbul’da olimpiyat düzenlenmesine karşı olmanın, hangi sebeple olursa olsun gayet meşru ve saygıyla dikkate alınması gereken bir duruş olduğunu, olimpiyat karşıtlığının asla “hainlik” olarak görülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta önceki adaylıkların kamuoyunda hiç tartışılmadığı düşünüldüğünde, bu farkındalığı ve ilgiyi olumlu buluyorum.

Olimpiyata karşı öne sürülen argümanlar özetle,  şehrin mevcut ulaşım ve çarpık kentleşme sıkıntısının olimpiyatlarla daha büyük bir keşmekeşe dönüşeceği, gerçekleştirilecek projeler için çok yüksek miktarlarda kamuya ait kaynağın harcanacağı ve bunun geri dönüşünün olmayacağı, Türkiye’de spor kültürünün olimpiyat için yeterli olmadığı ve kaynakların sporcu sayısını arttırmaya ve geniş kitlelerin spor yapmasına yönelik olarak kullanılması gerektiği, yapılacak tesislerden bazı kesimlerin haksız rant elde edeceği,  özellikle kentin kuzey bölgelerindeki ormanların tahrip edilmesiyle çevre katliamı yapılacağı görüşlerini kapsıyor.

Bütün bu görüşlerin hepsini tartışmaya değer bulmakla beraber, okuduklarımdan olimpiyat karşıtı fikirlerin genelde bir indirgemecilik eğilimine kapıldığını görüyorum. Bu indirgemecilik çeşitli tarzlarda olabiliyor. . Örneğin yapılması olimpiyatın alınmasına hiçbir şekilde bağlı olmayan Boğaz’a yapılacak 3. Köprü ve 3. Havalimanı’na karşı görüşler olimpiyat karşıtlığıyla birleştiriliyor. Kentsel dönüşüm projelerinde ortaya çıkan toplumsal sıkıntılar, TOKİ’nin eleştirilen bazı uygulamaları daha temeli bile ortada olmayan olimpiyat tesisleri için olumsuz bir önyargı aracı olarak ortaya sunuluyor.

Bunların ötesinde, herhangi bir konuda hükümete karşı bir duruşu olanlar, yalnızca İstanbul, olimpiyatları düzenleme hakkını mevcut hükümet döneminde elde edeceği için olimpiyat karşıtlığını, "muhaliflik" kimliğinin mütemmim cüzü olarak kabul ediyorlar. Böylelikle, Türkiye’de siyasi, ekonomik, sosyal birçok konuda olduğu gibi griler yok oluyor ve destekleyenler ile karşı olanlar keskin biçimde kendi aralarında kamplaşıyorlar. Halbuki unutmamak lazım; olimpiyat herhangi bir kişiye, kuruma, ideolojiye değil bir şehre/ülkeye ve oradaki tüm insanlara veriliyor. Olimpiyatlara, "hükümet bu başarıya sahip çıkıp prestij elde etmesin" diye karşı çıkmak, kimse kusura bakmasın bana biraz çocukça geliyor. 

Eğer İstanbul, olimpiyatları düzenleme hakkını elde ederse, bütün kaygıların giderilmesi için 2020’ye kadar atılacak her adımda kamuoyunun açık biçimde bilgilendirilmesi, açık ve demokratik bir tartışma ortamı içinde kent sakinlerinin görüşlerinin dikkate alınması ve bütün harcamaların şeffaf ve denetlenebilir olması şart. Bu konuda umutlu olmakta beis görmüyorum. Zira birçok farklı boyutu olmakla beraber, İstanbul halkının gerektiğinde kendi şehrine sahip çıkarak kuvvetli bir irade ortaya koyan bir halk olduğunu kanıtladığını ve bu demokratik olgunluğun, bazı kesimlerin düşündüğünün aksine, İstanbul için bir güvence ve hatta bir avantaj olarak değerlendirilebileceğini düşünüyorum.

Umutlu olmamın ikinci sebebi de olimpiyatların genel niteliği. Olimpiyatlar, insanlığın ortak bir değeri olarak, aracı kurum olarak bu değeri taşıyan bir yapı olarak nitelendirebileceğimiz IOC tarafından düzenleyen şehirlere tevdi edilen bir emanet. Dolayısıyla, olimpiyat düzenleyen şehirler bu değerin sahibi değil, emanetçisi ve işin esas sahibinin sürekli denetimi altında. Nasıl UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki herhangi bir yere en ufak bir çivi dahi çakmak mümkün değilse, olimpiyat oyunları hazırlık sürecinde de olimpizm ruhuna aykırı faaliyetlerde bulunmak mümkün değil. 

İşin ekonomik boyutuna gelince, bu İstanbul’un aynı anda en büyük avantajı ve en büyük handikabı olarak öne çıkıyor. 22 milyar Doları aşan bir yatırım taahhüdü çok etkileyici ve gerçekleştirilebilir olduğu halde, bir yandan da ulaşım ağı ve altyapı konusunda İstanbul’un rakiplerinin bir hayli gerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Fakat burada herhangi bir hesap karışıklığını engellemek için dikkatli olmak gerek. Bu 22 milyar Doların sadece 3 milyar Dolarlık kısmı (ki tahmini rakam olup daha da azalabileceği öngörülüyor) münhasıran oyunlar için harcanacak. Geriye kalan 19 milyar Dolar zaten İstanbul’un mevcut master planında yer alan 3. havaalanı, 3. köprü ve yeni raylı sistem ağları gibi projelerin bedeli olarak hesaplanıyor. Bu projelerin maliyeti, şehir için gerekli olup olmadığı konusu olimpiyat tartışmalarının dışında ayrıca ele alınması gereken bir konu. Bu bağlamda, olimpiyatlar yüzünden torunlarımıza borçlu kalacağız söylemi gerçeği yansıtmıyor.


Çevreye ilişkin kaygılar vs. inşa edilecek tesisler

Olimpiyatların İstanbul’un dokusuna ciddi ölçüde zarar vereceğine, hatta şehrin “felaketine” sebep olacağı (Kent Hareketleri grubunun söylemi) yönünde eleştiriler sıkça dillendiriliyor. Kentsel dönüşüm konusu bugün küresel gündemde en can alıcı sosyolojik ve mimari tartışmaların odağındaki bir kavram. Şahsen kentsel dönüşüm projelerini gözü kapalı desteklemek ya da ilkesel olarak hepsine karşı durmak yerine, her projenin kendi içinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Her türlü kentsel dönüşüm projesine kategorik olarak karşı olan kesimler var elbette. Bu kesimlerce her ne kadar olimpiyatların bu süreci hızlandıracağı ve meşruiyet sağlayacağı iddia edilse de, gerek halihazırda uygulanmakta olan ve olimpiyatlarla hiçbir bağlantısı bulunmayan projelerin varlığı, gerek de “İstanbul 2020 master plan” uyarınca yapılması öngörülen tesislerin konumu, olimpiyat oyunlarını kentsel dönüşümün baş suçlusu ilan etmenin haksızlık olduğu gerçeğini değiştirmiyor gözümde.

Öte yandan, “İstanbul 2020 Master Plan” incelendiğinde ( www.istanbul2020.com.tr sitesinde detaylar bulunabilir) “çevre katliamı” boyutuna varan bazı eleştirilerin abartılı olduğunu fark etmek mümkün. Bu yüzden, kategorik olarak karşı pozisyon alıp, genellemeler yapmak yerine bölge bölge ele almak gerekirse:

-Boğaz bölgesi (Bosphorus zone)

Bu kısımda tartışmaların odağında yer alan Haydarpaşa Limanı ve çevresi yer alıyor. Olimpiyat sonrasında sökülecek olan (26) kodlu okçuluk tesisi ve (27) kodlu plaj voleybolu stadyumunun (bu bölgede ben de gerekli olmadığını düşünüyorum) dışında deniz üzerinde bulunacak (25) kodlu kürek tesisinin de herhangi bir zararı olmayacak. Anadolu Yakası’nda (28), (29) ve (34) numaralı; Avrupa Yakası’nda da (22) ve (23) numaralı tesislerin halihazırda aktif biçimde kullanıldığını, Avrupa yakasındaki  da düşündüğümüzde tartışmalar, açılış ve kapanış törenleri için inşa edilecek büyük stadyum özelinde yoğunlaşıyor.

Haydarpaşa Limanı’nın dönüşüm ihalesine, planına, ilerideki kullanım amacına karşı olmak başka şey; limanın bugünkü gibi kalmasını savunmak başka. Ben doğumumdan itibaren 24 yıl kesintisiz İstanbul’da yaşamış ve yüzlerce kez vapurla o bölgeden geçmiş biri olarak liman bölgesinin bugünkü gibi konteynerların yığılı olduğu bir bölge halinde kalmasının savunulabileceğini düşünemiyorum. Tarihi miras olarak hepimizin gözbebeği olan Haydarpaşa Garı’na dokunulması da düşünülmediğine göre halihazırda konteynerların yığılı olduğu alana dünyanın en güzel manzaralı stadyumunu yapmanın nasıl bir zararı olabilir. Kaldı ki olimpiyatlar sonrası bu stadyumun dünyanın en prestijli açıkhava konser salonlarından biri haline dönüşeceğini tahmin etmek için de kahin olmaya gerek yok. Bu durumda da Haydarpaşa’ya yapılacak olan stadyum, garı veya herhangi bir tarihi değeri ortadan kaldırmayacak, bilakis ayrı bir cazibe merkezi haline getirecek.

-Orman bölgesi (Forest zone)

Bu bölgede yapılacak tesisler için, İstanbul’un zaten nadir kalan ormanlık bölgelerinden birinin tahribata uğrayacağını üzülerek kabul etmek zorundayım. Fakat yine bu tahribat konusundaki eleştirilerin de abartılı olduğu bir gerçek.

Bu bölgede en çok eleştirdiğim proje (30) kodlu atış poligonu. Toplumun geneline faydası olmayan, başka bir bölgeye de yapılması düşünülebilecek bir tesis olduğu kanısındayım. Belgrad Ormanları (31) kodlu bisiklet parkı (dağ bisikleti vs. için) ve (32) kodlu kano için yapılacak tesisler maliyetleri az ve olimpiyat sonrası kullanılabilecek projeler. (33) kodlu TT Arena da halihazırda kullanılıyor zaten. Burada bir orman katliamından ziyade, ormanlık alanda yapılacak tesislerin doğaya en az zarar verecek şekilde tasarlanması, bu tesislerin etrafında herhangi bir ilave yapılaşmaya izin verilmemesi hususunun esasen gündemde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Ormanlık alanda hiçbir tesis yapılmaması mümkün olabilir miydi bilemiyorum ama tüm adaylık projesini çöpe atmayı gerektirecek kadar büyük bir sıkıntı olmadığı açık.

-Olimpik şehir bölgesi (Olympic city zone)

Bu bölgedeki tesisler, başta Olimpiyat Köyü olmak üzere oyunların kalbini temsil edecek. Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nun 2001 yılında faaliyete geçmesinden bu yana hemen herkes tarafından yerin dibine batırıldığını, çoğu haklı sebeplerle (toplu ulaşım olmaması vs.) eleştirildiğini hepimiz biliyoruz. Bu bölgede inşa edilecek yeni tesislerle birlikte, Olimpiyat Köyü’nün de oyunlar sonrası toplu konut olarak kullanılacağını düşündüğümüzde, şu an şehrin sapa bir muhiti olan bölgenin bir cazibe merkezine dönüşeceğini tahmin etmek mümkün.

Burada da sapla samanı birbirinden ayırmak, bölgede mevcut gecekondu mahallelerine uygulanacak kentsel dönüşüm projeleri ve bölgenin değerlendirilmesinden mütevellit gerçekleştirilecek yeni inşaatlar hususunda kimsenin haksız yere mağdur edilmemesini ve yine kimsenin haksız rant elde etmemesini sağlamak için gerekli mücadeleyi vermekle, yapılacak tesislere karşı durup, Olimpiyat Stadı eleştirisini bir stres topu gibi her fırsatta tekrarlamaya devam etmek, “dağın başına stad yapıldı, yolu bile yok” söylemini yıllarca sürdürmek başka şeyler. Kısacası, yapılacak olan o tesislerde yetişecek sporcuları hiç hesaba katmasak dahi, o bölgenin ihya olması ve bu sürecin en uygun biçimde yürütülmesi için olimpiyat çok önemli bir fırsat olacak.

Olimpiyat köyü ve civarındaki tesislerin yanı sıra bu bölgede Esenler civarında inşa edilecek binicilik sahası, basketbol salonu ve golf sahası master plan’da yer alıyor.

Olimpiyat adaylığına karşı çıkanların özellikle Atina ve Pekin örneklerinden yola çıkarak, oyunlar sonrası tesislerin atıl kalarak “beyaz fil” haline geleceği yönündeki endişelerinin de bu aşamada gündeme getirilmesini çok anlamlı bulmuyorum. Bu konu, ülkedeki spor kültürünün gelişimiyle ele alınması gereken bir tartışma olması bir yana, esasen olimpiyat oyunlarından bağımsız olarak bu görüş, nasıl olsa atıl kalacak diye hiç tesis yapmama düşüncesini de zımnen içinde barındırıyor.

-Kıyı bölgesi (coastal zone)

Atatürk Havalimanı’na yakınlığının getirdiği avantajla, master plan’daki en önemli bölgelerden birini kıyı bölgesi oluşturuyor. Bu bölgede, halihazırda mevcut (15),  (16) ve (17) kodlu Sinan Erdem Spor Salonu ve çevresindeki tesislerin zaten olimpiyat için tasarlandığını biliyoruz. (18) kodlu Ataköy Marina da yat yarışları için biçilmiş kaftan.

Kıyı bölgesinde esas tartışma mevcut (19) kodlu Abdi İpekçi Spor Salonu’nun yakınlarında, tarihi surların bulunduğu “Golden Gate” olarak belirtilen bölgede inşa edilecek, yol bisikleti ve yürüyüş yarışlarının yapılacağı (20) kodlu “Golden Gate Park” ve (21) kodlu “Golden Gate Marina” üzerinde kopuyor. Her iki tesisin de geçici nitelikte olması ve oyunlar sonrası kaldırılacak olmalarını bir yana bıraktığımızda, buradaki eleştirileri de anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

Tarihi İstanbul surlarının korunmasıyla, hiçbir çalışma yapmayıp, olduğu gibi bırakılması kastediliyorsa bilemem. Fakat, en son örneğini Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nda gördüğümüz gibi, İstanbul’da yapılacak herhangi bir organizasyonda bilinen tarihi 2.700 yıla dayanan şehrin, bu derinliğini atlamak sahip olduğumuz bu engin mirasa ihanet olur gibi geliyor.  Şehir merkezinden kilometrelerce uzakta, bir uydu olimpiyat kentine sıkıştırılacak olimpiyatların İstanbul’da düzenlenmesinin hiçbir anlamı olmaz. Bu yüzden tarihi dokuya zarar vermeyecek biçimde, surların eşsiz atmosferinden faydalanma ve bu görsel ziyafeti tüm dünyayla paylaşma fikrini kesinlikle destekliyorum.  

Yazının ikinci kısmında da İstanbul’da olimpiyatın İstanbul’a, Türkiye’ye, insanımıza, spor kültürümüze ve bizatihi oyunların kendisine ve olimpizm ruhuna neler katacağını; olimpiyatların İstanbul’a ne kadar yakışacağını anlatmaya çalışacağım.


1 yorum: