29 Aralık 2010 Çarşamba

Ustalara Saygı Kuşağı: Javier Zanetti

Ben susacağım, rakamlar konuşsun.
Doğum tarihi: 10 Ağustos 1973
1995-2010 yılları arasında Inter'de 515 maç 15 gol
1994-2010 yılları arasında Arjantin milli takımında 138 maç 5 gol.
2010 yılı öncesinde 4 İtalya Serie A şampiyonluğu, 1 UEFA Kupası şampiyonluğu, 2 İtalya Kupası, 4 İtalya Süper Kupası
2009-2010 sezonu Zanetti için kariyerinin altın yılı oldu. Yukarıdaki kupaların yanına birer lig ve kupa şampiyonluğunun yanı sıra Şampiyonlar Ligi ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nı ekledi. Kazanamadığı tek kupa olarak UEFA Süper Kupa kaldı.
Tek talihsizliği Maradona'nın anlaşılmaz kararıyla Dünya Kupası kadrosunun dışında kalmasıydı. Halbuki  biraz yumuşak ve kolay dağılan bir takım görüntüsü veren Arjantin'i, tecrübesi ve inatçılığıyla belki de toparlayacak isim olabilirdi.
Yılın en iyilerini seçerken, bu istikrar abidesini Oscar'larda verilen yaşam boyu başarı ödülü cinsinden bir payeyle anmak gerek.
Futbolu bıraktığında, muhtemelen efsane Faschetti'nin 3 numaralı formasının yanında, Zanetti'nin 4 numaralı forması da emekliye ayrılacak.

2010'un en iyi 11'i

Geçen yıl blogun ilk zamanlarında, takım sporlarında yılın sporcusunu seçmenin yerindeliği konusunda bir şeyler karalamıştım. Fikrimi değiştirmiş değilim, örneğin bireysel performansı tavan yapan ve 2010 yılında Real Madrid'de 48 maçta 45 gol atan Ronaldo'nun elinde kazanmış olduğu hiçbir şey yok.
Yine de illa 2010 yılının futbolcusunu seçmek gerekirse seçimim Xavi olur. Gerek Dünya Kupası'ndaki performansı ve yıl içindeki istikrarı, gerek hayranlıkla izlediğimiz Barcelona ve İspanya milli takımındaki sistemin gerçek anlamda "beyni" görevini üstlenmesiyla bu ödülü hak ediyor bence.
FIFA'nın açıkladığı ilk 3 aday arasında Messi'nin yer almasını yadırgamıştım açıkçası. Eğer dünyanın halihazırdaki en iyi futbolcusunu seçiyorsak, sadık Ronaldo hayranları dışında sanırım kimsenin zaten itirazı olmaz. Ancak son tahlilde bu bir performans ödülü ve bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale, Dünya Kupası'nda da ancak çeyrek finale kadar gidebilmiş takımlarda yer alan bir oyuncudan bahsediyoruz.
Öte yandan, yok sayılan Sneijder, Şampiyonlar Ligi'ni kazanarak bir sürpriz yapan ve sezonu 5 kupayla kapatan Inter'in sisteminin kilit parçası olmaının yanı sıra, Hollanda'yı da Dünya Kupası finaline kadar götüren ve orta saha oyuncusu olmasına rağmen 5 golle gol krallığına da ortak olan bir isimdi ve adaylar arasında kesinlikle yer almalıydı.
Neyse, bireyleri geçip yılın takımına gelirsek, UEFA'nın sitesinde yaptığım seçimi bu kez mevki kısıtlaması olmadan daha özgür bir biçimde güncellemem gerekirse:
Julio Cesar (Inter-Brezilya)
Maicon (Inter-Brezilya)
Puyol (Barcelona-İspanya)
Lucio (Inter-Brezilya)
Bale (Tottenham-Galler) [Yıl boyunca sürekli bir performans olmasa da bu 11'de yer almayı hak edecek kadar etkileyici bir çıkış, üstelik sol bek kıtlığı da malum]
Sneijder (Inter-Hollanda)
Xavi (Barcelona-İspanya)
Iniesta (Barcelona-İspanya)
Robben (Bayern Münih-Hollanda)
Forlan (Atletico Madrid-Uruguay)
Messi (Barcelona-Arjantin)
Teknik Direktör: Jose Mourinho (Inter, Real Madrid)

Son olarak Türkiye'de uzun yıllardır hasretle beklediğimiz 5. şampiyonun çıkmasına rağmen, genel anlamda hızla geri geri koştuğumuz bir yıl oldu 2010. Yılın en iyi 11'ini yapmak dahi içimden gelmiyor. Sadece üç isimden bahsedeceğim.

Bursaspor takım olarak muhteşem bir performans sergiledi. İstikrarıyla ön plan çıkan ve 33 yaşına kendine milli takımda hak ettiği bir yer edinen Ömer Erdoğan en iyilerin başında geliyordu.

"Türkiye'de kaleci yetişmiyor" klişesinden kurtulduğumuzun açık kanıtı olan, Trabzonspor'un başarısının mimarlarından ve Şenol Güneş'le kendini inanılmaz biçimde geliştiren Onur Kıvrak da bu bahiste yerini almalı.

Fakat bu iki ismin yaında özellikle 2010-2011 sezonunun ilk yarısındaki performansıyla bütün Avrupa'yı ve Almanya'yı kendine hayran bırakan Dortmund'un en önemli oyuncusu Nuri Şahin kesinlikle yerini almalı. Nihayet 2005 U17 Dünya Kupası'nda gösterdiği potansiyeli gerçeğe dönüştürmeyi başardı. Gelecekten biraz umudumuz varsa Türk futbolu adına, ilk sebebimiz o. 

Zehirli rekabet

Olayı duymayan kalmadı ama yine de kısaca ve kelime oyunu yapmaksızın dürüstçe hatırlatmak gerekirse, "26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay Tesisleri'nde oynanan Galatasaray-Fenerbahçe U17 futbol maçının devre arasında iki takım oyuncuları arasında çıkan kavga esnasında tribünden sahaya inen bazı kişiler Fenerbahçeli futbolculara saldırdı." 

İlk andan beri öfke doluyum şiddetin bu artık şaşırtmayan kanıksanmış haline.  Bir gün bekledikten sonra yazmak istedim bunları, öfkem biraz soğur belki diye düşünerek... Bu bekleyiş, konuyla ilgili gelen açıklamaları etraflıca değerlendirmek açısında da iyi oldu. İtiraf etmek gerekirse Pazar günü Fenerbahçe tarafından gelen resmi açıklama gayet makul ve özenliyken, Galatasaray'ın açıklaması suya sabuna dokunmayan, durumdan neredeyse kendini sıyırmak isteyen bir tarzdaydı.

Olaydaki mağdurların 15-16 yaşında çocuklar olmasını, kendilerinden daha kalabalık bir grup tarafından beklenmedik bir saldırıya uğradıkalrından kendilerini koruyamadıklarını falan bir kenara bırakalım, olayın olduğu yer Galatasaray'ın tesisleri. Üstelik o hak etmeyen ağızlara sakız olmuş, salt Galatasaraylıların değil, ilgili her kesimin saygısını kazanmış; Türk futbol tarihinin yüz akı bir ismin, Metin Oktay'ın adını taşıyan tesisler. Başkan Adnan Polat istediği kadar "yönetime karşı çevrelerin provokasyonu, olay çıkarmak amacıyla tesislere gelen bir grubun yaptığı bir şey, bunu yapanlar Galatasaraylı değil" desin, bir anlamı yok. 105 yıllık Galatasaray camiası öyle ya da böyle misafirlerini koruyacak önlemleri alamadığı için utanç duymalıdır.

Yoksa herkes biliyor neyin ne olduğunu. Bu çocuklara saldıranların, "Galatasaraylı", "taraftar", "sporsever" olarak adlandırılamayacağı, hatta "insan" bile denemeyeceği biliniyor. Aynı şeyler Dereağzı'nda da yaşanabilirdi elbette ama bu gerçek de olayın vahametini azaltmıyor.

Lütfen bırakalım artık "münferit" olayların falanca camiayı bağlamayacağına dair avuntuları; kimseyi tatmin etmeyen, çocuk bile kandıramayacak açıklamaları. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyor değiliz. Bu bir yangın ve bütün yangınlar tek bir ağacın tutuşmasıyla başlıyor. 

Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti

Herkesin bildiği bir gerçek ama hatırlatmakta yarar var. Neye göe ölçüldüğü bilinmeyen bir büyüklük kavramının rüzgarında, dünyanın en büyük derbilerinden biri listelerinde görünce nedensizce gururlandığımız Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti aslında bu listelerde yer alan Celtic-Rangers, Real Madrid-Barcelona, Boca Juniors-River Plate derbileri gibi sosyal, ekonomik, siyasi veya dini bir temele dayanmıyor. Galatasaraylı ve Fenerbahçeliler hayatın her alanında beraberler, her partide iki takımı da tutan seçmenler var, iki takımın taraftarları da aynı gazeteleri okuyor, aynı yerlerde ibadet ediyor, aynı müzikleri dinliyor. Her takımın taraftarı, hele bugünün kozmopolit, kentleşme sürecini tamamlamaya yakın olmakla birlikte bu sürecin sancılarını yaşamaya devam eden Türkiye'sinde, nüfusun mozaiğinin bir alt modelini oluşturuyor. Yani, taraftar kitleleri arasındaki rekabet sadece spor alanı işin içine girdiğinde ortaya çıkıyor.

Aslında sadece sportif düzeydeki bir rekabetin milyonlarca kişilik kitleleri peşinden sürüklemesi, muazzam bir özellik. Sayılan diğer büyük rekabetler arasında bir ayrıcalık. Aynı zamanda bu iki kulübün Türk sporuna yaptığı katkı için de ciddi bir motivasyon unsuru. Galatasaray ve Fenerbahçe futbolun yanında, basketbol, voleybol, yüzme, kürek, atletizm, su topu, paralimpik sporlar...vs saymakla bitmeyecek branşta temelde birbirlerini geçmek için yaptıkalrı hamlelerle Türk sporunun lokomotifi olmuş durumdalar.

Fakat malesef, bu 105 yıllık rekabeti son yıllarda şiddet sarmalı içinde kaybetme yolundayız. Tribünlerin yarı yarıya bölündüğü günler tatlı bir nostalji, o kadarını bugünün endüstriyel futbolunda beklemek biraz lüks ama tatlı atışmaların, rekabetin güzelliğinin öne çıktığı zamanlar da giderek geride kalıyor. Ezeli rakip, hayatları yolunda gitmeyen birçok insan için nedensiz bir nefret nesnesine dönüşmüş durumda.   Bir insana, çocuk,genç, kadın erkek demeden giydiği forma taşıdığı kaşkol yüzünden saldıranlar var artık.

Benim okuduğum yıllarda vardı, şimdi Kurtlar Vadisi vs. kültürünün de etkisiyle sayıları artmıştır diye düşünüyorum, liselerdeki kerameti kendinden menkul reisler gibi, birey olamamış güdecek koyun arayan çobanlar, kulüp yönetimlerin verdiği tavizler sayesinde stadyumları hakim lumpen kültürün bir uygulama alanı haline getirdiler. Sorumsuz yayınlarla da desteklenerek sporu toplumda yükselen şiddet/nefret kültürüne alet ettik.

Öyle ki, normal hayatta kadınlarla konuşmaktan aciz adamlar, kadınlar basketbol maçında hayatını bu işten kazanan sporcu kadınlara, yüzleri kızarmadan küfür ettiler.

Övünebileceğimiz "ezeli rekabet, ebedi dostluk" mottosunun dostluk kısmını zaten Metin Oktay-Can Bartu dönemlerinde bırakmıştık ama rekabeti de kirlettik.  Sporcular, kendi işlerini yapmaktan ziyade rakibe posta koyarak taraftarın gözüne girdiklerini fark ettiklerinde, saha dışını olduğu kadar saha içini de kaybetik. Bir bulaşmadığımız çocuklar kalmıştı; geçtiğimiz pazar onu da hallettik.

Bir sonraki buluşmaya "intikam" parolasıyla hazırlanan grupların eline bıraktığımız "zehirli bir rekabet" var şimdi yaşadığımız.

Not: İflah olmayan bir iyimser olarak, haftasonu yaşanan bu olaylar belki de bıçağın kemiğe dayandığı noktadır, artık nihayete ermiştir diye düşünmek buna inanmak istiyorum. Bunun gerçek olup olmayacağını anlayabileceğim ilk fırsat bu akşam Abdi ipekçi'deki Galatasaray CC-Fenerbahçe Ülker maçı.  "Okullar olmasa maarifi çok güzel idare edecek" olan bakan misali, maça Fenerbahçe seyircisi alınmıyor...Bu yüzden, olay çıkmayacak:) ve bu maç elbette somut bir gösterge olmayacak. Ama ben yine de bir Galatasaray taraftarı olarak, Galatasaraylıların sağduyusuna inanmak istiyorum. Belki şiddetsiz, küfürsüz bir maç izleriz ve güzel günlere inancımız artar.

19 Aralık 2010 Pazar

Iniesta ve Dani Jarque

Dün akşam Barcelona'nın Espanyol'u yenerek bir derbi galibiyetine daha imza atması, yine rakibini sahadan silmesi, yine 5 gol atarak farklı kazanması haber değil. Uzun zaman sonra kalesinde gol görmesi, hatta Messi'nin bu maçta gol atamaması dahi haber değil. Haber aşağıda, çünkü futbolu biz bu yüzden seviyoruz.
 
 
 
Andres Iniesta oyundan çıkarken Espanyol taraftarlarınca ayakta alkışlanıyor. Sebepsiz bir centilmenlik gösterisi değil, vefaya vefayla verilen karşılık. Iniesta'nın Dünya Kupası'nda attığı golü ithaf ettiği, bu yeni stadda sahaya çıkma fırsatı bile bulamadan göçüp giden çocukluk arkadaşı Espanyollu Dani Jarque için bu alkışlar. Futbolcu olmadan önce "iyi adam" olmanın kıymetini hatırlatan... 

17 Aralık 2010 Cuma

UEFA Avrupa Ligi-Dublin yolu


UEFA Kupası'nın formatının değiştirilerek 5 takımlı, 2 içerde,  dışarda maç oynanan fevkalade saçma grup sisteminin terk edilmesi (darısı Ziraat Türkiye Kupası'nın başına), kupanın kalitesine ve heyecanına bir hayli olumlu yansıdı. Son hafta ununu eleyip, eleğini asmış birçok takım vardı elbette ama heyecanın son haftaya taşındığı gruplarda nefes kesen maçlar izlendi. Gruplarda mücadelenin tamamlanmasının ardından, Şampiyonlar Ligi'nden gelen 8 grup üçüncüsünün de katılımıyla Dublin'de oynanacak final yolunda 32 takımın mücadelesi başlayacak.

Son şampiyon Atletico Madrid'in son maçta elenmesi, toplam 4 İtalyan takımından sadece Napoli'nin, o da son dakika golüyle güç bela, devam edebilmesi, Doğu Avrupa takımlarının çoğu maçta iklim faktörünü de kullnanarak (Lech Poznan, Metalist, BATE, D.Kiev, Zenit) büyük başarı kazanması gibi faktörler öne çıktı.

Gruplardan çıkmayı başaran takımlar şöyle:

A Grubu:
Manchester City FC (ENG)
KKS Lech Poznań (POL)


Bu grubun en önemli olayı şüphesiz Juventus'un elenmesiydi. Birkaç yıldır istikrarsız bir performans çizen Juve'nin elenmesinden ziyade, 6 maçın 6'sını da beraberlikle tamamlamaları bu kupada eşine rastlanmamış bir performans oldu. 1998-99 Şampiyonlar Ligi grubunda ilk 5 maçı berabere tamamlayıp, son maçta Rosenborg'u yenerek gruptan çıkmışlardı. Hatırlanacağı üzere, o grupta Galatasaray A.Bilbao'ya son maçta yenilerek trajik biçimde elenmişti.

B Grubu:
Bayer 04 Leverkusen (GER)
Aris Thessaloniki FC (GRE)

Aris, Rosenborg galibiyetiyle işi son maçta bitirmiş gibi görünse de esasında ilk maç A. Madrid'i İspanya'da yenerek avantajı yakalamıştı. Son şampiyon için nispeten kolay bir grupta beklenmedik ve özellikle Sanchez Flores için düşündürücü bir sonuç oldu.

C Grubu:
Sporting Clube de Portugal (POR)
LOSC Lille Métropole (FRA)

Sürpriz yaşanmadı, beklenen takımlar üst tura çıktı. Sporting fazlasıyla rahat bir performansla lider oldu. Lille ise ikinciliği alırken beklenenden çok zorlandı

D Grubu:
Villarreal CF (ESP)
PAOK FC (GRE)

Villarreal'in liderliği alması zaten bekleniyordu ama ikincilik mücadelesi son maça taşındı. Dinamo Zagreb kendi evinde, gruplara F.Bahçe'yi eleyerek katılan ve oyun yapısı itibariyle tipik bir deplasman takımı görünümüdeki PAOK'a son maçta kaybetti ve Selanik ekibi ilk 32'ye kalmayı başardı.

E Grubu:
FC Dynamo Kyiv (UKR)
FC BATE Borisov (BLR)

Yıllardır Belarus futbolunun tek temsi,lcisi olarak adını duyduğumuz BATE (bir zamanlar Dinamo Minsk de vardı ama şimdi hiç isimleri duyulmuyor), nihayet yılların getirdiği bu tecrübeyle gruptan çıkmayı ve bahar aylarını görmeyi başardı. Esas hayal kırıklığı Van Gaal'den sonra iyice sıradan bir takıma dönüşen AZ'ye ait elbette.

F Grubu:
PFC CSKA Moskva (RUS)
AC Sparta Praha (CZE)

CSKA, vatandaşları Zenit gibi "perfect" çekme şansını son maç rehavetiyle yitirdi fakat grubu baştan sona domine ederek, kupanın da favorileri arasında yer aldığını gösterdi.  Grubun hayal kırıklığını çoğu İtalyan ekibi gibi Palermo yaşadı. Gruptaki esas rakipleri S.Prag'ı evlerinde yenmeyi başaramayınca gruptan çıkmaları hayal oldu. S.Prag da göze hoş gelen tempolu bir futbolla bol gollü maçlar izletti ve gözümde eski günlerdeki gibi sempatik bir takım olarak, benim gözümde gruptan çıkmayı fazlasıyla hak etti.

G Grubu:
FC Zenit St Petersburg (RUS)
RSC Anderlecht (GRE)

6'da 6 yapmak ölçü olmayabilir zira geçen yıl aynısını başaran Salzburg gruptan sonra ilerleyememişti. Fakat bu yıl bunu başaran tek takım olan Zenit, Spaletti yönetimindeki üstün performansını 3 yıl öncesindeki gibi Dublin yolunda giderek geliştirme potansiyeline sahip. Son maçta liderliği garantiledikleri halde AEK deplasmanında da aynı disiplinle oynayarak örnek bir sportmenlik sergilediler. Yunan takımları PAOK ve Aris ile son maçta güldüler ama AEK yerine bu gurpta bu mutluluğu yaşayan son maçta Hajduk Split önünde kazanmasını bilen Anderlecht oldu.

H Grubu:
VfB Stuttgart (GER)
BSC Young Boys (SUI)

Bundesliga'da zor günler geçiren Stutgart'a UEFA Avrupa Ligi ilaç gibi geldi. Tek fireyle rahatlıkla liderliği kaptılar. Şampiyonlar Ligi ön elemesinde göz alıcı bir performans ortaya koyan ve Tottenham'ı da elemenin eşiğine gelen Young Boys da, Getafe'nin vasatın altındaki performansı sayesinde gruptan çıkan diğer takım oldu.

I Grubu:
PSV Eindhoven (NED)
FC Metalist Kharkiv (UKR)

Hollanda'da bu yıl mükemmel giden PSV ,performansını burda da devam ettirince liderliği almakta zorlanmadı. Grubun finali niteliğndeki maçlarda Sampdoria'yı kilitlemeyi başaran Metalist ise sağlam savunmasının ödülü olarak ilk 32'ye kaldı. Şampiyonlar Ligi ön elemesinden gelen Sampdoria ise İtalyan takımlarının genel çöküşünde üstüne düşen rolü oynadı sadece.

J Grubu:
Paris Saint-Germain FC (FRA)
Sevilla FC (ESP)

Kuşkusuz en zevkli ve en çekişmöeli gruptu.  Bundesliga'da tarih yazan Dortmund, son maçta Sevilla deplasmanında, rakibin fazlasıyla profesyonel oyunu ve vakit geçirme taktikleriyle baş edemeyerek beraberliğe razı oılmak durumunda kaldı ve elendi. PSG, son dönemdeki toparlanma çizgisinin devamı niteliğinde bir performansla biraz da sürpriz biçimde namağlup liderliği almayı başardı. Grubun en zayıfı Karpaty'nin elinde ise son maçta almayı başardığı bir puanın tesellisi kaldı.

K Grubu:
Liverpool FC (ENG)
SSC Napoli (ITA)

Sezon öncesinde bu kupanın sorgusuz sualsiz favorisi olarak gösterilen Liverpool çeşitli sebeplerle bu unvanı hak etmenin kıyısına gelebilecek kadar iyi bir performans dahi sergileyememesine rağmen gurbu lider bitirmeyi başardı. Napoli ise beklentilerin altında kaldığı grupta, son maçta Cavani'nin dramatik golüyle turun eşiğne gelen Steaua'nın elinden ikinciliği kaptı.

L Grubu:
FC Porto (POR)
Beşiktaş JK (TUR)

Her şey Bernt Schuster'in kuralar çekildieğinde dile getirdiği, futbolla ilgili kişilerin de ezici bir çoğunluğunun tahmin edeceği şekilde gerçekleşti. CSKA Sofya ve Rapid Wien kurayı dengesiz kılacak kadar güçsüz takılar olsalar da, Türk takımlarının bu sezonki berbat perormansı göz önüne alındığında Beşiktaş'ın disiplinli ve başarılı performansını alkışlamak gerek.

Diğer taraftan, şunu da söyleyeyim. Boas'ın kafasındakinee yakın futbolu oynadığında nasıl etkili olduğunu gördüğümüz Porto, bence kupanın bir numaralı favorisi.

Kura çekimine ilişkin de bir iki kelam gerekirse, Beşiktaş'a ya 2002-2003 sezonunu Pascal Nouma'nın unutulmaz golünü hatırlatan Dinamo Kiev ya da "iyi tanındığı" Portekiz'den açık futbolu seven, kadro kalitesi olarak Beşiktaş'ın altındaki (Arsenal'i yenmiş veya ŞL play-off'ta Sevilla'yı elemiş olsalar dahi) Braga'yı isterim.

Şampiyonlar Ligi Apertura sonrası

Uzun süredir bloga dokunamadığımdan, gruplar da geçtiğimiz hafta tamamlandığından son maçlar hakkında bir değerlendirme yazmak anlamsız artık. Fakat Mayıs ayında Wembley'deki finalde olmak için, geriye kalan 16 takımın esas, ebnce de en zevkli kısmını oluşturan mücadelesi başladı. 1992'de bu stadın eski halinde kupayı alan Barcelona bu yıl yine mükemmel ve şüphesiz en büyük favori, ama geçen sezon da çok farklı değildi. Çeyrek finallere kadar kimsenin aklında olmayan final ihtimali gerçek oldu ve sürpriz sayılabilecek bir şampiyon çıktı.  

Bu sene ne olacağı hakkında net bir fikir için Şubat'ı bekleyeceğiz ama ihtimalleri düşünmek için eşsiz bir fırsat olan kura çekimi önümüzde.

Grup Liderleri: Tottenham, Schalke, Man Utd, Barcelona, Bayern, Chelsea, Real Madrid, S.Donetsk
İkinciler: Inter, Lyon, Valencia, Kopenhag, Roma, Marsilya, Milan, Arsenal

Söylediğim gibi kura çekiminin ardından kimlerin yolunun açılacağını, bahar aylarının nasıl bir seyir izleyeceğini kestirebiliriz. İkinciler arasından Arsenal, Milan ve Inter öne çıkıyor. Benim aklımdan geçen kura ise (bakalım kaçta kaç tutacak) şöyle olabilir:

Tottenham-Roma
Schalke-Milan
Man Utd-Inter
Barcelona-Lyon
Bayern-Kopenhag
Chelsea-Valencia
Real Madrid-Arsenal
S. Donetsk-Valencia