29 Aralık 2010 Çarşamba

Zehirli rekabet

Olayı duymayan kalmadı ama yine de kısaca ve kelime oyunu yapmaksızın dürüstçe hatırlatmak gerekirse, "26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay Tesisleri'nde oynanan Galatasaray-Fenerbahçe U17 futbol maçının devre arasında iki takım oyuncuları arasında çıkan kavga esnasında tribünden sahaya inen bazı kişiler Fenerbahçeli futbolculara saldırdı." 

İlk andan beri öfke doluyum şiddetin bu artık şaşırtmayan kanıksanmış haline.  Bir gün bekledikten sonra yazmak istedim bunları, öfkem biraz soğur belki diye düşünerek... Bu bekleyiş, konuyla ilgili gelen açıklamaları etraflıca değerlendirmek açısında da iyi oldu. İtiraf etmek gerekirse Pazar günü Fenerbahçe tarafından gelen resmi açıklama gayet makul ve özenliyken, Galatasaray'ın açıklaması suya sabuna dokunmayan, durumdan neredeyse kendini sıyırmak isteyen bir tarzdaydı.

Olaydaki mağdurların 15-16 yaşında çocuklar olmasını, kendilerinden daha kalabalık bir grup tarafından beklenmedik bir saldırıya uğradıkalrından kendilerini koruyamadıklarını falan bir kenara bırakalım, olayın olduğu yer Galatasaray'ın tesisleri. Üstelik o hak etmeyen ağızlara sakız olmuş, salt Galatasaraylıların değil, ilgili her kesimin saygısını kazanmış; Türk futbol tarihinin yüz akı bir ismin, Metin Oktay'ın adını taşıyan tesisler. Başkan Adnan Polat istediği kadar "yönetime karşı çevrelerin provokasyonu, olay çıkarmak amacıyla tesislere gelen bir grubun yaptığı bir şey, bunu yapanlar Galatasaraylı değil" desin, bir anlamı yok. 105 yıllık Galatasaray camiası öyle ya da böyle misafirlerini koruyacak önlemleri alamadığı için utanç duymalıdır.

Yoksa herkes biliyor neyin ne olduğunu. Bu çocuklara saldıranların, "Galatasaraylı", "taraftar", "sporsever" olarak adlandırılamayacağı, hatta "insan" bile denemeyeceği biliniyor. Aynı şeyler Dereağzı'nda da yaşanabilirdi elbette ama bu gerçek de olayın vahametini azaltmıyor.

Lütfen bırakalım artık "münferit" olayların falanca camiayı bağlamayacağına dair avuntuları; kimseyi tatmin etmeyen, çocuk bile kandıramayacak açıklamaları. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyor değiliz. Bu bir yangın ve bütün yangınlar tek bir ağacın tutuşmasıyla başlıyor. 

Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti

Herkesin bildiği bir gerçek ama hatırlatmakta yarar var. Neye göe ölçüldüğü bilinmeyen bir büyüklük kavramının rüzgarında, dünyanın en büyük derbilerinden biri listelerinde görünce nedensizce gururlandığımız Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti aslında bu listelerde yer alan Celtic-Rangers, Real Madrid-Barcelona, Boca Juniors-River Plate derbileri gibi sosyal, ekonomik, siyasi veya dini bir temele dayanmıyor. Galatasaraylı ve Fenerbahçeliler hayatın her alanında beraberler, her partide iki takımı da tutan seçmenler var, iki takımın taraftarları da aynı gazeteleri okuyor, aynı yerlerde ibadet ediyor, aynı müzikleri dinliyor. Her takımın taraftarı, hele bugünün kozmopolit, kentleşme sürecini tamamlamaya yakın olmakla birlikte bu sürecin sancılarını yaşamaya devam eden Türkiye'sinde, nüfusun mozaiğinin bir alt modelini oluşturuyor. Yani, taraftar kitleleri arasındaki rekabet sadece spor alanı işin içine girdiğinde ortaya çıkıyor.

Aslında sadece sportif düzeydeki bir rekabetin milyonlarca kişilik kitleleri peşinden sürüklemesi, muazzam bir özellik. Sayılan diğer büyük rekabetler arasında bir ayrıcalık. Aynı zamanda bu iki kulübün Türk sporuna yaptığı katkı için de ciddi bir motivasyon unsuru. Galatasaray ve Fenerbahçe futbolun yanında, basketbol, voleybol, yüzme, kürek, atletizm, su topu, paralimpik sporlar...vs saymakla bitmeyecek branşta temelde birbirlerini geçmek için yaptıkalrı hamlelerle Türk sporunun lokomotifi olmuş durumdalar.

Fakat malesef, bu 105 yıllık rekabeti son yıllarda şiddet sarmalı içinde kaybetme yolundayız. Tribünlerin yarı yarıya bölündüğü günler tatlı bir nostalji, o kadarını bugünün endüstriyel futbolunda beklemek biraz lüks ama tatlı atışmaların, rekabetin güzelliğinin öne çıktığı zamanlar da giderek geride kalıyor. Ezeli rakip, hayatları yolunda gitmeyen birçok insan için nedensiz bir nefret nesnesine dönüşmüş durumda.   Bir insana, çocuk,genç, kadın erkek demeden giydiği forma taşıdığı kaşkol yüzünden saldıranlar var artık.

Benim okuduğum yıllarda vardı, şimdi Kurtlar Vadisi vs. kültürünün de etkisiyle sayıları artmıştır diye düşünüyorum, liselerdeki kerameti kendinden menkul reisler gibi, birey olamamış güdecek koyun arayan çobanlar, kulüp yönetimlerin verdiği tavizler sayesinde stadyumları hakim lumpen kültürün bir uygulama alanı haline getirdiler. Sorumsuz yayınlarla da desteklenerek sporu toplumda yükselen şiddet/nefret kültürüne alet ettik.

Öyle ki, normal hayatta kadınlarla konuşmaktan aciz adamlar, kadınlar basketbol maçında hayatını bu işten kazanan sporcu kadınlara, yüzleri kızarmadan küfür ettiler.

Övünebileceğimiz "ezeli rekabet, ebedi dostluk" mottosunun dostluk kısmını zaten Metin Oktay-Can Bartu dönemlerinde bırakmıştık ama rekabeti de kirlettik.  Sporcular, kendi işlerini yapmaktan ziyade rakibe posta koyarak taraftarın gözüne girdiklerini fark ettiklerinde, saha dışını olduğu kadar saha içini de kaybetik. Bir bulaşmadığımız çocuklar kalmıştı; geçtiğimiz pazar onu da hallettik.

Bir sonraki buluşmaya "intikam" parolasıyla hazırlanan grupların eline bıraktığımız "zehirli bir rekabet" var şimdi yaşadığımız.

Not: İflah olmayan bir iyimser olarak, haftasonu yaşanan bu olaylar belki de bıçağın kemiğe dayandığı noktadır, artık nihayete ermiştir diye düşünmek buna inanmak istiyorum. Bunun gerçek olup olmayacağını anlayabileceğim ilk fırsat bu akşam Abdi ipekçi'deki Galatasaray CC-Fenerbahçe Ülker maçı.  "Okullar olmasa maarifi çok güzel idare edecek" olan bakan misali, maça Fenerbahçe seyircisi alınmıyor...Bu yüzden, olay çıkmayacak:) ve bu maç elbette somut bir gösterge olmayacak. Ama ben yine de bir Galatasaray taraftarı olarak, Galatasaraylıların sağduyusuna inanmak istiyorum. Belki şiddetsiz, küfürsüz bir maç izleriz ve güzel günlere inancımız artar.

1 yorum:

  1. çok iyi yazmışsın. ben de galatasaray'ın bu konuda yaptığı "kontrolümüz dışında" açıklamasından, bir galatasaraylı olarak, utandım. şimdi galatasaray bir avrupa maçında böyle bir saldırıya uğrasa nasıl tepki verirlerdi acaba polat ve yönetimi? özür dileyebilmek, sorumluluğunu kabul edebilmek küçüklük değildir, bunu bir anlayabilsek...

    YanıtlaSil