16 Kasım 2010 Salı

Formula 1: Heyecan geri döndü




Formula 1’i düzenli olarak izlemeyi ne zaman bıraktığımı hatırlamıyorum. Halbuki 1990’ların ikinci yarısında hafta sonlarımın en büyük heyecanıydı. İlk izlediğim 1997 sezonunda, Jacques Villeneuve’ün şampiyonluğu kazandığı yarışla (hani Schumacher’in engellemek maksadıyla kasten çarptığı yarış) tam bir F1 meraklısı haline geldim. Hatta o dönemde yeni kurulan ve Kenan Onuk yönetiminde müthiş bir ekiple haftasonuna büyük keyif katan NTV ekranlarına Okay Karacan’ın sesiyle dinlemek, Hakkinen-Schumacher/ McLaren-Ferrari rekabetine tanıklık etmek bambaşkaydı.


Sonrasında nasıl oldu bilmem, ilgim azalmaya başladı. Önceleri, yarışların sadece startını izleyip, aralarda gidişatı kontrol ettim. Daha sonra ise sadece yarış sonunda kim kazanmış ona baktım. İstanbul Park’a da sadece bir kez 2006’da gittim. Bunda Ferrari’nin hükümranlığı, Schumacher’in rakipsizliği ezcümle rekabetin giderek azalması etkili oldu. Schumacher, istatistiklere göre gelmiş geçmiş en başarılı hatta en yetenekli pilottur belki ama nedense ben hiç sevemedim. Belki fazla mükemmel geldiği için. 2005’te Alonso’nun Reanult ile aldığı ilk şampiyonlukta bu heyecanı geri kazanır gibi oldum ama F1’in yeniden ilgi alanımın dışına çıkması uzun sürmedi.

Aslında, bu zaman diliminde dünya çapında da ilginin azaldığı ve bunda Ferrari’yi dengelemek için yapılan kural değişikliklerinin etkisi olduğu söylendi otoritelerce. Ne kadar doğrudur bilemiyorum?

Neticede, amaç her ne olursa olsun F1 yönetimi 2008’den itibaren rekabeti yeniden canlandırmayı başardı. Farklı tarzlara sahip yetenekli genç pilot sayısının artması ve puanlama sistemindeki değişiklikler heyecanı geri getirdi ve bu heyecan 2010 sezonunun son yarışı olan Abu Dabi GP’ne 4 pilotun birden şampiyonluk iddiasıyla gelmesi sayesinde tavan yaptı. Sonuç, henüz 6 yıl önce kurulan Red Bull takımının ve en genç şampiyon unvanını ele geçiren Alman Sebastien Vettel’in göz kamaştıran başarısı oldu.

Red Bull: Strateji ve kararlılık

Red Bull, Formula 1 “pazarına” 6 yıl önce girdiğinde, işin sadece marketing yönünün ağırlıklı olduğu, gridde boy göstermekle yetinen ve belki bazı yarışlarda puan, çok çok istisnai hallerde de podyum görebilen alışılmış markalardan biri olabileceği düşünülebilirdi. Fakat, Red Bull, planlı bir strateji, gerçekçi hedefler ve isabetli pilot seçimiyle giderek varlığını hissettirdi ve bu sezon zirveye oturdu.

Son yarıştan önce markalar şampiyonluğunu ilan etmişlerdi zaten. Son yarışta Ferrari gibi bu işin kurdu olan bir takımı pit stop stratejileriyle nasıl alt ettiklerini görünce, şampiyonluğu hak ettikleri yönde hiçbir şüphe de kalmamış oldu.

Red Bull’un bu sezonki en çok hoşuma giden yönü ise, “takım emirleri” konusundaki tavırları oldu. Bu tavır, şampiyonluk şansı daha fazla görünen Webber’i çileden çıkarsa da taviz vermediler ve arkasında durdular. Böylece hem iki pilotlarının arasındaki tatlı rekabetten yararlandılar, hem de ikisini birden iddialı tutarak daha etraflı bir strateji geliştirmeyi başardılar.

Son yarışa lider giren Fernando Alonso, yarış boyunca fazla risk almadan temkinli bir tempoda giderek kendisine yetecek puanları almak ve bunu yaparken de en yakın rakibi Webber’i “kollamak” peşindeydi. Zaten, Webber erken pite girince kendisinin de aynı şeyi yapması bu stratejinin göstergesiydi. Fakat, Red Bull, fazla hesaba katılmayan Vettel’in farkı rahatlıkla açmasını sağlayacak bir stratejiyle başarıya ulaştı.

Vettel, en genç şampiyon unvanını Hamilton’un elinden alırken, F1’in nasıl bir yöne doğru seyrettiği konusunda da ipuçları vermiş oldu. Vettel, çok yetenekli ve bugünlere geleceği önceden tahmin edilebilen bir isim. Artık takımlar F1 araçlarının koltuğuna oturtacakları isimlerin, çok uzun yıllar başka platformlarda tecrübe kazanmış olmalarından ziyade, çalışma disiplini ve geliştirilebilir bir yeteneğe sahip olup olmadıklarına bakıyorlar. Vettel de bu profile uyan, yarışçı ruhlu, yani yarış içinde gereken yerlerde agresiflik gösterebilen ama genel anlamda da dengeli bir pilot.

Fernando Alonso ise, F1’deki en yetenekli ve en istikrarlı pilotların başında gelir ve belki de bu sezonun ikinci yarısından itibaren gösterdiği başarıyla şampiyonluğu da hak etmiştir ama Abu Dabi’de yaşanan türde dramatik sonlar bu tür sporlara esas heyecanı katmıyor mu? Alonso, Abu Dabi GP’de çok uzun süre Renault pilotu Petrov’un arkasında kaldı ve bir türlü gerekli hamleyi yapamadı. Yarışta sonra, kaybetmenin siniriyle pist ortasında Petrov’a aşağıdaki videoda görülen çıkışması da, 2010 yılının aklıda kalacak görüntüleri arasında yerini aldı.

2011 sezonu çok daha heyecanlı ve çekişmeli geçecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder