Olimpiyat bahsinden hemen
önce de 28 Ağustos 2013’te Fatih Terim-Ünal Aysal ilişkisi üzerine bir şeyler
karalamıştım. O noktada da yaşadığım büyük hayal kırıklığının yanına bütün
vaziyeti çok yanlış yerden okuduğumu anlamamın kendi içimde yol açtığı
mahcubiyet eklendi. Bahsettiğim dönemde Fatih Terim Galatasaray’ın başında 3.
sezona başlamış ve krizdeki milli takım için de acil durum çözümü olarak düşünülmüştü.
Ben de hocanın görevi kabul ederek risk aldığını, yönetimin ise olgun ve
pragmatik bir tavır gösterdiğini yazmıştım. İtiraf edeyim, hayatımda yaşadığım
en ağır yanılgılardan biriymiş. Meğer Başkan Ünal Aysal ve yönetimi, ağırlığı
altında ezildiklerini hissettikleri Fatih Terim’den kurtulmak için bahane
arıyormuş.
Dostlarla sohbetlerde,
twitter gibi mecralarda Fatih Terim’in kovulmasına karşı duyduğum tepkiyi dile
getirdim ama herhalde bu çuvallamamın ağırlığıyla yüzleşip buraya yazamadım.
Sonra yeniden Galatasaray’ı yazabilmek için uzun bir süre Mancini’yi çözmeye
çalıştım. Kimi zaman beni heyecanlandıran ve umutlandıran hamlelerini kısa bir
süre içinde hayrete düşüren ve öfkelendiren hamleleri takip edince net bir
karara varamadım. Sonunda da sezon sonunu bekleyip kendi kendime bir
değerlendirme yapayım dedim.
Burayı okuyanlar
bilirler, aylık dergiye yazar gibi uzun yazmayı seviyorum. Hele 9
ay ara verdikten sonra ben de kafamdaki her şeyi nasıl özetleyeceğimi
bilmiyorum. Bu yüzden, Galatasaray’ın 2013-14 sezonunu 10 maddede analiz etmeyi
denemeye karar verdim. Şimdiden kaçacaklar için söyleyeyim, yazının iki ana
fikri var. Birincisi: Galatasaray, öncelikle yapısal sorunları olan kadrosu
yüzünden başarısız bir sezon geçirdi. İkincisi: Mancini’nin kalması doğru
karar, çünkü yeni sezonda daha başarılı olacak.
- Boşa
harcanan 2013 yaz transfer dönemi
Üst üste 2 yıl şampiyon olmuş, uzun yıllar sonra ilk kez katıldığı
Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale çıkmış ve orada da Real Madrid’i titretmiş, oturmuş
bir kadroya sahip bir takımdan, yeni sezon öncesi eksikliğini gördüğü noktalara
birkaç rötuşun yeterli olacağını düşünmek normaldir. Galatasaray’ın yazın
yaptığı transferler bu anlamda isabetli denebilirdi. Bruma, sürati ve
patlayıcılığıyla tüm dünyanın izlediği müthiş bir genç yetenek olarak kanatlara
canlılık getirecek, Lille’deki başarısıyla oynadığı aylar boyunca izlenen
Chedjou da savunmaya liderlik yapacaktı. Fakat bu iki isim takımın yaşadığı
eksikliği gidermeye yetmedi. Örneğin sezon başında Fenerbahçe’ye kaptırılan
Alper Galatasaray’a çok gerekli tipte bir oyuncuydu, Alper gelmeyince bu
ihtiyaç unutuldu. Sol bekte inanılmaz bir profesyonellikle sırıtmadan oynayan
Riera herhalde biraz daha idare eder denince sol bek alınmadı. 2012-13 sezonunda
daha düşük tempoda oynayan, daha ziyade topa fazla sahip olmaya dayalı bir
anlayışta ileri top taşımada kritik rol üstlenen Hamit’e (belki Engin’in bu işi
yapabileceği düşünüldü), iki yıldır üst düzey performans veren Selçuk’a bir
alternatif veya kadro derinliğin arttıracak yerli bir stoper (Uğur Demirok,
Serdar Aziz) düşünülmedi. En önemlisi 6+0+4 sistemi hiç uygulanmayacakmış gibi
takım kimyası hiç umursanmadı.
- Yabancı
sınırından en olumsuz etkilenen takım
Türkiye Ligi’nde kadroyu kurarken ilk önce yabancıları yazılıyor. Sezon
başındaki Galatasaray’a bir bakalım. Muslera, Melo, Sneijder ve Drogba’nın
yerleri garanti görüldüğüne göre kalan 2 yer için Chedjou, Eboue, Riera,
Amrabat, Bruma ve Dany savaşıyor. Burada hangi oyuncuyu ilk 11’e koyarsanız koyun
alternatif sıkıntısı yaşanması doğal. Defansa ağırlık verecek olup bir bek ve
bir stoper alsanız, hem diğer bekin (Sabri veya Hakan Balta) güvenilmez performansına
muhtaç kalıyor hem de oyunu açabilecek bir hamle oyuncusundan yoksun
kalıyorsunuz. Hücumcuları oynatsanız bu sefer savunmada sıkıntı büyüyor zira
2012/13 sezonunun son 10 maçını harika oynasa da açık alanda zaaf gösteren ve
sağlık durumuna %100 güvenemeyeceğiniz Gökhan Zan’a muhtaç kalıyorsunuz.
Bu sıkıntıyı Galatasaray sezon boyunca özellikle ilk yarıda derinden
yaşadı. Mancini, bu bozuk takım kimyasını görüp çılgın deneyler yapmaya soyundu
ama bunların çoğunda başarısız oldu. Devre arası yapılan transferlerin büyük
çoğunluğu rotasyona girebilecek kadar bile performans sergilemeyince belki bolluk
içinde yokluktan, kısır kadro içinde macera denilecek bir döneme geçildi.
Neticede, orta sahası ve savunmasının iki kanadı Türkiye’deki en iyi yerli
oyunculardan oluşan Fenerbahçe, yabancı sınırlamasından en ufak şekilde
etkilenmeden arayı açarken, Galatasaray bu bozuk kimyadan istikrar üretemedi.
- Terim’in
kriz çözme becerisinin aranması
Galatasaray yine de bu bozuk kimyadan bir formül üretebilirdi belki ama
bunu yapabilecek tek kişi olan Fatih Terim’le yollar ayrıldı. Bu varsayımda
bulunmak belki anlamsız, hatta duygusal gelebilir fakat ben Fatih Terim’in
kalması halinde Galatasaray’ın ligi yine şampiyon bitirmiş olabileceğine
inanıyorum. Bahsettiğim kriz çözme becerisini somutlaştırmak gerekirse; 2011-12
sezonunda İBB maçındaki kadroyu ve 9. haftada Fenerbahçe önüne çıkan kadroyu;
Semih ve Emre Çolak’ın nasıl ilk 11’e yerleştiğini, kanat oyuncusu kullanmayan
merkez özellikli dört orta saha ile rakibe nasıl baskı kurulduğunu, devre arası
transfer edilen ve çoğunluğun dudak büktüğü Necati’nin gollerini hatırlayın.
Sonra 2012-13 sezonunun devre arasından sonra Sneijder ve Drogba’lı formasyonun
nasıl oturtulduğunu, Riera’dan nasıl bir sol bek devşirildiğini, transfer
ücretinden dolayı eleştirilere konu olan ve benim de beğenmediğim Amrabat’ın
hamle oyuncusu olarak Şampiyonlar Ligi’nde kaç asist yaptığını, hatta gitmek
üzere olan maçlarda (tasvip edilip edilmemesi ayrı mesele) Terim’in takımı
ateşlendirmek için saha kenarında yaptıklarını hatırlayın.
Bu yıl da 6-1’lik Real yenilgisi bu hünerin gösterilmesine ihtiyaç olduğunu
belgeleyen yeterince büyük bir krizdi. Galatasaray, hemen akabinde Olimpiyat
Stadı’ndan Beşiktaş galibiyetiyle çıkmış ayağa kalkma yoluna girmişti. Sonra
birdenbire Terim gitti. Terim ile Mancini’yi taktik becerisi açısından karşılaştırmıyorum.
Kendini uluslararası planda ispatlamış iki büyük isim olarak farklı yönlerde
artıları eksileri elbet vardır. Fakat Mancini’den tanımadığı bir ligde
oturmamış bir takımla başarı kovalarken Terim’in ortaya koyabileceği biraz
“alaturka” da denebilecek çözümleri beklemek elbette haksızlık olurdu.
- Mancini’nin
en büyük handikapı: Oyuncu yönetimi
Yukarıda bahsettiğim kimyası bozuk kadrodan en iyi verimi ancak ve ancak
bazı kilit oyuncuların bireysel performansını yükselterek gösterebilirsiniz.
Mancini’nin Galatasaray’a gelmesinden bu yana, ilk sezonki performansını
yakalayan Melo’yu saymazsak, daha iyiye gittiği söylenebilecek tek isim, bu
sezonun gerçek kahramanı olan Sneijder.
Mancini, Galatasaray’a gelirken muhtemelen Avrupa’nın en büyüklerinden biri
olduğunu iddia eden bir kulüpten, haklı olarak kusursuz bir organizasyon
bekledi ve antrenman/taktik boyutundaki katkılarının başarı için yeterli
olacağını düşündü. Bu yüzden birebir oyuncu yönetimi boyutuyla pek ilgilenmedi.
Halbuki Türk futbolcularının bir çoğunun temel eğitimlerindeki ve taktik
bilgilerindeki yetersizlikler, sezon içinde birçok maçta Galatasaray’ın komik
görüntüler vermesine, olmayacak goller yemesine neden oldu. Mancini bu durumu
kavramakta geç kalıp, yaptığı deneylerle durumu istemeden daha da karmaşık hale
getirdi. Bu noktada yardımcısı Tugay Kerimoğlu da hiç inisiyatif almayarak, ya
da bu görüntüyü vererek büyük bir hayal kırıklığı yaşattı.
Takımın kilit oyuncularından Selçuk, Burak ve Semih’in sezon sonuna doğru
performanslarındaki yükseliş ve kadro istikrarının yakalanması kötü geçen bir
sezonun kupa ve Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılımın sağlanmasıyla olabilecek
en iyi biçimde sonuçlandı. Bu durum Mancini’nin de artık buradaki koşullara
vakıf olduğu yönünde umut veriyor.
- Devre
arası transferleri fiyaskosu
Galatasaray’ın devre arası transferlerinin sorumlusu kim bilmiyorum ama
herhelde bu isimleri Mancini istedi diyerek yönetimin kendini kurtarması mümkün
olmayacaktır. Çünkü Telles dışında hiçbir oyuncudan verim alınamadı. Gelen
oyunculara şöyle bir bakalım: Alex Telles, Burdisso, Hajrovic, Ontivero, Salih
Dursun, Veysel Sarı, Koray Günter, Umut Gündoğan, Oğuzhan Kayar.
Bu oyunculardan Telles Galatasaray’da oynayabilecek kalitede ve gelişme
potansiyeli bulunan bir sol bek. Veysel Sarı, bence yeterli görülmese de farklı
mevkilerde oynayabilecek iyi bir ilk 18 oyuncusu. Koray Günter de şans buldukça
faydalı olacak, kalitesini belli eden bir stoper. 19 yaşındaki diğer oyuncu
Oğuzhan’ı da bir kenara koyalım. Diğer oyunculardan hiçbiri maalesef
Galatasaray’da oynayabilecek bir ışık vermediler. Ontivero belki bu yıl kiraya
verilirse onun potansiyelini görme şansımız olacak. Ancak ne Salih Dursun ne de
Umut Gündoğan yeterli ışığı verebildiler. Burdisso her ne kadar maliyetli olsa
da “yılın bidonu” denebilecek kadar kötü bir transferdi. Hajroviç ise teknik
kapasitesi yüksek ama genel kalite olarak Şampiyonlar Ligi seviyesinin çok
gerisinde göründü.
Devre arası transferiyle gençleştirme operasyonu olmaz. Bu dönemde takımın
ihtiyacı olan, hemen verim alabileceğiniz nokta transfer yapmalısınız.
Türkiye’de çoğu kulüp bu ta Nobre’nin gelişinden beri bu işi iyi beceriyor
(bkz. Gekas, Edinho). Bir diğer ihtimal de iyi işleyen kadronun havasını
değiştirecek “çilek” tabir edilen transferler. Galatasaray önceki iki sezonda
bu iki modeli de Necati / Sneijder&Drogba uygulamış ve olağanüstü verim
almıştı. Geçtiğimiz sezon ise yönetimin çuvalladığını söylemek mümkün. Sadece
Hajrovic ve Burdisso’nun performanslarının, haklı olarak yerin dibine batırdığımız
Amrabat ve Dany’den geri kalması bile bunun göstergesi. Umarım yine yanıldığım
hususlar olur da sezon başı kampını iyi geçirebilecek Umut, Salih gibi
oyuncular yeni sezonda rotasyonda yer bulur.
- Oyun
felsefesi: Kaos futbolu, savunma futbolu, pas futbolu ya da
futbolsuzluk
Aslında herhangi bir takımın oyun anlayışını tek bir tanıma indirgeyerek
etiketlemenin çok doğru bir analiz biçimi olduğunu düşünmüyorum. Fakat bir
takımın başarılı olması için rastgele biçimlenen taktikler yerine genel bir
oyun felsefesine sahip olması da şart. Yine geçtiğimiz sezonki Fenerbahçe’ye
bakarsak, hücumda kaybettiği topları şok presle geri kazanmayı ana hedef olarak
belirleyen, yüksek tempoyla rakibi boğan ve hücuma yayılırken her iki bekini de
aktif kullanan bir takım olarak basitçe tanımlamak mümkün. Galatasaray’ın bu
yılki oyun felsefesini tarif etmek zor olduğu gibi uygulanmak istenen bazı
taktiklerin de elde mevcut oyuncu grubuna uymaması beklentilerin altında
kalınması sonucunu doğurdu.
Galatasaray, Terim döneminde 2011-12 sezonunda yüksek tempo ve prese dayalı
bir oyun ortaya koyarken, 2012-13 döneminde Burak, Hamit ve özellikle
Sneijder&Drogba transferlerinden sonra daha az baskı kuran ve daha çok topa
sahip olan bir takıma dönüşmek durumunda kaldı. Bu durum aslında takımın genel
itibariyle pozisyon üretmekte zorlanmasını beraberinde getirirken oyuncuların
üstün kalitesi sayesinde sorunlar görünmez kılındı.
2013-14 sezonuna başlarken belki teşhis doğru konulmuştu ama kadroya yeterli
müdahale yapılamamıştı. Böylelikle Mancini döneminde, Galatasaray’ın özellikle
deplasmanlarda 2012-13 sezonundan devraldığı pozisyon üretememe sıkıntısının
giderek arttığını gördük. Oyun sıkıştığında açamayan Galatasaray, bir yandan da
savunmasına baskı yapıldığında geriden top çıkarmakta zorlanıyordu. Kısacası,
takım top çıkarmak için savunmada aklıyla oynayan Ujfalusi gibi bir savunma
komutanına ihtiyaç duyuyordu. Bunun da ötesinde, daha da önemli bir sıkıntı
olarak orta sahada takımı ileriye taşıyacak oyuncu sıkıntısı çekildi sezon
boyunca. Selçuk’un formsuz bir yıl geçirmesinin yanında, ilk geldiği sezon çok
eleştirilen Hamit’in sakatlığının etkisi beklenenden fazla oldu. Hamit her ne
kadar çok top kaybetse ve kimi zaman takımın el freni gibi görünse de top
saklıyor, takımın hücuma yerleşmesini sağlıyor, faul alıyordu. Bunu bu sezon
Yekta bazı maçlarda bir nebze yapmayı başarsa da genel itibariyle bu rolü
üstlenen kimse kalmadı.
Geçtiğimiz sezon Galatasaray’ın en iyi oynadığı maçlarda hep oyunu genişletmeyi
başardığını, oyunu rakip sahaya yıktıktan sonra süratle oyunun yönünü
değiştirerek rakip savunmaları zor durumda bıraktığını görüyoruz. Bu tür
maçlarda Türkiye’de muhtemelen en yüksek oyun zekasına sahip olan futbolcu olan
Sneijder ile tek başına takımı ileriye iten Melo’nun öne çıkması sürpriz
değildi.
Sezonun sonuna doğru ise Drogba’nın sakatlığında Mancini tek santrfor
Burak, arkasında Sneijder dışında takımın geri kalanını defansif isimlerden
oluştuğu düşük tempoda oynayan ve öncelikle alanı iyi kapatarak pozisyon
vermemeyi deneyen bir anlayış benimsedi ve son 5 maçını kazanarak istediğini de
aldı. Sanırım gelecek sezon Mancini takımı bu anlayış üzerine inşa edecek.
- Selçuk
İnan
“Selçuk İnan’ın 2011-12 sezonu başında Fenerbahçe yerine Galatasaray’ı
tercih etmesi ligin kaderini değiştirdi.” Bunu söyleyen ilk kişi ben değilim ve
muhtemelen bundan yıllar sonra da haklı olarak tekrar edilecek. Selçuk, gelir
gelmez ilk sezonunda hem kalitesi hem de liderlik vasıflarıyla takımı sırtına
aldı götürdü. Bir yandan takımın en çok koşan askerlerinin başında gelirken,
bir yandan da takımın generali olarak “beyin” görevini yaptı. Aynı performans
ikinci yıl da devam etti. Üstelik, Sneijder&Drogba transferlerinden sonra
çoğu zaman sol kanat-sol iç gibi alışık olmadığı bir mevkide görev aldı.
Selçuk, bu takımın saha içinde de saha dışında da gerçek lideri. Üstelik bu
liderliği kimse kendisine altın tepside sunmadı. Performansıyla takımın aynı
anda hem en teknik hem de en mücadeleci ismi olduğu için büyük bir saygı
kazanarak liderliğini kabul ettirdi. Geçtiğimiz sezon yaşadığı düşüşün
nedenlerini çok derin irdelemeyeceğim ama takımı doğrudan etkileyen bu süreç en
çok kendisini yıprattığını ve en çok kendisine kızdığını düşünüyorum. Son
Fenerbahçe maçındaki duygusal patlamasını (yeri gelmişken o dönem sergilenene
başarılı kriz yönetiminin altı çizilmeli) da buna bağlıyorum.
Umuyorum ki imzaladığı yeni sözleşme yeniden 2011-12 sezonu başındaki gibi
bir sayfayı açmış olsun. 2013 şampiyonluğunu getiren Sivas maçında gördüğü
zirveden sonra bir yıl boyunca frikik golü atamayıp, sondan bir önceki maçta
Trabzon’da müthiş bir frikik golüyle dönmesi bir yıllık kabus dönemini kapatmış
olsun. Sevdiğimiz bir şarkıcı/ grubun tek seferlik kötü albüm yapma hakkı
olduğu gibi Galatasaray taraftarı da unutacaktır.
- Büyük
maçları kazanma becerisi ve büyük maçların adamı Sneijder
Mancini, bu sezon Galatasaray’ın başında çıktığı beş derbiden dördünü ve
Türkiye Kupası finalini; ikincilik için kazanması şart olan ligin son dört
maçını kazandı. Şampiyonlar Ligi’nde esas rakibi Juventus’tan sürpriz bir
şekilde 4 puan alarak gruptan çıktı. Bütün bunları alt alta koyduğumuzda
takımın iyi bir şekilde konsantre olduğu hedef maçları kazanma becerisi
göstermesinin geçtiğimiz sezonun en büyük başarısı olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette, bu maçlarda takımın çok az pozisyon verdiğini, daha derli toplu
oynadığını, kontrollü bir anlayış benimsediğini de söylemek lazım. Fakat bu
maçları kazanmak için çoğu zaman bir süper yıldıza ihtiyaç duyulur ki o da
geçtiğimiz sezon her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıktı: Wesley Sneijder.
Sneijder’ın çok özel bir oyuncu olduğunu tekrar etmeye, onun özelliklerini
tek tek saymaya gerek yok. Burada madem sezonu analiz ediyoruz, yapmamız
gereken onun özelikle Mancini’nin gelişinden sonra performansındaki artış.
Burada, çoğu yerde değinildiği gibi Terim’in Sneijder’ı “istememiş” olmasından
ziyade, Sneijder’ın 2012-13 sezonunun ilk yarısında neredeyse hiç forma şansı
bulmadan Galatasaray’a gelmesi ve kadronun ondan verim alacak şekilde tanzim
edilmemiş olmasının ana etken olduğunu düşünüyorum.
Sneijder, üst düzey yetenekleri olan bir sistem oyuncusu. Halihazırda
dünyada en üst seviyedeki her takımda oynayabilecek bir adam ve Galatasaray’da
onu izlediğimiz her maç büyük bir şans. Onun kendini gösterebilmesi için iyi
işleyen bir sistem yeterli, çünkü onun en büyük özelliği hem kendisi hem de
arkadaşları için en uygun pozisyonları bulmaya odaklı üstün bir saha içi
görüşüne sahip olması. Attığı golleri tekrar izleyince, kendini nasıl boşa
çıkardığını, doğru zamanda doğru yerde bulunmayı nasıl becerdiğini net biçimde
görmek mümkün.
Galatasaray adına gelecek sezondan ümitli olmamı sağlayan birinci unsur
yüksek konsantrasyon gerektiren maçlarda (Chelsea rövanşı hariç) gerekenin
yapılmasıydı. Önümüzdeki yıl bunu başarmak için sadece Sneijder yetmeyecek ama
öncelikle ona ihtiyaç duyulacak. Umarım Dünya Kupası’nda da bu sezonu
taçlandırır ve yine umarım bu performansı sonrası onu Galatasaray’dan koparacak
kadar cazip teklifler almaz.
- Mancini
neden kalmalı?
Galatasaray’ın, 2013-14 sezonunda, kağıt üzerinde doğrudan Şampiyonlar Ligi
gruplar bileti getiren lig tarihinin en kıymetli ikinciliği, 9 yıl sonra gelen
Türkiye Kupası şampiyonluğu ve Juventus gibi bir devi geride bırakarak gelen ve
esasen gruptan çıkma alışkanlığının yerleşmesi bakımından fevkalade önemli bir
Şampiyonlar Ligi performansıyla başarılı olduğunu söylemek mümkün. Fakat
Galatasaray taraftarının genelinde, ciddi bir tatminsizlik ve güvensizlik
mevcut olduğu da bir gerçek. Geçtiğimiz sezon, ezeli rakibinin son yıllarda en
rahat elde edilen şampiyonluğa yürüdüğünü görmek yeterince ciddi bir travma
olsa da, esas sorun takımın Mancini döneminde istikrarlı bir oyun ve kadro
iskeleti oturtamaması ve çoğu maçta isteksiz, bitkin ve ışık vermeyen bir
görüntü çizmesi oldu.
Yeni sezona başlarken Mancini bu tabloyu değiştirme yönünde ne vaat ediyor,
buna bakmak lazım. Takımın kadro kimyası hala bozuk olsa da tek başına maç
alabilecek kaliteli ayakları mevcut. Bunun ötesinde sezon sonunda, iyi kötü bir
kadro istikrarı yakalanan “1-0 olsun bizim olsun” döneminden hareketle gelecek
sezona ait öngörüler sunmak mümkün.
Mancini, İtalya ve İngiltere liglerinde şampiyonluk yaşamış ve hala
dünyanın en elit 15-20 hocası arasında sayılan bir isim. Az önce bahsettiğim
dönemde savunma güvenliğine ve alan paylaşımına öncelik veren daha düşük
tempoda oynayarak sonuç alan bir takım düşüncesinin Mancini’nin gelecek sezonki
planlarının temelini oluşturacağını düşünüyorum. Bu anlayışın iyice oturması
için Mancini’nin kendi sistemini anlatmak ve benimsetmek için bol bol zamana
sahip olacağı sezon başı kampının büyük bir şans olacağına inanıyorum. Bunun
yanında lider bir stoper ve oyun sıkıştığında tempoyu arttırabilecek patlayıcı
özellikte bir oyuncu (ki bu sezon bunu Bruma’nın yapabilir) olmazsa olmaz.
Mancini yeni sezonda hem ligi hem de elindeki kadroyu daha iyi tanıdığı
için çılgın denemelere gitmeyecektir. Fakat bu sezonun son maçlarında
gördüğümüz sağ beki Semih, sol beki Sabri olan formasyonları hiç görmeyeceğimiz
anlamına da gelmiyor. Belki biraz daha sıkıcı ama sonuca giden bir takım
izleyeceğiz gibime geliyor. Bir benzetme yaparsak belki Lucescu değil de bir
Daum takımı olacak sahada (Bu analojiyi sağ ayaklı sol bek Ümit Özat üzerinden
yapmadığım bilinsinJ).
Daum’u beğenmeyenler beğenenlerden çoğunluktadır muhtemelen ama Bursa’yı
saymazsak Türkiye’deki 6 sezonundan 3’ünü şampiyon olarak bitiren, ikisini de
son saniyede kaçıran bu ligin kurdu olmuş bir insan var karşımızda. Galatasaray
için bu çerçevede az pozisyon veren, gümbür gümbür oynamayan ama sonuç
alabilen, Daum’un Alex’ine benzer kilit açıcı bir Sneijder’e sahip bir takım
aklımdaki. Mancini’nin kendini elit antrenörler arasına sokan Daum’dan üstün
vasıfları da ligde ve şampiyonlar liginde bu takımın artıları olacak.
Bütün bu senaryoda beni en çok korkutan ve emin olamadığım şey ise
Mancini’nin bunun için ne kadar hırslı ve istekli olduğu. Türkiye’den şampiyon
olmadan gitmem diyecek, oyunculuk kariyerinden alıştığımız hırsını yansıtan bir
Mancini, doğru şablonu da bulacaktır.
- Yeni
sezon planlaması
Gelecek sezon Galatasaray’ın kadrosu her şeyden önce daha kompakt
oynayabilecek, takım kimyasındaki problemler giderilmiş ve yerli oyuncuların
ortalama kalitesi yükselmiş ve derinliği artmış bir yapıda olmalı. Özellikle
5+3 kuralı sahadaki yerli oyuncuların kalitesinin belli bir seviye üzerinde
olmasını zorunlu kılıyor.
En başta Olcan Adın, amiyane tabirle
üçe beşe bakılmadan alınmalı. Anlaşılan Trabzonspor 5 milyon € gibi bir rakama
razı olacak. Salih Dursun’un bonservisine 2,75 milyon € verdiğin yerde, 5+3
kuralını düşününce, hele ezeli rakibine (Beşiktaş) kaptırma ihtimali söz
konusuyken bu transfer gereklilikten öte zorunluluk.
Olcan yanında konuşulan isimlerden Tarık Çamdal bana göre büyük gelecek
vaat ediyor. Mevlüt Erdinç de yabancı forvet zorunluluğunu ortadan kaldıracak
ve kontenjanın esas oyuncu kıtlığı çekilen bölgelere kaydırılmasını
kolaylaştıracak. Turgut Doğan Şahin ve İshak Doğan’ın Galatasaray’a katkı
sağlayacaklarından şüphem var. Altyapıda kaptırılan oyuncuları para verip geri
almak insan ağır geliyor ama yabancı kontenjanının kullanımına göre, pahalı
olmayacaksa Uğur Demirok da düşünülebilir. Bence daha genç ama sakatlık vs.
nedenlerle beklenen patlamayı yapamamış Sefa Yılmaz, Muhammet Demir ve uzun
süredir konuşulan ama düşüşe geçen Serdar Aziz (sanırım Şenol Güneş onu
bırakmaz ve performansını milli takım düzeyine yükseltir) gibi isimlere
yönelmek isabetli olacaktır.
Ünal Aysal, pahalı transfer, “çilek transferi” yapmayacaklarını söylüyor.
Esasen, taraftarın beklentisi basit, ihtiyaca yönelik transfer yapılması. Yeni
sezonun ideal 11'ini yazdığımızda doğrudan oynaması beklenen
Muslera-Melo-Sneijder üçlüsünün yanına iki yabancı daha eklenecek. Bunlardan biri
alınacak stoper olursa kontenjanın son formasını muhtemelen Telles alacak. Bu
durumda hücum hattını kuvvetlendirip çeşitlendirecek isimlere yönelmek önem
taşıyor.
Son olarak, fiziksel durumundan emin olamasam da, mental açıdan olgunlaşmış
ve takımın kadro ve taktik yapısı içinde parlamaya müsait Bruma’nın bu yıl
önemli bir çıkış yakalayacağına ve takıma önemli puanlar kazandıracağına
inanıyorum.
Gelecek sezon için bir takım tertibi projeksiyonu yaparsam, Şmpiyonlar
Ligi’nde sahaya çıkacak şöyle bir 11 hayal ediyorum. (Stopere halihazırda
konuşulan isimlerden Astori’yi yakıştırdım)
Muslera- Tarık*, Semih, Astori*, Telles- Melo, Selçuk- Bruma, Sneijder,
Olcan*- Burak
(Chedjou kalmalı ve Mevlüt alınamazsa yabancı bir forvet alınmalı)