Tarih 12 Mart 2009... 1,5 yıl öncesi olmasına rağmen, arada geçen zamana birçok kriz çok kriz sığdığından yıllar önceymiş gibi geliyor. Galatasaray UEFA Kupası 4. Tur (ilk 16) ilk maçında deplasmanda Hamburg’la karşılaşıyor. Bordeaux’yu Sabri’nin son dakika golüyle geçen Galatasaray, bu maçta da ilk yarıda iyi bir oyunla Ayhan’ın ayağından bulduğu golle 1-0 önde kapattıktan sonra, Emre Aşık’ın kırmızı kart görüp, stoper yokluğundan Kewell’ın defansta oynamak zorunda kaldığı dakikaların ardından 1-1 gibi çok avantajlı bir skorla sahadan ayrılıyor. Ama maçın esas hikâyesi, ikinci yarının ortalarında Bülent Korkmaz’ın yaptığı Lincoln-Mehmet güven değişikliği… Lincoln, istekli olduğu hatta Nonda’nın değerlendiremediği müthiş ara pasını da düşünürsek etkili olduğu bir maçta, hem de kendini yeniden ispatlamak istediği Almanya’da oyundan alınmasına büyük tepki gösteriyor. Bülent Korkmaz gibi bir Galatasaray efsanesine, “büyük kaptan”a küfredilmesi kabul edilebilir gibi değil elbette.
Nitekim birkaç ay önce doğrulanan haberlerden, aynı maçın sonrasında Haldun Üstünel, soyunma odasında Lincoln’ü, “sen nasıl Galatasaray’ın hocasına küfredersin?” diyerek tartakladığı ortaya çıkıyor.
15 Mart 2009… Galatasaray, Trabzonspor deplasmanına çıkıyor. Şampiyonluktan uzaklaşılmış olsa da üst sıralarla fark o denli fazla değil, yani alınabilecek bir galibiyet umutları yeniden yeşertebilir. Bülent Korkmaz, bu maçta Lincoln’ü yanında oturtmayı tercih ediyor. Hatta ikinci yarıda, en az 10 kilo fazlası olan Hasan Şaş’ı ve son dakikalarda abuk sabuk bir kırmızı kart görerek puan kaybının baş sorumlularından olan Yaser Yıldız’ı oyuna almayı da düşünüyor ama 2-1 öndeyken oyunu tutabilecek Lincoln’ü “cezalandırmaya” devam ediyor. Sonuç son dakikada yene bir gol ve 2-2’lik beraberlik…
19 Mart 2009…Galatasaray, Hamburg’u rövanşta konuk ediyor. Bütün medyada bir hafta boyunca Lincoln konuşuluyor. Takım içinden de bazı oyuncuların “ajanlığıyla”, başta Hakan Ünsal olmak bazı eski futbolcuların medya aracılığıyla tetikçiliğe soyunduğu günler. Morali bozuk olan Lincoln, isteksiz ve kötü bir oyun sergiliyor. Baros’un attığı ikinci golde yaptığı vücut çalımı hariç, fazla bir katkı vermeden tepkiler arasında oyundan alınıyor. Galatasaray, 2-0 önde olduğu maçı 3-2 kaybederek eleniyor.
Gereksiz bir iç çekişme, turu rahatlıkla geçebilecek bir takımın ahengini bozuyor ve ilerleyen günlerde de bir türlü toparlanamayan Galatasaray, ligi 5. Sırada bitiriyor. Aynı bu sezon olduğu gibi, Polat yönetiminin tepkileri göğüslemek ve zaman kazanmak için sarıldığı efsane Bülent Korkmaz, sezon sonunda görevinden ayrılıyor. “Tanrı’nın olmamı istediği yerdeyim” sözleriyle GS mobile reklamlarına çıkan Lincoln ise, kariyerinin en verimli sezonlarından birini geçirirken, Hamburg maçından sonra toparlan(a)mıyor ve son sonunda o da yolcular arasında yer alıyor. Kaybedenin kim olduğu ise belli.
Tabi bütün bu süreç tam tersinden de okunabilir. Skibbe’nin şımarttığı Lincoln, Bülent Korkmaz’a aynı havaları sökmeyince, bilerek oynamıyor ve Büyük Kaptan da bunu görerek onu takımdan uzaklaştırıyor gibi bir yorumda bulunmak da mümkün.
Bu hikâyenin kahramanları arasında kıyaslama yapmam sözkonusu dahi olamaz. Her Galatasaraylı gibi Bülent Korkmaz'a hakaret edilmesini kabul edemem. O yaşayan efsanedir, biricik “Büyük Kaptan”dır. Lincoln ise sadece iyi bir futbolcu… Fakat, Bülent Korkmaz maalesef birilerinin dolduruşuna gelmiş ve bu krizi olabilecek en kötü şekilde yönetmiştir.
Galatasaray için Bülent Korkmaz ne denli efsanevi bir figürse, Trabzonspor için de Şenol Güneş’in aynı konumda olduğu söylenebilir. Buradan hareketle diğer hadiseye gelelim.
Uzun yıllar sonra ilk kez şampiyonluk havasının bu denli hissedilebilir biçimde esmeye başladığı Trabzonspor'un, evinde Eskişehirspor'u ağırladığı maçın son dakikalarında Engin Baytar oyundan alınmasına sert tepki gösteriyor ve görüntülerden net biçimde anlaşıldığı üzere, çıkarken teknik direktör Şenol Güneş'e küfürler sıralıyor.
Engin Baytar'ın bu tavrı da elbet kabul edilebilir değil. Hele bu davranışı kendisini 27 yaşında tabir caizse "adam eden" ve milli takıma yükselmesini sağlayan hocasına karşı yapması nankörlük. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, futbol altyapısını Almanya'da alan, sonra sırasıyla Maltepe, Gençlerbirliği ve Eskişehir'de oynayan bu çok yetenekli oyuncunun çok ciddi disiplin sorunları var. Özellikle G.Birliği ve Eskişehir'in maçlarında gördüğü kartlar, rakibe küfürler, hakemle didişmeler... Bir türlü kendini kontrol demeyen bir tip, tam saatli bomba gibi, sizi her an eksik bırakabilir.
Buna rağmen, Şenol Güneş zor olanı seçiyor. 27 yaşından sonra bir adama nasıl topa vurulacağını, nasıl çalım atılacağını öğretemezsiniz belki ama sinirlerini kontrol etmesini, yeteneğinin farkında olup hırsını olumlu yönde değerlendirmeyi öğreterek verim alabilirsiniz. Tabii bunun için olağanüstü bir sabır gerekir. Şenol Güneş de 3 hafta önce Engin'in müthiş oyunu ve iki asistiyle 2-0 kazanılan Galatasaray maçından sonra TRT'nin Stadyum programına bağlanarak, Engin için "Ondan vazgeçmemi gerektirecek o kadar çok hatası oldu ki... Ama bu kolay olan seçenek, ben onun yeteneklerine güvendiğim için sabırlı davrandım" diyerek bu durumu itiraf etmişti.
Trabzonspor yönetimi, kriz büyümesin diye "görmezden gelme" yolunu tercih etti. Bence, aceleci ve inandırıcı olmayan bir yöntem izlediler ve hatta bir Trabzonspor efsanesine edilen küfrü hasıraltı ederek, Şenol Güneş'e bir darbe daha vurmuş gibi oldular. Ancak Şenol Hoca, hafta boyunca son derece olgun ve vakur davrandı. Ağzından konuya ilişkin hiçbir bağlayıcı söz çıkmadı. Engin, de, Öğretmenler Günü vesilesiyle fotoğrafta görüldüğü gibi "hocasına" çiçek vererek özür diledi.
Özürle her şey hallolmadı tabii. Engin bir sonraki hatasının bu kadar hoşgörüyle karşılanmayacağının farkında muhtemelen. Bu hafta zorlu Gaziantep deplasmanında ilk 11'de de çıkmadı ve sonradan oyuna girdi. Ama yaşananlardan krizin büyümeden nasıl kontrol altına alındığı konusunda birçok ders çıkarılması mümkün.
Tabii Şenol Güneş kadar olgun davranabilecek çok az hoca olduğunu da unutmamak lazım. Sezon başında Umut'un olası transferi ve Teofilo konularındaki yaklaşımından da bunu görmek mümkün.
Bu yazıyı ne "keşke Lincoln şimdi Galatasaray'da olsaydı" gibi bir yakınma, ne de futbolcu işte; genç adam, hırsından sinirlenmiş, tepki göstermiş, geçelim gitsin" şeklinde bir yaklaşımı savunma amacıyla yazdım. Her bir olayın iç ve dış dinamikleri ve yaşandığı döenmin koşulları farklıdır elbet. Ancak, "bir kriz nasıl olgun ve dirayetli bir şekilde yönetilir?" konusunda buradaki nüanslardan çıkarılacak derslere dikkat etmek gerek.