Futbolun yakın tarihinde "altın jenarasyon" nitelemesine mazhar olduğu halde bu parlak etiketin altında ezilmiş ve hiçbir turnuva kazanamamış Figo&Rui Costalı Portekiz ya da 1990'ların başında dağılan ve Boban ile Saviçeviç'i ayrı yerlere düşüren Yugoslavya gibi örnekleri hatırlıyoruz. Halihazırda 24 takım arasında en kaliteli ve derin kadrolardan birine sahip olduğu halde ilk maçında İtalya karşısında çaresiz kalan Belçika'nın bu örnekler arasında yer alıp almayacağını zaman gösterecek. Fakat, ilk maç itibariyle hakim olan duygular hayal kırıklığı ve tedirginlik. Buna karşın yakın tarihinin en kısır kadrosuyla Fransa'ya gelen İtalya ise "büyük" olduğunu herkese yeniden hatırlatmış olmanın gururu ve güveniyle ilerleyen turlara umutla bakıyor.
Belçika-İtalya
İtalya'nın en büyük avantajı belki de 24 ülkenin teknik direktörleri arasında en cesur, yaratıcı ve zeki teknik direktöre sahip olması. Juventus'u İtalya'nın "tek büyüğü" haline getiren sürecin temelini atan Conte, şimdi Chelsea'yi yeniden ayağa kaldırma gibi zorlu bir misyonu ifa etmek için Premier Lig'e gitmeden önce İtalya'nın başında Euro 2016'da sürpriz arıyor. İtalya gibi bir fıutbol ülkesi için "sürpriz" tanımını kullanmak belki kulağa garip geliyor ancak özellikle hücuma dönük oyuncu kalitesinin rakiplere göre düşük olması ve alternatif azlığı İtalya'yı zorlayacak faktörler olarak göze çarpıyordu.
Belçika ise yukarıda değindiğimiz "altın jenerasyon" un Dünya Kupası tecrübesiyle olgunlaşmış kadrosunun büyük hedefleri telaffuz etmekten çekinmediği bir psikoloji içinde muhtemelen İtalya gibi ismi büyük bir rakibe karşı elde edilecek galibiyetin görkemiyle güven kazanmayı hedefliyordu.
Maç içinde başta Buffon ve önündeki stoper üçlüsü olmak üzere takımın tamamının müthiş bir savunma konsantrasyonu ve koordinasyonu içinde, Conte'nin Belçika'yı çok iyi analiz ettiğini net biçimde göstererek rakibini çaresiz bırakan bir İtalya izledik. Hazard ve De Bruyne'nin yaratıcılıkları üzerinden çözüm üretmeye çalıştı, Fellaini'ye top şişirerek çözüm üretmeye çalıştı, Lukaku'nun gücünü devreye sokmaya çalıştı, fakat hiçbiri sonuç getirmedi.
Belçika'nın temel sıkıntısı oyunun yönünü hızlı değiştirememesiydi. Bunu İtalya'nın yakım halinde savunmadaki yer değiştirmeleri ne kadar ustalıkla yaptığını gösteren videoda daha iyi görüyoruz. Ters topları zamanında düşünmeyerek dar alana sıkışıp kalınca adeta duvara tosladılar. Oyunu açamamalarında, her ne kadar müthiş bir savunmacı da olsa Verthongen ve takını en zayıf halkası gibi görünen Ciman gibi hücum bakımından bindirmeleri yeterli olmayan iki bekle oynamalarının da önemli etkisinin olduğunu söylemek gerek. Hal böyle olunca herkes kendi kafasına göre takılıp, bireysel çözümler arama yoluna gitti ve ortaya verimsiz bir kaos tablosu çıktı.
İtalya'da Conte, Belçöika'nın baskısını arttırdığı dakikalarda önce sol tarafta zorlanmaya başlayan ters ayaklı Darmian yerine de Sciglio'yu, sonra da ideal bir kontratak oyuncusu olan Immobile'yi oyuna alarak kazaya uğramamayı ve hatta derslik bir kontratakla 2-0'ı bulmalarını sağladı. İtalya'nın bu moralle ve oyun bozma becerisiyle ilerleyen turlarda da başarılı olması mümkün. Fakat bunu anlayabileceğimiz en iyi maçlar, üstlerine gelmeyip kendilerini bekleyecek İsveç ve İrlanda maçları olacak. Özellike İtalya'ya karşı her zaman ayrı bir motivasyonla oynayan Ibrahimoviç'in de savunmayı daha çok zorlayacağı kesin.
Belçika ise Fellaini sevdasından vazgeçip belki 3'lü defans ve dikine oynayan kanatlarla tempoyu artırıp rakiplerini nefessiz bırakmak üzerine kurmalı stratejisini. En azından grupta kalan maçlarda baskılı ve tatmin edici bir oyun gelmezse Wilmots bu denli gıpta ile bakılan bir kadroyu oynatamamanın bedelini ödeyecektir.
İrlanda-İsveç
Her şeyden önce iki takıma da keyifli bir maç izlettikleri için teşekkür etmek lazım. İsveç'in oyun yapısı beklendiği daha statik ve tempo kontrolüne dayalıydı. Buna karşılık İrlanda baskılı ve süratli bir oyun ortaya koyunca özellikle ilk yarı maçı hakimiyetine almayı başardı. Sağ bek Coleman ve sol bek Brady'nin hücuma aktif katkıda bulunmaları, ayrıca orta sahada Hendricks'in takımı ileri itmedeki başarısı sayesinde İsveç kalesini tehdit ettiler ve ikinci yarı başında da Hoolohan'la bugüne kadar Euro 2016'da atılmış en güzel gollerden birini kaydetmeyi başardılar.
İrlanda'nın golü İsveç adına bir nevi son uyarı sinyali oldu. Muhtemelen bu maçtan bir şey elde edememenin grup aşamasında turnuvaya veda etmek anlamına geleceğini idrak ederek, temposu bir nebze düşen İrlanda'nın da geriye çekilmesinden de istifade ederek rakip kalede baskı kurmaya ve pozisyon bulmaya başladılar.
Önceki yazılardan birinde belirttiğim gibi İsveç her şeyiyle Ibrahimoviç'in komutanlığını kabul etmiş ve bir bakıma da ona tabi olmuş bir takım. Fakat onun performansı takımın ne kadar ileriye gideceğini tayin edeceği gibi onun performansının artması için de takımın ona yardımcı olacak bir yapıda oynaması şart. Bu döngü de hücumda çoğalabilmeyi, dolayısıyla takımın boyunu/mesafesini kısaltabilmeyi gerekil kılıyor. Nitekim bu gerçekleştikten sonra pozisyonları buldular ve Ibrahimoviç'in sürüklediği atakta, rakip kale önündeki kalabalık sayesinde rakibin kendi kalesine attığı golle dengeyi yakaladılar.
Gruptaki dengeler itibariyle hem İsveç hem İrlanda'nın diğer iki takımdan birkaç gömlek aşağıda olduğunu söylemek lazım. Fakat özellikle İrlanda rakibi bozma konusunda mahir olduğunu gösterdi. Dolayısıyla bu ikilinin teslim olması o kadar kolay olmayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder