Euro 2016'da grup aşamasındaki 36 maç geride kalırken, futbolseverlerin büyük çoğunluğunun aklındaki düşünce, esas turnuvanın şimdi yani eleme safhasında başlayacağı yönünde. Bu beklenti, aslında bir taraftan ilk turun bıraktığı tat biraz buruk olmakla beraber, bu turnuvanın tarihe "sıkıcı" sıfatıyla geçen bir Euro 2004 veya İtalya 90 Dünya Kupası gibi hatırlanmayacağına dair bir umut da barındırıyor. Zira turnuva formatındaki değişimin, bir yandan turnuvaya dair ilk yazımızda belirttiğim gibi "temkin" unsurunu öne çıkarıp takımların gerçek performanslarını sonraya sakladığı gibi bir algı oluştururken; diğer yandan son 16'ya çıkmayı başarması dahi sürpriz olan takımların kattığı renk ve son maçlarda özellikle en iyi üçüncüler sıralaması için yaşanan averaj/puan hesaplamaları sayesinde eksilen heyecanın ikamesini sağladığı söylenebilir.
Gol sayısının azlığı, büyük beklentiyle gelen golcülerin (Kane, Lewandowski) suskunluğu gibi faktörlere rağmen Galler ve Hırvatistan'ın heyecan verici performansları ve Macaristan, İzlanda, Kuzey İrlanda gibi takımları son 16'da görüp Arnavutluk'un averajla elenmesine hayıflandıran sürpriz unsuru turnuvayı izlenir kıldı.
Bu 24 takım formatında yaşayarak gördüğümüz azizlikler, en iyi 4 üçüncü eşleşme tablosuna dağıtıldığında gördüğümüz manzarayla başka bir boyuta ulaştı. Hiç şampiyonluk görmemiş İsviçre, Polonya, Hırvatistan, Portekiz, Belçika, Macaristan, Galler ve Kuzey İrlanda'dan birine final yolu açılırken; Avrupa futbolunun ağababaları diyebileceğimiz Fransa, İtalya, İspanya, Almanya ve İngiltere yanlarına İzlanda, Slovakya ve İrlanda'yı da alarak final yolunda birbirlerini kırmak zorunda kalacakları bir fikstürü beraberinde getirdi.
Zaten önümüzdeki 15 maça dair heyecanın önemli sebeplerinden birini de bu tablo teşkil ediyor. Sol tarafta sürpriz faktörü, sağ tarafta ise final gibi maçlar. Herhangi bir futbolsever için kestirmesi zor bir süreç.
Yine de ilk gün maçlarına bir bakalım.
İsviçre-Polonya:
İsviçre, daha önce de yazdığım gibi göz alıcı bir kadroya sahip olmasına rağmen oyun ahengi ve sürati yetersiz olan bir takım. Sağlam oyun disiplini sayesinde, kendi kalelerini güvence altına alıp tempoyu kontrol edebiliyorlar ama işler zora girdiğinde üstesinden gelebileceklerine dair fazla ışık yok. Polonya da yapı olarak İsviçre'ye benzeyen, savunması sağlam ancak hücumda onlardan daha akıcı ve tehditkar olan bir takım. Gruplarda liderlik için beraberliğin yeteceği Fransa karşısında İsviçre'nin aldığı golsüz beraberlikle, Polonya'nın Almanya karşısında aldığı aynı skor karşılaştırıldığında, Almanya'nın oyun iştahına direnmesi ve çok ciddi pozisyonlar bulması bakımından Polonya'nın yaptığının daha önemli bir iş olduğunu teslim etmek gerekir.
Oyun muhtemelen orta sahayı kimin alacağı noktasında düğümlenecek ve bu anlamda Shaka-Krychowiak mücadelesi maçın kilidini çözecek. Polonya'nın merkezdeki akıcı oyunu ve tempoyu arttırma becerisiyle bir adım önce olduğunu düşünüyorum.
Kilit oyuncu: Lewandowski
Onun kalitesindeki bir ismin 3 maçı golsüz kapatması şaşırtıcı. Bunalıma girmemesi için bu maçta sahneye çıkması gerekiyor. Muhtemelen onun için de turnuva bu turda başlayacak.
Galler-Kuzey İrlanda:
Eylül 2014'te Euro 2016 elemeleri başladığında böyle bir tablo muhtemelen kimsenin aklında yoktu. Bu tabloda Galler ve K.İrlanda'dan birinin çeyrek final oynayacak olması başlı başına bir sürpriz. Tabii ki iki haftadır izlediğimiz maçlar özelinde konuşursak, bazı savunma zaafları haricinde, hızla rakip kaleye gitmeye dayanan, merkezi iyi kullanan tempolu bir oyun ortaya koyan Galler'in kupanın en çarpıcı ve göze hoş gelen takımlarının başında geldiğini söylemek lazım.
Kuzey İrlanda ise sınırlı kadrosuna rağmen üstün bir oyun disiplini içinde mücadele edip buraya gelerek büyük bir saygıyı hak etti. Başta Euro 2016 öncesine kadar büyük bir çoğunluğun adını bilmediği kaleci McGovern ve önündeki 5li savunma bloğu olmak üzere, sistemlerini bozmadan Polonya ve Almanya'ya sadece 1-0'lık sonuçlarla yenilip averajla çıkarak aslında bir yerde eşsiz bir stratejik hamle yapmış oldular. Tamam Almanya da Polonya da çok gol kaçırdı ama K.İrlanda açılıp savuna düzenin bozsaydı fark yeme ihtimalleri çok fazla olacaktı.
Bu maçta K.İrlanda golü yerse beklemeye devam etme gibi bir lüksü yok. Galler'in duran topları, orta sahada Allen-Ramsey uyumu ve şu ana kadar kupanın yıldızı Bale'in istim üstünde olması gibi avantajları onları galibiyet için şanslı kılıyor. Brexit referandumunun 2 gün sonrası iki Ada takımının maçının hakeminin İngiliz Atkinson olması da ayrı bir tebessüm unsuru oluşturuyor elbette.
Kilit oyuncu: Will Grigg
Buraya birçok yıldız sayabilirdim ama iki takımın da sempatik taraftarlarıyla öne çıktığı düşünülürse, kupada henüz hiç dakika almadığı halde milyonlarca kez izlenen K.İrlanda taraftarlarının coşkulu "Will Grigg's on fire" şarkısının kahramanını merak ediyorum. Hele bir de oyuna girip beraberlik ya da galiiyet golünü atarsa gerçek anlamda büyük bir hikaye gözlerimizin önünde yazılmış olur.
Hırvatistan-Portekiz
İzlanda'nın Avusturya karşısında 90+4'te attığı, tüm ülkeyi inanılmaz bir coşkuya sürükleyen gol, Portekiz'i grup 3.lüğüne iterek bu göz alıcı eşleşmeyi meydana getirdi. Fikstür tablosunun sol tarafında Belçika ile birlikte final oynama potansiyeline sahip olduğu düşünülen üç takımdan ikisini karşı karşıya getirecek olan maç şüphesiz günün en ilgi çekici maçı.
Portekiz, Hollanda'nın İtalya 90'da yaptığı gibi 3 beraberlikle gruptan çıkınca kendini kuvvetli bir rakip karşısında buldu ki bu rakip İspanya da olabilirdi. (Hollanda da o kupada şampiyon Almanya'ya çatıp 2. turda veda etmişti, hani o Wöller-Rijkaard'ın meşhur tükürük maçı) Dünyanın en iyisi olduğu iddiasını ispat amacıyla Fransa'ya gelen, dolayısıyla kupanın en iyi oyuncusu olduğu düşünülen Ronaldo bu durumun kendisinde yarattığı aşırı hırs yüzünden Macaristan maçının 2. yarısına verimli olamadı. Bu süreye kadar denedi, turnuvanın en çok şut çeken oyuncusu oldu, penaltı kaçırdı, asist yaptı ve sonunda da golleri bularak hem 4 Avrupa Şampiyonası'nda birden gol atan tek oyunu olarak tarihe geçti ve aslında bir yerde de rahatladı. Tabii şimdi Platini'nin 9 gollük rekoruna gözünü diktiğinden yeni bir stres kaynağı mevcut olabilir hala, onu sahada göreceğiz.
Ronaldo'dan bu kadar bahsetmemin sebebi, Portekiz'in bir "tek adam" takımı olması. Özellikle savunmada tecrübeli ama yaşlı oyuncular ve savunma anlayışları eksik bekler güven vermezken, hücumda istek ve çeşitlilik tatmin edici olsa da verimlilik açısından geride kaldılar. Hırvatistan ise buna karşılık tam bir orta saha takımı. Top kapan, oyun yönlendiren, tempoyu ayarlayan, oyuna hükmeden hatta İspanya'yı bile mat eden bir yapı. Hal böyleyken, grupta çok eleştirilse de kötü oynadığını düşünmediğim Portekiz'in Hırvatistan karşısında oyunu ele alıp, rakibini geriye yaslaması pek mümkün görünmüyor. Badelj-Modric-Rakitic'e karşı Portekiz teknik direktörü Danilo-Carvalho-Moutinho gibi üçlü bir formülle karşı durup 4-3-3 gibi bir formasyona dönerse rakibiyle baş etmek için bir şansı olabilir. Oyunu ele geçiremez ama denge kurarsa Hırvatistan savunmasının da zaaflarının bulunduğu düşünülürse gol bulmak için şansı olabilir.
Hırvatistan, grup performansıyla en çok dikkat çeken takımlardan biri olarak gerek bu eşleşmenin gerek tablonun bu yarısının final yolunun favorisi. Gollü bir maç bekliyorum.
Kilit oyuncu: Ricardo Quaresma
Elbette yukarıda bir paragraf ayırdığım Ronaldo veya Hırvatistan'ın orta sahasından biri bu hanede yer alabilirdi. Fakat Portekiz'de oyunun gidişatında farklılık yaratacak, tabir caizse şapkadan tavşan çıkarıp denklemi bozabilecek birisine ihtiyaç var. Srna'nın çıkışlarına mani olamayacağı için muhtemelen sonradan oyuna girecektir ama tüm savunma konsantrasyonunun Ronaldo üzerinde olduğu bir yerde yaratıcılığıyla fark yaratabilecek başlıca isim o.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder