16 Şubat 2010 Salı

Atletico Madrid- Barcelona maçının düşündürdükleri


Atletico Madrid- Barcelona maçları her zaman için seyir zevki vat eden ve bol gollü geçmeye namzet maçlar olmuştur bizim kuşağın futbol hafızasında. Özellikle Kral Kupası’nda oynanan ve 5-4 Barcelona’nın kazandığı 12 Mart 1997 tarihindeki maç bu anıların şahikasıdır ve muhtemelen 1990’ların en iyi maçları listesinin en üst sıralarından birinde yer bulur. Daha sonraki zamanda da kâh Barcelona gelir 5–6 atmış, kâh Atletico olmadık zamanda Barça’ya çelme takmıştır.


Dün gece ikinci ihtimal vuku buldu. Maçtan önce Barcelona’nın yamalı bohça tipi bir savunma kurgusuyla çıkacağından hareketle, Atletico’nun da savunmasının dengesiz olduğu verisi göz önüne alınarak bol gollü bir mücadele bekleniyordu. Atletico Madrid’in tek yapabileceği oyunu sıkıştırmaktı. Bunu nasıl başardıklarına birazdan değinmek üzere Barcelona’nın neyi yapamadığından başlayalım.

- Kanat beklerinin, bilhassa da Alves’in yokluğu Barcelona’nın hücum seçeneklerini kısıtladı. Aslında Guardiola bunu önceden öngörmüş olacak ki hücum yönü ağır basan Jeffren ile başladı sağ bekte ancak ne o ne de Maxwell gerekli bindirmeleri yapamadı.

- Atletico Madrid’in presi karşısında savunmadan topla çıkmaktaki beceriksizlik, Barcelona’nın yine çok sayıda pas yapmasına rağmen oyun merkezini ileri taşımasını engelledi. Busquets dünkü maçta inisiyatif almayan ve köprü vazifesi görerek takımı ileri taşımayı başaramayan sıradan bir ön libero performansını aşamadı.

- Messi’nin alışılmışın dışında etkisiz kalması da mağlubiyetin en önemli gerekçelerinden biri oldu. Kimin yazdığını hatırlamıyorum ama yürekten katıldığım bir analizde, Messi’nin topla buluştuğu bölge rakip kaleye yakın olduğunda, yani Messi orta sahaya gelip top almak zorunda kalmadığında performansının en üst seviyede olduğu belirtiliyordu. Dün de Atletico, Messi’yi kalabalık içinde boğarak geriye gelmeye zorladı.

Atletico Madrid’in kadrosu ilk bakışta 4-2-4 sistemi gibi dizilen ve çok cesur bir tertip izlenimi veriyor. Quique Sanchez Flores çok akıllıca bir taktikle maçtan önce, yapması gerekenleri belirlemiş. Takımın mesafesini kısaltmak, alan daraltmak, etkili bir pres (ama deli danalar gibi koşturmadan akıllıca bir alan paylaşımıyla) ve hızlı kontrataklar.

Tabii ki Barcelona’ya karşı bütün takımlar alan daraltıyor ya da daraltmaya çalışıyor. Ancak, Atletico’nun başarısı alan daraltırken, çoğu takımın düştüğü durum gibi kendi sahasına hapsolmadan bunu yapabilmekteydi. Oyun merkezini ilerde kurdular. Özellikle Tiago ve Asunçao, defansın önünde oynayan oyuncuların top kazanma becerileri ile kazandıkları topları kullanma becerilerinin eşit önemde olduğunu ortaya koyar gibiydiler. Sağda Reyes, solda Simao güçlerini boşa harcamadan savunma yaptılar ve zaten pek de meyilli olmayan Jeffren ve Maxwell’in çıkışlarını engellediler. Özellikle Reyes çok istekli ve Sevilla’daki günlerini anımsan bir görüntü içindeydi; ilk goldeki hareketleri ayakta alkışlancak cinstendi. Simao da halen günümüz futbolunda frikik için topun başına geçtiğinde “gol olur” diyenleri çoğunlukla haklı çıkarabilecek nadir oyunculardan biri.

Neticede ise ortak kanı Barcelona’nın, maç sonu istatistiklerinde topa sahip olma konusunda baskınlığı görünmesine rağmen Barcelona gibi oynayamadığı idi. 2009-2010’da, bu durumda kaldıkları Rubin Kazan maçından sonraki ikinci maçtı dün akşamki. Barcelona adına takımın akışkanlığı için oyunun yönünü hızla değiştirilmesi ve bunu yaparken kanat beklerinin öldürücü bindirmelerinin ne kadar önemli olduğu görünmüş oldu. Atletico Madrid açısından da birçok şey görüldü ama onları Çarşamba akşamı yazacağım Galatasaray maç öncesi yazısı için saklıyorum.
Share
|

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder