20 Ağustos 2010 Cuma

Liverpool-Trabzonspor:1-0 Kişilikli futbol (Fırtınanın dönüşü)



Kuralar çekildiğinde Trabzonluların ne düşündüğünü bilemem ama ne kadar zor bir rakip olursa olsun, tur şansının çok az olduğunu bilmeme rağmen Liverpool'la eşleşmek beni mutlu etti. Dün akşam izlediğim 90 dakikanın ardından da 1-0'lık mağlubiyete rağmen bu düşüncemde yanılmadığımı hissediyorum.

Bunu açıklamak için biraz geçmişe gitmek gerek... 1982 doğumlu olduğumdan Liverpool ve Inter zaferlerini hatırlayamıyorum ama Avni Aker'deki 1-0'lık Barcelona maçıyla başlayan 90'larda yaşanan Aston Villa ve Lyon zaferleri hafızamda taptaze. Trabzonspor o dönemde, Avrupa Fatihi sıfatını haiz Galatasaray'da bile daha başarılıydı ve "Karadeniz Fırtınası" esiyordu. O dönemde Avrupa kupaları istatistiklerinde galibiyet sayısı mağlubiyetten fazla olan tek Türk takımıydı, hatırlıyorum.

Sonra ne oldu bilemiyorum ama muhtemelen 1996 travması sonrası tablo tamamen tersine döndü. Takımın genel performansına paralel olarak vasat bir Polonya takımından 5 yiyen, Kıbrıs Rum Kesimi takımına elenen, Avrupa arenasında varlık gösteremeden Eylül'ü göremeden elenen bir takıma dönüştü.

Dün akşamdan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Trabzonspor bu sene de belki Eylül'ü göremeyecek ama Karadeniz Fırtınası'nın Avrupa'ya dönüş yoluna çıkmıştır. Bunda en büyük pay takıma çağdaş bir oyun felsefesi ve daha da önemlisi "güven" kazandıran Şenol Güneş'e ait elbette.

Anfield'a renk getiren ve "Bize Her Yer Trabzon" sloganının hakkını veren taraftar topluluğunun da katkısıyla 90 dakika boyunca çok iyi bir mücadele ortaya koydu Trabzonspor. Vakit geçirmeden ,sertlikle yıldırmaya başvurmadan, kapanmadan, ileri top şişirmeden, fizik açısından ezilmeden, sakin, dirençli kısacası kişilikli bir oyun oynadı.

Açıkçası beni maçın başında en çok endişelendiren unsur yüksek tempoya Trabzonspor'un ne kadar ayak uydurabileceğiydi. Zira ligimizin düşük temposu nedeniyle, özellikle Premier Lig takımlarıya mücadeleler farklı dünyalardan gelmiş iki takımın oynadığı bir maça dönüşüyor. İkinci yarının ilk 10 dakikası hariç, yani Onur'un penaltıyı kurtardığı dakikaya kadar olan dönem dışında bu konuda hiçbir sıkıntı çekmedi Trabzonspor.

Maç sonunda %56-44 gibi bir deplasman takımı için hiç fena olmayan bir topa sahip olma yüzdesi kaydeden Trabzonspor'da özellikle orta sahadaki isabetli paslaşmalar, savunma ile orta saha bloklarının zamanında bütünleşmeyi bilmesi öne çıkan artılardı. Dağınık yapısı bu tür maçlarda zaman zaman rakip savunmaları şaşırtarak bir artıya dönüşen Umut'un bulduğu pozisyonun da gösterdiği üzere Şenol Hoca'nın planı işliyordu. Takım tertibinde fizik güzü hem ağır sahayı hem de Liverpool'un yapısı düşünülerek Yattara ve Alanzinho'nun yedek bırakılması da mantıklıydı. Belki tek eleştiri Jaja'nın (henüz hazır olmayabilir tabii, bilemiyoruz) hiç düşünülmemesi olabilir.

Liverpool ise, Benitez dönemine nazaran daha az ısıran daha düşük tempoda oynayan bir takım izlenimi verdi.  Rövanşta Gerrard ve Kuyt'ın oynayacağını düşünürsek bu durumun biraz değişebileceği de söylenebilir.

Son paragraf Onur'a. Üzerine titrenesi, pamuklara sarınası bir yetenek. En önemlisi de bu yeteneklerinin farkında olmasının getirdiği kendine güven. Onu her izlediğimde Türk futbolu adına büyük keyif alıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder