5 Ekim 2010 Salı

Avrupa liglerinde sonyaz değerlendirmesi 1 - Almanya



Yine uzun bir ara vermek zorunda kaldım yazmaya, ama döndüm. Fazlasıyla yoğun bir şekilde geçen Eylül'ün ikinci yarısının ardından, milli maç arasını fırsat bilerek Avrupa'nın büyük liglerine bir bakış atmak istedim.

Yaz rehavetinin bir türlü bitememesi, kendimde gördüğüm ve aslında genele de vurabileceğim, hatta bazı dev külüplerin dahi içinde bulundukları durumu da açıklıyor aslında. Fakat artık Ekim ayına girdik ve şu ana kadar hayalkırıklığı yaratan bazı takımların pabucun pahalı olduklarını kavramalarını, göz alıcı çıkışlar yapan bazı takımların ise duraklamalarını bekleyebiliriz.  

5 büyük ligin halihazırdaki liderlerini (Chelsea, Valencia, Lazio, Mainz, Rennes) sezon başında bugünler için tahmin yapan hiçbir bahis şampiyonu bilemezdi herhalde.  Bu 5'li içinde en spektaküler performansı gösteren ve 7'de 7 yapan Mainz ve Bundesliga ile başlayalım.

Son 5-6 sezondur, özellikle Dünya Kupası'nın getirdiği heyecan ve yenilenen muhteşem stadyumlarıyla hem Avrupa'nın en yüksek seyirci ortalamasına sahip hem de en çekişmeli ve heyecanlı liglerinin başında geliyor Bundesliga. Bu durum, Alman takımlarının Avrupa kupalarındaki başarılarıyla İtalya'yı 3. sıradan etmek üzere olmalarıyla da ortaya konuyor.

Almanya'da Schalke, Dortmund, Stutgart, Werder Bremen, Hamburg gibi çok köklü ve başarılı takımlar olsa da sezona başlarken uzaktan bakıldığında tek bir gerçek görülür. Bayern Münih favoridir. Hele de Van Gaal'in harikalar yarattığı, 9 sezon sonra Şampiyonlar Ligi'nde finale ulaşan bir takım hüviyetiyle sezona başlayınca işlerin kolay olacağı sanılıyordu. Ancak Bayern Münih 7 hafta itibariyla 12. sırada kaldı. Geçen yıla da çok kötü başlamışlar ve zaman içinde müthiş bir çıkış göstererek zirveye oturmuşlardı. Hala tren kaçmış değil fakat geçen sezonki sıkıntıların Van Gaal'in takıma uyum süreci olarak bir kenara bıraktığmızda, bu sezonki esas büyük dertler ön plana çıkıyor. Bayern, Robben ve Ribery'nin yokluğunda, hadi sıradan demeyelim de renksiz bir takıma, biraz sıkıcı klasik Alman takımlarına benzer bir kimliğe bürünüyor ve kilidi açamaz hale geliyor. Şampiyonlar Ligi'nde oynanan Roma maçında Müller'in istisnai güzellikteki golü olmasa muhtemelen aynı senaryoyla  başbaşa kalınacaktı. Bir ikinci sorun da orta sahada Van Bommel-Schweinsteiger ikilisinin geçen seneki etkinliğe sahip olamaları. Bayern, tempoyu yükselten takımlara karşı orta saha hakimiyetini kaybediyor ve edilgen bir yapıya bürünüyor, son Dortmund maçında görüldüğü gibi.

Dortmund demişken, Nuri Şahin'den kaynaklanan olumlu ön yargımı bu sezon sempatiye ve hatta büyük bir hayranlığa dönüştürmüş durumdalar. Şu halleriyle şampiyonluğun en büyük favorilerinin başında geldiklerini, en kötü ihtimal Şampiyonlar Ligi vizesi almalarının kesine yakın olduğunu söyleyebilirim. Klopp geçen sezondan beri ağır ağır işlediği takımı tam kıvamına getirmiş durumda. Savunmada sağlam olmalarının yanında esas farkı yaratan hücum iştahları ve aksiyon çeşitliliği.

Yine de Dortmund bu müthiş performansa rağmen lider değil, zira tüm otoriteleri şaşırtan bir Mainz gerçeği var ortada. Ne olursa olsun Bundesliga'da 7 maç arka arkaya kazanmak hayranlık uyandırıcı. Üstelik değil ilk 11'ini bir çırpıda saymak, uluslararası planda tanınmış oyuncuya bile rastlamanın zor olduğu bir kadroyla. Çok fazla detaya girmiyorum, benim de zevkle okuduğum  Borges Blog'da Mainz ile ilgili derin değerlendirmeleri bulmak mümkün. Fakat, henüz 37 yaşındaki genç teknik direktör Thomas Tuchel'den bahsetmeden geçmek ve takımın gerçek starı olarak kendisinin hakkını teslim etmemek olmaz. Mainz'ın çıkışını 2 sezon önce Hoffenheim'ın gösterdiği performansa benzetmek de mümkün aslında. Kadro genişliği, zirve stresi...vs gibi faktörler düşünüldüğünde sezon boyunca aynı çizgiyi sürdürüp şampiyonluğa ulaşmaları pek inanılır gelmiyor.

Bu sezon Ballack transferiyle eksik parçayı tamamladığıan inandığım Bayer Leverkusen ve hala Bundesliga'nın en iyi hücum hattına sahip olduğunu düşündüğüm Wolfsburg'un şu ana kadar daha iyi performanslar sergileyeceklerini umuyordum ama yine bulundukları konum toparlanıp atak yapma ihtimallerini ortadan kaldırmıyor. Werder Bremen'in Mesut Özil'siz sudan çıkmış balığa dönüştüğünü ve yıllardır gol yeme problemine çare bulamadığını, Stutgart'ın artık kronikleşen istikrarsızlığıyla dibe vurup yine ortalara çıkma uğraşı vereceğini, Hamburg'un da giderek iyi hale geleceğini söylemek mümkün. Fakat Roma ve Lyon ile birlikte belki de Avrupa'da sezonun şu ana kadarki en büyük hayal kırıklığı Schalke 04.



Magath gibi, bu ligde başarılı olmanın cilt cilt kitabını yazmış bir teknik adamın geçen sene 2. olduğu kadroya Raul, Huntelaar ve Jurado takviyeleri yapılınca, Schalke'nin şampiyonluğun en büyük adayına dönüştüğü yorumunu yapanlar hiç az değildi. İlk 7 maçta tek galibiyet ve 4 puan büyükten de öte bir hayalkırıklığı maviler için. Durum biraz 2006-2007 sezonunda, bir önceki yıl  şampiyonluğu kaçırdığı kadroya müthiş transferler yapıp Aralık ayına kadar galibiyet alamayan Hamburg'unkine benziyor. Doll takıı o cendereden çıkaramamıştı ama Magath'ın kredisi daha fazla elbette. Şimdi tadı damağımızda kalan Misimoviç-Grafite-Dzeko üçlüsüne yarattığı hücum varyasyonlarını Raul-Huntelaar ikilisi için yaratma vakti. Şampiyonlar Ligi'ndeki Benfica galibiyeti doğru yolu gösteriyor sanki...   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder