Ekim başı itibariyle şöyle bir gözden geçirmeye çalıştığım Avrupa'nın 5 büyük liginin değerlendirmesine Premier League ile son veriyorum. Aslında bu post, serinin en kısa yazısı olacak zira "Ada cephesinde değişen bir şey yok" başlığıyla dahi yetinebilirdim, zira Chelsea durdurulamaz gibi görünen performansını sürdürüyor.
Bu sezon Premier Lig'de dikkati çeken en önemli unsur üsttekilerle alttakiler arasında güç farkının daha önce hiç olmadığı kadar belirginleştiğinin görülmesi oldu. İlk haftalarda sık sık rastladığımız 6-0 gibi skorlar, Arsenal ve Chelsea gibi hücum potansiyeli yüksek takımların rakipleri önünde rahatlıkla sonuca gitmeleri genel itibariyle heyecanı azaltmış gibi görünse de seyir zevki yüksek maçlar izlememizi engellemedi.
Ancelotti'nin Chelsea'si tam hızla devam ediyor. Onlar için söylenebilecek fazla bir şey yok, yalnız kadronun geçen seneye göre biraz daraldığını ve ilerleyen aylarda takımı taşıyan oyuncuların sakatlanması halinde sıkıntı çekilebileceğini söyleyebiliriz. Bu durumda da Ancelotti'nin gençlere çok güvendiği anlaşılıyor. Özellikle birkaç maçta izleme imkanı bulduğum Josh McEachran çok büyük bir yıldız olabilecek kaliteye sahip.
Bu seneyi de transfer şampiyonu olarak kapatan Man City, sezon içinde ne yapacağı en çok merak edilen takım. Şu an için işler yolunda ve takımın ve Mancini'ni giderek güven kazandığı görülüyor. Dünyanın belki de en iyi defansif orta saha rotasyonuna sahip olmaları onları çok zor gol yiyen bir ekip haline getiriyor ki, tam Mancini'nin felsefesine uygun bir durum. Chelsea'ye şu ana kadarki tek yenilgilerini tattıran takım olmaları onları zirve yolunda daha da teşvik etti ancak ben bu yıl da şampiyonluğun zor olacağını tahmin ediyorum.
Man Utd ise bir türlü istediği oyunu tutturamıyor. Geçen yıl kariyerinin en iyi sezonlarından birini yaşayan Rooney gerek post-Dünya Kupası travması, gerek sakatlıklar yüzünden bu sezon bir türlü istikrarlı bir görüntü çizemedi. Liverpool maçında hat-trick yapan Berbatov'unki gibi istisnai performanslar olmayınca hücumda tamamen Rooney'e endeksli (örneğin Rangers defansını aşamadılar), aynı zamanda savunmada daha önce görmediğimiz ölçüde kolay gol yiyen bir görüntü çiziyorlar. Yine e kadro istikrarı ve Sir Alex'in tecrübesiyle bu işi uzun dönem kovalayacakları kesin ama ilk 2 dışında kalmaları dahi mümkün.
Arsenal dediğimde ise her seferinde yine Arsene Wenger'in zekâsına ve futbol anlayışına şapka çıkarıyorum. İlk bakışta manşetleri süslemeyen ve birçok çevre tarafından riskli olarak damgalanan transferler tıkır tıkır işleyen sistemin içine Wenger sayesinde büyük bir ustalıkla monte ediliyor. Bu sene de Koscielny ve Chamakh'ın performansları bu duruma güzel bir örnek teşkil etti. Arsenal'in futbol anlayışı her zaman hızlı, pozitif ve seyir zevki vaat eden bir yapıda fakat bir yerde en üst düzeye çıkmak için yeterli kadro kalitesine (örneğin kaleciye) sahip değiller.
Son olarak Liverpool'a değinmek gerekirse, onları küme düşme hattında görmenin, geçici olduğundan emin olsam da, şaşırtıcı ve üzücü olduğunu söyleyebilirim. Kadrodan Mascherano dışında önemli bir kayıp olmamasına ve artık yerinde saymaya başlayan Benitez'in yerine yapılabilecek en iyi seçimlerden biri olan tecrübeli ve başarılı Hodgson göreve geldikten sonra bir kıpırdanma olacağını beklerken, yerinde saymak şöyle dursun geriye gitti Liverpool. Şu anda gündemi meşgul eden kulübün satılması, borçlar vs. konularının taraftara nasıl yansıyacağını bilemiyorum ancak bu gidişin böyle devam etmeyeceği de aşikar. Her şeye rağmen yılsonuna kadar toparlanacaklarını ve özellikle UEFA Europa League'de iyi sonuçlar alarak kazanacakları morali lige yansıtacaklarını düşünüyorum. Fernando Torres'in yaklaşık 1 senedir kayıplarda olduğunu ve ismini yeniden hatırlatmak için bir çıkış noktasına ihtiyacı olduğunu düşünürsek, sarı saçlı çocuğun kırmızıları taşıyacak bir performans ortaya koymasını beklememek için bir neden yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder