28 yıla yaklaşan hayatımımın en mutlu günü hangisiydi sorusuna verdiğim yanıt 10 yıldır değişmedi. Benzer bir başarı ya da daha büyüğü gelse dahi uzun yıllar da değişmeyecek muhtemelen. Çünkü o başarılar geldiğinde ne ben 18 yaşımın o heyecanını yaşıyor olacağım, ne de o mutluluk ilkinin yerini tutacak.
10 yıl geçti, hala neyi kutluyorsun diye soranlar bu yazıyı okumasın lütfen, zira bunu ancak aynı hisleri paylaşanlar anlayabilir. Az önce yine tüylerim diken diken izledim 2000 UEFA Kupası Finali'ni, her anının değerini bilerek, Galatasaraylı olmanın ayrıcalığını hissederek.
Kısa vadede önümüzdeki dönemde bu başarının tekrarlanma olasılığının az olması değil bu kupayı değerli kılan. Bu bir eşikti atlanması gereken, içeri girdikten sonra benzer başarılar elbette gelecek uzun vadede. Bugün Türk takımları için Avrupa Kupaları'nda herhangi bir rakibe 5 gol atmak da sıradan, bir İsviçre takımını elemek de. Fakat Neuchatel maçını müstesna kılan bir şey var, anlatmak istediğim his tam olarak da bu.
Çünkü tesadüfle gelmedi bu kupa. Belki de rahmetli beyaz saçlı Alman'ın 84 yılında Florya'nın kapısından girmesiyle başlayan, Mustafa Denizli'nin Avrupa'da cesur oynamayı öğretmesiyle devam eden, Feldkamp'la tempo, pres gibi kavramlara aşina olmamızın ardından Fatih Terim'le 3 sene üst üste şampiyonluk süreciyle adım adım kurulan bir yapılanmayla geldi. 11 Ağustos 1999'da Viyana'da Ercan Taner'in kulaklarımızda baki kalan Hagi, Hagi, Hagi sesleriyle başlayan ve Sami Yen'de Chelsea'den 5 yiyerek dibe vurduktan sonra akıl almaz bir sıçrama göstererek arka arkaya 11 maç yenilmeden kupaya uzanan bir takımın hikayesi...
Fatih Terim'in (şu anda nedense unuttuğumuz) taktik dehasının, kurduğu 3 bücürlü dünyanın en iyi oyunbozan orta sahasının hikayesi, Milan maçında 90'daki penaltıyı soğukkanlılıkla doğru yere göndermeyi sağlayan "Ümit"in hikayesi. Dünya Kupası sahibi bir kalecinin tecrübesinin yanında heyecanı olmadan hiçbir işe yaramayacağını gösteren "çok güzel" kalecisinin hikayesi. Hakkında ne desem az kalacak, belki de geldiği gün kupaya giden süreci başlatan "10"un hikayesi. Bologna maçında havada asılı kalan, Dortmund'da sol ayağıyla 90'ı, Leeds'te en güzel yerinden çerçeveyi gören Kral'ın hikayesi...
Her izlediğimde ağlatan o müthiş 17 Mayıs belgesel DVD'sinde yazdığı gibi: "Tek ihtimali olan insanların hikayesi"
Share |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder