29 Nisan 2010 Perşembe

Sürpriz final: Inter-Bayern


Uzun yıllar sonra Şampiyonlar Ligi'nde sezon başında pek az kişinin tahmin edebileceği bir adı var finalin. İki takıma da özel bir sempatim yok, hatta Bayern'e genelde gıcık da sayılabilirim ama şunu kabul etmek lazım ki, çok zor yollardan geçerek, gerek hocalarının rakiplerine üstün çıkması, gerek zamanında devreye giren yıldızlar ve görev asamları, gerekse kimi maçlarda şanslarıyla olsun finalde olmayı hak ediyorlar. Ayrıca, hegemonyaya dönüşmeye başlamasından korktuğum İngiliz-İspanyol zincirinin kırılması da güzel.

Çeyrek finaller öncesinde çoğunluk ufukta Man Utd-Barcelona finalini görürken, 30 Mart tarihinde gönlümden Bayern-Inter finalinin geçtiğini ancak mantığımın başka şey söylediğini yazmıştım. Şimdi gururla ben demiştim diyemesem de, ben hisstemiştim diyebildiğim için mutluyum:)

Eşleşmelerin değelendirmesine dün gece Camp Nou'daki maçla başlarsak, %75'e yakın topa sahip olma oranı ve 60 küsur pasa karşı 555 pasla istatistiklerde rakibini ezen Barcelona, üstelik yaklaşık 70 dakika 1 kişi fazla oynamasına rağmen kilitlendi.

Bildiğiniz gibi İtalyanca "catenacio" kilit anlamına geliyor. Dün gece de sahayı kafasında 3'e bölmüş ve kendi kalesinden başlayan bölge dışındaki diğer 2 bölgeyi yok sayarak, tüm oyuncularını ilk bölgede alan bırakmamaya konsantre etmişti Mourinho. Barcelona, oyunun boyu kısaldığı için mecburen genişletme yoluna gitti ama Inter'in tatlı sert bir anlayışla ilk toplar dahil her topta kendini göstermesi bu oyun genişletmenin başarılı olması için anahtar kavram olan "hız"ın devreye girememesine yol açtı.

Maçın bitiminden bu yana yaklaşık 4 saat geçti. Internette çoğunlukla Inter ve Mourinho'yu kötüleyen, oyunu çirkinleştirmekle suçlayan yorumlar okuyorum. Açıkçası iki açıdan anlam veremiyorum buna. Birincisi, herkesin dünyanın en iyi takımı olduğu üzerinde uzlaştığı Barcelona'yı herhangi bir takımın üstüne giderek, oyuna hakim olarak, eze eze yenmesinin olanaksızlığı. Bu noktada kusura bakmayın hiç kimse Şampiyonlar Ligi finalinde oyunu güzellleştirmeyi düşünmez. Kaldı ki bu takım 8 gün önce Barcelona'ya muhteşem bir kontratak oyunuyla 3 gol atmayı başarmış, bugün de 10 kişi kalmasaydı ikinci yarıda kontratak girişimlerinde bulunma ihitmali çok yüksekti. Yani pragmatik davrandığı için Mourinho'ya kızmak yersiz.

İkinci konu da hücum futbolu fetişizmi. Bu işten para kazanmak için yapan, futbolu gerçek anlamda sevmeyip bir kazanç kapısı olarak görenler meclisten dışarı, hepimiz bu oyunun güzel oynanışını seviyoruz. Kendimize hep çok yetenekli hücum gücü yüksek yıldızları idol yapıyoruz, takımımız rakibini ezip iki tane atsa neden üçüncüyü atmadı diye hayıflanıyoruz. Ayrıca herhangi bir takımın başdöndürücü bir hızla, verimli bir pas oyunu oynaması bizi mest ediyor. Bunların hepsini bir yana, hücum futbolu fetişizmini bir yana bırakmak.  lazım. Hücum eden takım kafadan iyidir, defans yapan ise kafadan kötüdür anlayışı bence alınacak zevki de olumsuz etkiliyor, hatta gerçeklerin görülmesini engelliyor. Örneğin 2006 Dünya Kupası'nda catenacio ile ilgisi olmayan, orta sahada presle top kapmaya dayalı oyunbozan bir tempo futbolu oynayan İtalya önyargılılara kendini beğendiremedi. Bazı klişeler var çünkü. Ancak malesef Brezilya her zaman hücum futbolu, Hollanda her zaman total futbol, Almanya'da disiplinli fizik futbolu oynamıyor. Tıpkı İtalyanların her zaman catenaccio oynamadığı gibi.

Diğer yandan, bütün takımlar kendilerinden güçlü gördüklerine karşı kapanıyorlar. Ancak tüm kapananların başarıya ulaşması mümkün mü? Buradan da defalarca övgüler yağdırdığımız Barcelona'yı son iki senedir kim durdurabildi? Geçen yıl son dakika golüyle ve biraz da hakem etkisiyle geçilen Hiddink'in Chelsea'si ve dün akşam gördüğümüz Inter'in Mourinho'su. Takımı ceza sahası çizgisine kadar çekti, bütün maç mahkum oynayıp yukarıdaki istatistiklerin ortaya çıkmasına yol açtı ama neticede bir tek gol dışında gedik vermedi. Kimse kızmasın, bu kusursuz bir savunma performansıdır ve geçen turda Barcelona'nın ve Messi'nin kusursuz hücum performansını alkışlayan ben; bu sefer de Inter'in kusursuz kilidini alkışlamak zorundayım.

Mourinho'nun maçtan sonraki sevinç gösterileri fazla abartılıydı, ama onu bazen kendi haline bırakmak lazım; delilik-dahilik arasındaki ince çizgi misali. Sonuçta Guardiola'ya üstünlük sağladığı gerçek. Guardiola'nın çıkardığı kadro ve değişikliklerri de takımın kilitlenmesinde pay sahibi oldu kanımca. Özellikle ilk maçta atılan gol de hafızalarda taptazeyken, neredeyse kendi sahasından çıkmayan Milito'yu sol bek oynatmak çok anlamsız geldi bana. Bu durum hem oyunu genişletmeye çalışan Barcelona'nın en iyi yaptığı şey olan kanattan kanada oyunu hızla değiştirme planının sekteye uğramasına yol açtı. Hem de sol çizgide atak varyasyonu olmayınca  Pedro'nun o bölgede çakılı kalmasına ve içerlere girip bu sezon sıkça gösterdiği sürpriz golcü hüviyetinin hükümsüzleşmesine sebep oldu.

Ibrahimoviç için ise sezon başında korktuğum takımın yapısın uymama durumu giderek belirginleşiyor gibi. Dün geceden sonra taraftarla barışması vakit alacaktır. Ancak o çıkarken önce Bojan sonra da Jeffren'in (ne kadar formda olsa da) girmesi hiçbir fayda sağlamadı. Bazan tecrübe basit bir artı değerden fazlasıdır. Ne yazık ki, Thierry Henry'nin bunu ispatlama şansı olamadı.

Diğer eşleşmede ise konuşulacak fazla bir şey yok aslında. Fazlasıyla tek taraflı bir yarı final ve iki maçta da rakibini ezen bir Bayern. Hat-trick yapan Oliç muhtemelen sezonun en iyi Bosman transferi. Hamit'in de Ribery'nin yerinde iyi oynayıp bir asist yapması sevindirici. Ribery maalesef finali de kaçıracak ama burdaki teselli kaynağı Hamit'in oynayacak olması. Neyse finale çok var daha...

Share |

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder