31 Aralık 2009 Perşembe

Geriye sayım #1: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

1# 2005-06 Denizlispor-Fenerbahçe: 1-1 (14.05.2006)

Yalnızca o sezonun şampiyonunu belirlemekle kalmadı bu maç, yaratığı etki de uzun vadeli sonuçlar doğurdu. Aslında benzer durumları yaşamış oyunculardan oluşan bir kadroya sahip olan Fenerbahçe, kazanması halinde şampiyon olacağı maça çıkarken olağanüstü ölçüde stresliydi. Daha zor durumdaki, kümede kalma mücadelesi veren Denizlispor cephesinde ise daha ziyade bir coşku havası vardı. Bilnçli olarak maçı geçe bırakmak için atılan konfetiler yüzünden rekor bir süre uzayan maçta, Fenerbahçe golü bulamadıkça sinirler gerildi, Denizli'nin ise direnci arttı. Gamsız olarak bilinen Anelka, belki de sakinliğine en çok ihtiyaç duyulan bu maçta yedek kulübesinde kalmıştı.

16 dakikalık süreyi en yakından takip edenler Ali Sami Yen'deki Galatasaraylılardı elbette. Sonuçta Galatasaraylılar için korkutan gol gelmeyince İstanbul'da yaşanacak karnaval kıta değiştirdi. Bağdat Caddesi'ndeki hazırlıklar boşa gitti. Bu maçı unutulmaz kılan da böyle dramatik bir şampiyonluk öyküsünün yaşanmasıydı.

Fenerbahçe eğer şampiyon olsaydı, Daum 3 yıl üst üste şampiyonluk kazanarak Fenerbahçe'de bir ilki gerçekleştirerek tarihe geçecek, kadro olarak yıldızlar topluluğu konumundaki, maddi olarak da tüm rakiplerinden kat kat zengin olan Fenerbahçe daha da zenginleşecekti. Sarı-Lacivertiler açısından da böyle bir dönüm noktası yaşandı. Dengeler yerli yerinde kaldı.

Goller: Mustafa Keçeli/  Tuncay Şanlı

30 Aralık 2009 Çarşamba

Geriye sayım #2: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

2# 2003-04 Chelsea-Beşiktaş 0-2 (1.10.2003)

Şampiyonlar Ligi'nde bir takımın, kendsisinden daha güçlü bir rakibe karşı deplasmanda nasıl oynaması gerektiğini anlatan bir ders gibiydi bu maç. Gollerde Cordoba'nın zekası ve Sergen'in üstün becerisinin yanında Chelsea savunması ve Cudicini'nin de büyük hataları vardı şüphesiz ama uzun bir süre 10 kişi oynadığı maçta oyunu istediği gibi kontrol etmeyi başaran Lucescu'nun ekibi hak ettiği alkışları alıyordu.

Goller: Sergen (2)

Geriye sayım #2: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

2# 2000-01 Leeds United- Beşiktaş : 6-0 (26.09.2000)

Aynı takımın aynı hafta içinde hem bu listenin hezimetler kısmında, hem de zaferler kısmında yer alması bir hayli şaşırtıcı. Barcelona'yı 3-0 yendikten sadece bir hafta sonra Elland Road'da Leeds karşısına çıkan Beşiktaş, çok ağır bir yenilgiyle sarsıldı.

O sezon Leeds United tarihinin en parlak sezonuydu. Bir önceki yıl UEFA Yarı Finali'nde Galatasaray tarafından durdurulan O'Leary'nin öğrencileri, zor bir gruba düştükleri ancak sonrasında yarı finale kadar gidecekleri Şampiyonlar Ligi'nde Beşiktaş'a acımadılar.

Maçtan hatırda kalanlar, Beşiktaş'ın kırmızı formayla sahaya çıkması, sürekli duran toptan, sol kanattan aynı golü yemesi, bir tartışma anında Danny Mills'e okkalı bir yumruk çakan Pascal Nouma'nın hakemin gözünden nasılsa kaçması ve aynı dakika içinde kurnazca bir hamleyle Fazlı'nın oyuna alınması (Nouma daha sonra 5 maç ceza almıştı) gibi şeyler. Bir de ertesi gün "Beşiktaş 6'na kaçırdı" gibi seviyesiz bir manşet atan Fotomaç'ın, taraftarca bir süre boykot edildiğini hatırlıyorum.

Goller: Bowyer (2), Viduka, Matteo, Bakke, Huckerby

29 Aralık 2009 Salı

Geriye sayım #2: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

2# 2002-03 Fenerbahçe-Galatasaray: 6-0 (6.11.2002)

Bu kadar kişisel bir platformda yazdıklarımın objektif olduğunu savunmam anlamsız olur. O yüzden rahatlıkla itiraf edebilirim bu maçı buraya yazarken ne kadar zorlandığımı. Ezeli rekabette bundan sonra böyle bir skorun tekrarlanması baya zor, biz görebilr miyiz bilemiyorum. Aslında örneğin 2006 yılındaki 4-0'lık maçta daha kötü oynamıştı Galatasaray. Bu maçta anlaşılamayan bazı şeyler vardı, ikinci yarı Ortega da atıldıktan sonra, skor 2-0 iken maçı çevirme yönünde hala umut verir durumdaki Galatasaray, bir anda helva gibi dağılıverdi.

Goller: Tuncay, Ortega, Serhat(2), Ceyhun, Ümit Özat

28 Aralık 2009 Pazartesi

Geriye sayım #3: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

3# 2007-08 Sevilla-Fenerbahçe: 3-2  [5-5] (04.03.2008)

Normal süresi yenilgiyle biten maçın zaferler listesinde yer alması yadırganabilir ama bu maç Avrupa'da istikrarlı bir iniş çizgisi takip eden Türk futbolunun yönünnü değiştiren maçlardan biri olduğu için burada. Rakip UEFA Şampiyonu Sevilla'ydı, kadrosunda şimdiki büyük yıldızların yaında Barcelona'da oynayan Keita ve Alves de vardı kadroda. Önemli olan ilk maçı 3-2 kazandıktan sonra, deplasmanda birdenbire 2-0 yenik duruma düşen bir takımın, 2-1 bile yetmediği halde normalin aksine inancını kaybetmemesi. Penaltılara giden bir heyecan kasırgası ve iki komik gol yiyen Volkan'ın 3 penaltı çıkararak müthiş bir geri dönüş gerçekleştirmesi. Fenerbahçe ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finaldeydi.

Goller: Alves, Keita, Kanoute / Deivid (2)

Geriye sayım #3: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

3# 2005-06 Galatsaray-Trömsö 1-1 (29.09.2005)

Bu maç bu listedeki kaybedilmeyen tek maçtır. Bu maç bu listede benim bizzat tribünlerde tanıklık ettiğim tek maçtır. Bu maç Avrupa Fatihi'nin Avrupa'daki "Pendik"idir.

Yöneticiler o kadar emin ki "turu geçemezsek ülkeyi terk ederiz" diyor. Tribünde bizler 3'ten aşağısı kurtarmaz, Norveç'te hava koşulları, çamur v.s bizi yendiler burada kurtulamazlar diyoruz. Ama beklenen olmuyor. Ofsayttan da olsa yenen bir golün üzerine atılması gerekn 3 gol atılamıyor. Gerets'in kötü başlangıcı birçok soru işareti yaratıyor. Neticede bu maç da hezimet değilse hangisini almak lazım ki bu listeye?

Goller: Hakan Şükür / Ademolu

Geriye sayım #3: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

3# 2000-01 Fenerbahçe-Gaziantepspor:4-3 (21.4.2001)

Yıllar boyu 4 Büyükler dışındaki bir takımın şampiyonluğa en çok yaklaştığı 15 dakika olarak bu maçın devre arası hatırlanacak. Saraçoğlu'nda taraftarı sus pus eden bir performansla içeriye 3-0 önde giren Gaziantep'in maçı nasıl verdiği sorusuna kimse tatmin edici bir yanıt bulamayacak. Kader, basiret bağlanması ,heyecan, inançsızlık, panik, rap rap rapajiç hiçbiri yeterli açıklama değil. Şu an bu yazıyı okuyanlardan kaçı Sakıp Özberk'in neler yaptığın biliyorsa onlar versin yanıtını, bu cevabı saklı sorunun. Neticede kazananı alkışlamaktan başka bir şey gelmiyor elden...

Goller: Revivo, Rapajiç (2), Uche / Hakan Bayraktar, Fatih Tekke, Hasan Özer

Geriye sayım #4: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

4# 2000-01- Beşiktaş-Barcelona: 3-0 (19.09.2000)

Yıllar sonra taraftarın da isteğiyle Süleyman Seba dönemi kapanmış, yeni başkan Serdar Bilgili hızlı bir girişle flaş transferler gerçekleştirmiş ve takımın başına da Parma mucizesini yaratan Scala'yı oturtmuştu.  Maçtan önce, Barcelona'nın başındaki Rexach, basın toplantısında Beşiktaş'ı tanımadıklarını söylüyor ve hatta incelemeye gerek dahi duymadıklarını ima eidyordu. İnönü'nün atmosferini de bilmiyordu elbette.

Halbuki, Barcelona'nın daha önce 3 kez geldiği Türkiye'de galibiyeti yoktu. Trabzon'a ve Galatasaray'a birer kez yenilmiş, bir kez d Türk takımlarınıni lk Şampiyonlar Ligi deneyiminde Galatasaray'la 0-0 berabere kalmışlardı.

Beşiktaş tarihinin unutulmaz performanslarından birini sergileyerek Barcelona'yı sahadan sildi. Yıldızlaşan ve iki gol kaydeden Ahmet Dursun'un şahsında, "Ahmet Dursun, Seba gitsin" sloganı en azından o gece için haklı gibi görünüyordu.

Goller:  Ahmet Dursun (2), Pascal Nouma

Geriye sayım #4: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

4# Fenerbahçe-Milan 0-4 (23.11.2005)

Daum için, "Türkiye'de iyi ama Avrupa'da iş yapamıyor" klişesinin altını kalın bir kalemle çizen maçlardan biriydi bu maç. Aynı yıl içinde Mayıs ayında, Şampiyonlar Ligi'ni muhtemelen hala nasıl olduğunu idrak edemedikleri şekilde kaybettikleri İstanbul'a 6 ay sonraki dönüşleri kendi açılarından muhteşem oldu.

Muhtemelen kadro yapısı itibariyle tarihin en pahalı Fenerbahçe'si, ağır taktik hatalarla ağır Servet'in o gece başk bir alemden gelmiş gibi oynayan Shevchenko ile defalarca başbaşa bıraktı ve her seferinde de Ukraynalı cezayı kesti, hem de 4 golle...

Goller: Shevchenko (4)

Geriye sayım #4: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

4#- 2004-05 Fenerbahçe-Beşiktaş: 3-4 (17.4.2005)

Del Bosque gibi bir ismin ardından geldiği Beşiktaş'taki kısa kariyeri boyunca istediklerini gerçekleştiremeyen Rıza Çalımbay'ın bu dönemdeki en mutlu gecesiydi muhtemelen. Saraçoğlu'nda Beşiktaş galibiyeti görmek olağan dışı değildi elbette ancak bu akşamı farklı ve dramataki kılan birçok öykü mevcuttu. Bu öykülerden biri mavi bir kaleci kazağını ters giyen adamın yazdığı destana dönüşecek, Beşiktaş'a santrfor olarak alınan, daha sonra orta sahada ortalama düzeyde bir başarı gösteren Pancu'nun, Kadıköy panteri olarak anılmasına ve ertesi sezon sırtında "1" forma numarası giymesine kadar gidecekti.

Tribünlerdeki "Rıza Efendi iki ekmek bir süt" gibi çiğ bir terbiyesizliği ortaya koyan pankartla başlayan maç, o sezon ligden çoktan kopmuş siyah beyazlıların hırslı mücadelesiyle gerçek bir derbi hüviyetine bürünmüştü. Beşiktaş 2 defa öne geçti, Fenerbahçe ikisinde de yakaladı. Üçüncü öne geçisin ardından maçın kırılma anı yaşandı Fenerbahçe lehine verilen bir penaltı ve Cordoba'nın anlamsız hareketleri sonucu kırmızı kart görmesiyle 3 değişiklik hakkı dolduğu için son 15 dakikayı kalecisiz ve 10 kişi oynamak zorunda kalan Beşiktaş. Beklenen olmadı, penaltı sonrası skor 3-3 olduktan sonra 4. yü bulan Fenerbahçe değil Beşiktaş oldu.

Goller: Luciano, Alex (2) / Tümer, Carew, İbrahim Akın, Koray

27 Aralık 2009 Pazar

Geriye sayım #5: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi














5# Lyon-Denizlispor 0-1 (12.12.2002)

Fransa Ligi'nde fırtınalar estirdiği yılların henüz başında olan Lyon, Şampiyonlar ligi'nde gurubunu 3. sırada bitirdikten sonra UEFA'da 3. turda karşısına çıkan, "kapalı kutu" rakibi karşısında hele de ilk maçta kazaya uğramayıp 0-0 gibi bir sonuç aldıktan sonra turdan emindi. Ancak işler bambaşka şekilde gelişti. Denizlispor tarihinin en büyük zaferi o gün Stade de Gerland'da geldi.

Denizlispor golü erkenden 6. dakikada bulunca zaten defansif oynamaya alışkın olan takım kapandı. Lyon baskısını arttırdıkça daha da geriye çekildiler hatta tüm takım ceza sahasının içindeydi. Neticede bu "Çanakkale Geçilmez" oyunu, Tecrübeli Alman kaleci Heinen'in tarihe geçecek kaleci performanslarından birini ve özellikle Servet-Kratochvil tandeminin yıpratıcılığı sayesinde kazanıldı.

Gol: Mustafa Özkan

Geriye sayım #5: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

5#  Manchester United-Fenerbahçe 6-2 (28.09.2004)

Bu maçtan yaklaşık 8 yıl önce Old Trafoord'dan galibiyetle dönen Fenerbahçe bunu yeniden başarabilmeyi umut ediyordu. Sir Alex ferguson ise, Premier League'de yavaş yavaş hakimiyetini Arsene Wenger'in her maçta "İşte Premier Lig bu" dedirten Arsenal'ine bırakıyor olmaktan rahatsız durumda yeniden yapılanmanın yollarını arıyordu. Aslında bir önceki sezonda başlayan bu yeniden yapılanmanın altını çizen hamlelerin başında Beckham'ın Real Madrid'e satılması ve Ada futbolunun yeni yıldızı olarak gösterilen 18'lik Rooney ve o sıralar yeteneği bilinen ancak bu düzeyde bir süper yıldız olacağı kestirilemeyen 19 yaşındaki Portekizli Ronaldo'nun transfer edilmesi geliyordu.

Bu maç yeni Man Utd'ın ne kadar tehlikeli olacağı konusunda yeterli fikri verdi. Genç Rooney ilk Avrupa maçında hat-trick yapmayı başardı. Ronaldo ise bu maçta yedek oturmuştu.

Goller: Giggs, Rooney (3), Van Nistelrooy, Bellion / Nobre, Tuncay

Geriye sayım #5: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

5# 2002-2003- Beşiktaş-Galatasaray: 1-0 (25.5.2003)

Maçı herkese anımsatacak cümleyi kulağımızda Ercan Taner'in sesiyle okuyalım lütfen: "Sergen attı şampiyonluk geldi". Sezon içinde 3-5-2'yi çok iyi bir biçimde oturtan, devre arasında yaptığı Güunti transferiyle de turnayı gözünden vurarak takımın eksik halkasını tamamlayan Beşiktaş, sezon içinde çok sıkıntılar çekmesine ve kadrosunu bir türlü oturtamamasına rağmen yarıştan kopmayan Galatasaray'ı mağlup ederek, 8 sezon sonra çok istediği şampiyonluğu 100. yılında bu maç sonunda kazanıyordu.

Bir önceki sezon Galatasaray'ı şampiyonluğa taşıyan Lucescu, şimdi de bir başka takımın başında, hem de kendisini koltuğundan eden Fatih Terim'i mağlup ederek tarihe geçiyordu.

Goller: Sergen

25 Aralık 2009 Cuma

Geriye sayım #6: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

6# 2003-04 Gençlerbirliği-Valencia :1-0 (11.3.2004)

Bu serinin önceki postlarından birinde Gençlerbirliği'nin o sezon UEFA Kupası'ndaki beklenenin çok üstündeki performansından bahsetmiştik. İşte ilk 16 takım arasına girmeyi başaran Gençlerin karşısına bir önceki turda Beşiktaş'ı eleyen Valencia çıkmıştı. İşte o Valencia 19 Mayıs'tan çıkamadı. Bu, o sezon kupaya uzanan Benitez'in öğrencilerinin tek mağlubiyetiydi.

Rövanş maçının 90 dakikası da 1-0 Valencia lehine sonuçlanmış, uzatmada bir gol daha bulmaları durumu hazin bir hale getirmişti.

Bu arada ilginç bir not da düşelim o sezon Valencia başında UEFA'yı kazanan Benitez ertesi sezon Liverpool'un başında unutulmaz bir finalle Şampiyonlar Ligi'ni kazanacaktı. Tıpkı, Mourinho'nun Porto'nun başında 2003 ve 2004'te başardığı gibi...

Gol: Flip Daems(pen.)

Geriye sayım #6: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

6# 2007-08- Bayer Leverkusen-Galatasaray: 5-1 (21.2.2008)

II. Kalli döneminde tempolu, ön bölgede top kazanmayı hedefleyen oyunbozan karakterli bir takıma geri dönülmüştü. O dönem tarihin en iyi Fenerbahçelerinden birine karşı hem de en sükseli transferi Lincoln'den yeterince verim alamamasına rağmen şampiyonluk mücadelesini sürdüren Galatasaray, UEFA Kupası'nda grubundan zar zor Bordeaux'nun yarattığı mucizeyle çıktıktan sonra karşısında hızlı ve atak futbol karakteristiğine sahip Bayer Leverkusen ile eşleşiyordu.

18 Mart 1994 Galatasaray-Werder Bremen maçı kadar olmasa da yine bir Alman takımına karşı rakipten çok iklim şartlarıyla mücadele edilen ilk maç şanssız biçimde 0-0 sonuçlanmış, herkes rövanşta Galatasaray'ın başarabileceğini düşünmeye başlamıştı.

Hafta içinde Konya'da buzlu sahada Uğur Uçar'ın dizinden sakatlanması takımı sağ beksiz bırakınca bozulan savunma kurgusunun bedelini ilk 15 dakikada 3 gol yiyerek ödedi Cimbom. Sonrasında turu alacak derman kalmaıştı zaten.

İki not var; ilki ve önemli olan B.Leverkusen2in başındaki Skibbe'nin ertesi sezon Galatasaray'a gelmesinde bu maçın rolü var mıdır diye tartışmanın eğlencesi, ikincisi de Galatasaray'a ilk geldiğinde Roma'dan fizik gücü müthiş bir ön libero transfer ettik diye lanse edilip 3-5 maç oynyabilen Barusso'nun yegane golünü harika bir penaltı vuruşuyla kaydetmesiydi.

Goller: Barbarez (2), Kiessling, Haggui, Schneider /Barusso

Geriye sayım #6: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

6# 2003-04 Beşiktaş-Samsunspor: 0-4-hükmen (25.01.2004)

Türk futbolunda hangi maçtan sonra olursa olsun hakemlerden konuşulur ancak bu maç sadece ve sadece hakemle hatırlanıyor. Cem Papila'nın Beşiktaş'tan 5 oyuncuya kırmızı kart gösterdiği bu maç, Lucescu yönetiminde 100. yılını şampiyon olarak kapattıktan sonra hız kesmeyen hatta bilakis ligin ilk yarısında yenilemeyecek bir takım hüviyetine bürünen Beşiktaş'ın, eşi benzeri görülmemiş bir düşüş sürecine giriş tarihiydi aynı zamanda.

Bu maçta golleri kaydedenlerden çok kırmızı kartları görenler hatırlanıyor.Kartlar haklıydı haksızdı çok beyhude bir tartışma artık.  85. dakikada İlhan'ın atılmasıyla yarıda kalmasının ardından hükmen 0-4 olarak tescil edilen maçı özetleyen tek kare de bu gördüğünüz fotoğraf.


Kırmızı kartlar:   Zago (25), İbrahim Üzülmez (41), Ahmet Yıldırım (44), Pancu (69), İlhan Mansız (85)

22 Aralık 2009 Salı

Sallamalar v1

Spor basınının uydurma haberler yapmasına alışkınız, hatta bir yerde işin normali de buymuş gibi geliyor. Bu asparagas furyası en çok transfer dönemlerinde kendini gösterse de sıradan günlerde de dikkat çekici örneklerine rastlamak mümkün.

İşte bugünkü Fanatik gazetesinin ilk sayfası

http://t24.com.tr/basin/detay.aspx?yol=2009/12/22/kupurler/fanatik_big.jpg

Sağ alt köşeye bir bakalım...İsviçre'yi çalıştıran Hitzfeld'in milli takımın başına gelmesi hayal değil, hadi haberdeki yardımcıları hariç 3 milyon Euro da doğru olsun. Habere inandırıcılık katmak için grubunu lider bitirip Dünya Kupası'na giden İsviçre'yi kupa dışına itmek ne oluyor peki?

Geriye sayım #7: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

7# 2007-08 Fenerbahçe-Chelsea: 2-1 (2.4.2008)

Kendini bir türlü beğendirememiş olan Zico'nun doğru formülü bularak tarihinin en büyük başarılarına koşturduğu Fenerbahçe'nin o sezon Avrupa Kupaları'nda Kadıköy'deki bütün maçlarını kazanma alışkanlığının son halkasıydı bu maç. Sevilla'ya karşı da favori değildi Fenerbahçe ancak bu kez iş daha da zordu. O sezonun ortasına doğru görünür sebep olarak Shevchenko krizi ancak derinde yatan sebep olarak Avrupa'da bir türlü istenen başarının gelmemesi üzerine Mourinho ile yolları ayıran ve daha düşük profilli Avram Grant ile yola devam eden Chelsea, ironik biçimde Şampiyonlar Ligi tarihinde ilk kez finale yürüyecekti.

Deivid'in inanılmaz golüyle hafızalarda yer edecek olan bu Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk karşılaşması, aynı zamanda seyircinin bir maçı nasıl "alacağı"na da ideal bir örnekti. Rövanş 1-0 kaybedilip elenilse de bu Fenerbahçe'nin Avrupa'da çıkabileceği en üst düzey olarak bu listedeki yerini aldı.

Goller: Colin Kazım, Deivid / Drogba 

Geriye sayım #7: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

7# 2009-10 Anderlecht-Sivas 5-0 (28.7.2009)

Bazen doğru bildiğiniz yolda gitmek sizi başarılı kılmaz, bunu bilirsiniz ama yine de kararlılıkla o yönde yürürsünüz, başaramasanız bile saygı duyarlar size. Mücadeleniz sempatiye şayandır.

Ya da tam tersi sizden hiç beklenmeyen başarılar elde edersiniz, karşınıza çıkıp kimse sorgulayamaz yaptıklarınızı ama bir türlü o saygıyı göremezsiniz. Elbette etrafta şakşakçılar türeyecektir ama geniş kitlelerin sempatisi sizinle beraber olmayacaktır. Bu sempatiyi kazanamamak daha da hırçınlaştırır, yarattığınız küçük dağlar nasıl görmezden gelinir, anlayamazsınız. Sonra da "5 yeriz 6 yemeyiz" diye kestirip attıktan sonra böyle bir gecede sizin için ağıt yakacak çok az kişi bulabilirsiniz.

Goller:  De Sutter (2), Boussoufa, Chatelle, Frutos

Geriye sayım #7: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

7#- 2005-2006 Beşiktaş-Galatasaray: 1-2 (7.5.2006)

Böyle maçlara tanıklı edildiğinde, insan "dönüm noktası" tabirini haybeden her türlü durum için kullanmamak gerektiğini idrak ediyor. Zira bu maç, unutulmaz bir şampiyonluk öyküsünün döndüğü ana tanıklık etti. Güzel bir havada, başta Tümer Metin olmak üzere saldırgan ve iştahlı bir Beşiktaş karşısında, Fenerbahçe'den 4 gol yedikten ve oyun olarak da ezildikten sonra şampiyonluk ümitleri azalan, gardı ha düştü ha düşecek durumdaki bir Galatasaray ve isyan eden bir Hasan Kabze. O gün İnönü'den galibiyet çıktığına göre, "adının olduğu yerde umut var olan" kulübün taraftarlarının hala umut etmeye hakkı vardı.

Goller: Tümer / Hasan Kabze (2)

21 Aralık 2009 Pazartesi

Geriye sayım #8: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

8# 2003-04 Sporting Lizbon- Gençlerbirliği 0-3 (27.11.2003)

O sezon Ersun Yanal yönetiminde, UEFA Kupası'nda rüya gibi bir performans sergileyen Gençlerbirliği ilk turda Premier League temsilcisi Blackburn'u eledikten sonra 2. turda kendisinden çok daha tecrübeli bir ekip olan Sporting Lizbon ile eşleşti. Aslında bu tecrübe farkı Ankara'da 1-1 biten ilk maç sonunda belirgin biçimde ortaya çıkmıştı ve çoğunluk Lizbon'da Gençler'in dayanamayacağını düşünüyordu.

Dayanmaktan ötesini gerçekleştirdiler. 3 golle alınan galibiyet unutulmayacak bir zafer olarak hafızalarda yerini aldı. Maçın ilginç yanı ise tüm gollerin 45, 46 ve 50 olmak üzere (devre arasını saymazsak) 5 dakikaya sığmış olmasıydı. Gençlerbirliği yürüyüşüne devam edecekti.

Goller: Ali Tandoğan, Mustafa Özkan, Veysel Cihan

Geriye sayım #8: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

8#- Anothosis-Trabzonspor: 3-1 (26.7.2005)

Bir önceki sezon Dinamo Kiev'i deplasmanda yendiği halde Avni Aker'de acı bir mağlubiyet alarak tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'ne bu denli yaklaşmışken kapıdan dönmek zorunda kalan Trabzonspor, yine erkenden Temmuz aylarında başladığıu Avrupa mesaisine "şeker gibi kura" ile başlamış; siyasi birkaç pürüz bir kenara  bırakıldığında Anorthosis Famagusta kolaylıkla geçilebilecek bir takım olarak değerlendirilmişti.

Ancak ilk maçta durumun hiç de böyle olmadığı ortaya çıktı. Küçük bir stad, ateşli bir atmosferle, tabiri caizse Tarabzonspor'un 15 yıl önce Barcelona'ya yaptığını şimdi Anorhosis kendisine yapıyordu. Yattara'nın kırmızı kartı felaketin son ütüsünü yaptı.

Rövanş için beklentiler yine de yüksekti ancak tur ilk maçta kaybedilmişti.

Goller: Nıcolaou, Frousos, Tsitashvili/ Fatih Tekke

Geriye sayım #8: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

8#- 2001-02 Galatasaray-Ankaragücü 1-2 (13.5.2001)

2000 yılını sırasıyla üst üste dördüncü şampiyonluk, UEFA Kupası ve Süper Kupa ile taçlandıran Galatasaray, Lucescu yönetiminde girdiği yeni sezonda da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kalarak Avrupa'da bir büyük takım olduğunu yeniden ispat ediyordu ama Türkiye'de işler biraz farklıydı. Üst üste 5. şampiyonluğa giden yola bu ligi kendine has koşullarını iyi bilen tecrübeli Mustafa Denizli çıktı ve hiçbir "çağdaş futbol" algısına sığmayan, Andersson, Rapajiç, Revivo, Baliç, Yusuf gibi yıldızların hepsini bir arada oynatmayı başardığı bir modelle ligde seri galibiyetler aldı.

Yine de Ali Sami Yen'de alınacak Ankaragücü galibiyeti son 2 haftaya girmeden önce Galatasaray'ın şampiyonluk ümitlerini sürdürmesini sağlayacaktı. Ancak o sezon artk çalıştırdığı takımlara oynattığı heyecan verici futbol ile iyiden iyiye dikkat çekmeye başlamış olan Ersun Yanal'ın takımı çok arzulu ve akıllı bir oyunla maçı 2-1 kazandı.

Bu maçtan birkaç yıl sonra teşvik primi iddiaları ortaya atıldı hatta ciddi anlamda yankı buldu ama burada konuşmak yersiz. Maçı sadece Galatasaray'ın üst üste 5. şampiyonluğuna engel olan tarih olarak not etmek yeter. Bir de Inter'e imza atıkları haberi artık ayyuka çıkmış olan Emre Belözoğlu ve Okan Buruk'un yeterince mücadele etmedikleri, hatta Okan'ın daha yarım saat henüz dolarken gereksiz bir kırmızı kart gördüğü için taraftarın tepkisini çekmeleriyle hatırlanacak bu maç. Bu değerlendirme doğru mu yanlış mı bilemiyorum ama bu ikilinin Galatasaray taraftarının gözünden düştüğü gün bu gündür. Aynı zamanda bu kadar başarıya imza atmışlarken neden efsane olamadıklarının da cevabıdır.

Goller: Hasan Şaş/ Faruk, Rogerio

20 Aralık 2009 Pazar

Geriye sayım #9: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

9#-2000-2001 Galatasaray-Milan: 2-0 (7.3.2001)


Listede bu maçın yer alması garip veya yersiz gelebilir. Gerçekten de o dönemki Galatasaray'ın, Milan'ı İstanbul'da yenmesi asla şaşırtıcı değildi. Fakat, maçı dikkatle izlediğimizde Galatasaray'ın bu maçta baştan sona üstünlüğünü kabul ettirdiğini görüyoruz. Öyle rakibe basarak, tempoyla veya baskıyla değil, oyunun her dakikasında "ben senden büyüğüm ve bu oyun benim istediğim gibi oynanacak" mesajını vererek oynamıştı Cimbom.

Sonuçta ilk kez bir Türk takımı ilk kez o dönemki statüye göre ikinci grup aşamasını geçip çeyrek finale kalmayı, üstelik bir maç öncesinden garantiliyor ve ilk kez grup aşamasında kendi sahasında 3'te 3 yapmayı başarıyordu.

Goller: Hagi, Jardel

Geriye sayım #9: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

9#-2008-09 Metalist Kharkiv-Beşiktaş: 4-1 (2.10.2008)

Belki de bu maçı hezimet diye nitelendirmek dahi doğru değil. Bütün basiretlerin düğümlendiği bir geceydi, 40 metreden gelen akıl almaz bir gol, kafası kesilmiş tavuklar gibi maç boyunca pozisyon almayı bir türlü beceremeyen Gökhan Zan-Zapo tandemi, tedirginliğini bir türlü atamayan kaleci Hakan. Oysa 2-0 olduğunda dahi atılabilcek 1 gol turu getirebilirdi. Sonuç, Ertuğrul Sağlam'ın çok parlak olabilecek Beşiktaş kariyerinin sonu oldu. Belik de on daha parlak başka bir kariyerin kapısını açtı, kimbilir...

Goller: Jaja (2), Devic, Gancarczyk / Nobre

Geriye sayım #9: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

9#- 2006-07 Kayseri Erciyes-Çaykur Rizespor: 1-2 (5.5.2007)

O sezonun ilk yarısında çok kötü bir performansla ligde kalma umutlarını yitiren Kayseri Erciyes, ligin ikinci yarısına, o yıl teknik direktör olarak ilk deneyimini yaşayan Bülent Korkmaz'ın önderliğinde beklenmedik bir biçimde silkinmiş ve puanları toplamaya başlamıştı.

Öncelikle takıma savunma disiplini gelmiş, 5'er 6'şar gol yiyen takım geride kalmıştı. Defans kapanıyor, Orkun tutuyor, tecrübeli forvetler Lazarov ve Cenk de atabildikçe kazanıyorlardı. Bu anlayışla bir taraftan da Türkiye Kupası'nda finale dahi gelebildiler. Futbol kamuoyunu da sempatiyle baktığı bir takım haline gelmişlerdi.

31. haftada Rize'yi yendikleri takdirde bu iş oldu, başarıyoruz diyebileceklerdi. Öne geçtiler, penaltı kaçırdılar, oyunun tamamını kontrol ettiler. Ancak oyunu rölantide tutmanın, hatta maçtan sonra Cenk'in itiraf ettiği gibi rehavete kapılıp laubali oynayarak gardı düşmüş rakiplerine ikinci darbeyi vuramamalarının bedelini 90+5'te gelen golle ödediler. Orkun'un gözyaşları, büyünün bozulduğunun habercisiydi. Erciyes başaramadı.

Goller: Lazarov / Hasan Uğur

Stay with us!



Meramımı anlatmak için fotoğrafın kendisi yetiyor esasında ama henüz erken demekten kendimi alamıyorum.
80'lerin sonuna Cevat Prekazi, 90'ların sonuna Hagi (ki hala kimseyle kıyaslanamaz) damga vurmuşken 2000'lerin sonuna bu formayla imzasını atan solak Harry Kewell.

Onu öne çıkaran birinci etken doğal olması. Daha doğru biçimde ifade etmek gerekirse, hırsını profesyonelliğinin mütemmim cüzü haline getirmiş, içine sindirmiş olması. Sportmenlik dışı bir hareket yapmadan kendi oyununa bakıyor, deli danalar gibi oradan oraya koşturmadan da taraftarı coşturuyor. Öyle bir futbol bilgisi var ki, santfror oynadığında kendisinden çok daha pahalı gerçek santrforlardan daha etkili ve doğru oynuyor. Stoperde, o mevkiyi gerçekte işgal eden birçoğuından daha derli toplu oynayabiliyor.

Geçen yılki gsmobile reklamında "My name is Harry Kewell. Kewell from Galatasaray" deyişinden anlaşılıyor Galatasaray'ı ne kadar sevdiği, Galatasaray da onu seviyor.

Kalman lazım... Hem daha Daddy Cool şarkısını da Seyrantepe'de, yeni statta dinlemedik.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Altıda altı


Gazetelerde kontenjan senatörü misali spor sayfalarında köşe tutan futbolcu emeklisi abilerimiz gibi, maçın 75. dakikasında yazıyı bağlayıp, son dakikada gelen golle sil baştan yapmak zoruında kalabilirdim bugün. Gerçekten de Esthudiantes önünde Pedro'nun uzatmaya götüren golü gelmeseydi yazının başlığını "Barcelona'yı durdurmak" koyacaktım. Bu maçın yine de Esthudiantes'in hakkı olduğunu düşünsem de tarih yazanları alkışlamamak elde değil.

Barcelona Şampiyonlar Ligi, La Liga, Kral Kupası, UEFA Süper Kupa, İspanya Süper Kupası'nın aldıktan sonra Dünya Kulüpler Şampiyonu ünvanını da alarak katıldığı bütün kupaları kazanma başarısını gösterdi. Takımın başında henüz 1,5 sezonu geride bırakan Guardiola'nın başarısı göz kamaştırıcı. Yalnız ,hatırlatmak lazım; kendisi çıtayı o kadar yükseğe koydu ki bundan sonra ne yaparsa yapsın bunu tekrarlaması çok zor. İlk sezonunda bunu yapmak ilk albümünde patlama yaptıktan sonra bir türlü bunu aşamayan şarkıcıların durumuna benziyor. (Levent Yüksel-Med Cezir)

Neticede, bu takımın (halihazırdaki oyuncu ve teknik kadroyu kastewdiyorum tabii ki Barcelona kulübünü değil)tarihin gelmiş geçmiş en büyük takımlarından biri olduğu gerçeğini teslim edip, bu futbolu bize seyrettirdikleri için teşekkür etmek lazım.

Halbuki, kaptan Veron ve arkadaşları önde pres yaparak ikinci yarının ilk 10 ve maçın son 10 dakikası haricinde baskı yememeyi başardılar. Müthiş bir tempo ve devamlılıkla oynadılar. Buldukları gol de çok klastı. Ama olmadı, bir nalık hatayı değerlendirebilecek belki de en iyi takım vardı karşılarında.

Uzatmada Messi'nin golü de muhteşem bir 2009 senesini taçlandıran bir assoliste yakışır güzellikteydi. Aynı zamanda göğsüyle uçarak attığı için şeklen de unutulmayacak nitelikteydi.

Geriye sayım #10: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 zaferi

10#- 2003-04 sezonu: Gaziantepspor-Roma 1-0 (26.2.2004)


Türk futbolunun Avrupa kupalarındaki altın sezonlarından birini yaşadığı bu dönemde Nurullah Sağlam yönetimindeki Gaziantepspor, Fransa'nın Lens takımını eledikten sonra 3. turda karşılaştığı Roma önünde birazcık direnebilse dahi takdir edilecekken, Kamil Ocak'taki maçta kapanmadan, paslı bir kontrol futbolu oynayarak Capello'nun 2000'lerin başında İtalya futboluna damga vuran Roma'sına karşı haklı bir üstünlük kurdu. Ancak bu maç esasen Türk futbolunun zaman zaman parlayan yıldızlarından biri olan Yusuf Şimşek'in, en parlak halini sahnelediği maçlardan biri olmasıyla hatırlanacaktı.

Gol: Yusuf Şimşek

Geriye sayım #10: Avrupa Kupaları'nda 2000'lerin unutulmayan 10 hezimeti

10#- 2002-03 sezonu:Panathinaikos-Fenerbahçe 4-1 (14.11.2002)

Bir önceki sezonu Şampiyonlar Ligi'nde sıfır çekerek kapatan Fenerbahçe Ortega transferiyle yaptığı fiyakanın ardından, Feyenoord önünde Şampiyonlar Ligi vizesi alamayarak şoke olsa da. UEFA Kupası'na iddialı giriyordu. Dışişleri Bakanları'nın geldiği, "since 1453" pankartlarının açıldığı Saraçoğlu'ndaki maç Rüştü'nün 35 metreden Basinas'tan yediği golle 1-1 sona ermesine karşın. Bir hafta sonrasında Galatasaray'ı 6 golle yenen Fenerbahçe taraftarı en umutlu zamanlarını yaşıyordu. İşte bu maçın hezimet olarak değerlendirilmesinin sebebi esasen budur. Umut çoğaldıkça hayal kırıklığı daha fazla olur çünkü.

Goller: Liberopoulos, Goumas, Michaelsen, Warschzya / Tuncay

Geriye sayım #10: Türkiye Ligi'nde 2000'lerin unutulmayan 10 maçı

Kısa bir notla başlayayım. Bu ve sonraki 3 kategori de tamamen öznel kıstaslara göre oluşturulmuştur. Şezlonguma uzanıp biraz düşünerek hatırladığım maçlarla ilgili bilgileri teyit ettim ve hakkaniyetli biçimde dizmeye çalıştım. Her gün bir tane ekleyeceğim. Unuttuklarım ya da sıralaması uygun olmayanlar varsa, yorumları bekliyorum.

#10- 2009-10 sezonu: Trabzonspor-Beşiktaş: 0-2 (7.11.2009)

Bu listedeki diğer maçların aksine ne zirve yarışını doğrudan etkileyen, ne de bir seri başlatan/bozan bir maç. Sadece Hakan Arıkan'dan eşi görülmemiş bir kaleci performansı. Uzun süredir hiçbir büyük maçta rakibini bu kadar ezebilen bir Trabzonspor görülmemişken alınan bu sonuç belki de Broos'un gidişini hazırlayan sürecin de önemli bir kilometre taşı oldu aynı zamanda.

Goller: Ernst, Bobo

Nakavt fazı!!!

15 gün önceki Dünya Kupası ile ilgili postumda, kura çekimlerinin her zaman bana büyük heyecan verdiğini yazmıştım. http://sezlongyorumcusu.blogspot.com/2009/12/kura-cekimi-ilk-izlenimler.html
Dün burada tatil olduğuından yıllar sonra TV'den arka arkaya Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi kuralarını canlı izleme şansım oldu. Bu saate kadar öğrenmeyen kalmamıştır ama yine de hatırlatalım eşleşmeleri:

Stutgart-Barcelona
Olympiakos-Bordeaux
Inter-Chelsea
Milan-Man Utd
Porto-Arsenal
Lyon-Real Madrid
CSKA-Sevilla
Bayern-Fiorentina

Şampiyonlar Ligi'nde bu aşamada İtalyan-İngiliz eşleşmeleri bir süredir mutad hale geldi. Bu kez, Inter geçen yıl olduğu gibi Man Utd'ı, Milan ise Chelsea'yi çekmiş olsaydı İngilizler kesin geçer derdim ama durum farklı. Mourinho'yu farklı bir takımın başında Stamford Bridge'de görmek arklı hisler yaratacak. Chelsea bu sezonki performansıyla final adayımdı ancak onları durdurma kapasitesine sahip az sayıda takımdan birini çektiler.

Milan ise 3 sezon önce Man Utd'nin yoluna taş koyan takımdan uzakta olsa da bu sezon Ferguson'un Şampiyonlar Ligi'ne çok iyi konsantre olduğunu söylemek zor. Şubat ayına kadar durumlar değişebilir tabii ancak Milan'ın o havası bile bazen büyük maçlarda yeterli olabiliyor. (ör. bu sezon Barnabeu'daki 3-2'lik maç)

Diğer eşleşmelerde Barcelona zaten kim gelirse gelsin eleyeceği için, en zayıf takımı seçmeleri turnuva açısından iyi oldu. Daha iddialı olabilecek bir takıma yazık olabilirdi. Diğer İspanyol takımlarının da zevkli ve zor maçlar sonunda da olsa turları geçeceğine inanıyorum. Porto-Arsenal eşleşmesi de seyir keyfi vaat ediyor. Arsenal bu sezon hücum yönünden çok zengin, temposunu yakaladığında affetmiyor ancak bazen çok dağınık göründükleri de oluyor. Hiçbir zaman belirli bir standardın altına düşmeyen Porto'yu, şu an baktığımda, çeyrek finale daha yakın görüyorum. Bu turun sürprizi de bu olur.

Okuduğum yorumlarda herkes 2 yıl öncesinin Fenerbahçe'sini hatırlayarak Zico, Olympiakos'u da çeyrek finale taşır diyor. Ancak bu o kadar kolay olmayacak. Bordeaux'yu şu anda Ligue 1'de durdurabilen yok, Şampiyonlar Ligi'nde de ilk turun en başarılı takımı.  Zico yine de iyi bir kura çekti denebilir ve o döneme kadar dengeler daha da değişebilir ama bu turun en dengeli eşleşmelerinden birisi.

Son olarak Bayern'in çıkışını sürdüreceğini ve Mor Menekşeler'i eleyebileceğini düşünüyorum. Ancak bir şartla, daha önce de yazdığım gibi Robben ve Ribery'nin sağlıklı olmaları. İkisi biden olursa kolay, birinden biri olursa zor olur turu geçmek. Yalnız ikisi de olmazsa Fiorentina, İtalyan bayrağının taşıyıcısı olarak yoluna devam eder.

18 Aralık 2009 Cuma

Salzburg mucizesi



NBA Play-Off larından süpürmek terimine aşinayız. Ancak bugüne kadar Avrupa kupalarında istisnasız bütün maçlarını kazanıp grubu süpüren bir takım hatırlamıyorum. Dün akşam deplasmandaki Villarreal galibiyeti ile bunu başaran takım Avusturya'dan Red Bull Salzburg oldu.

Avrupa Ligi'ndeki grupların ayrıntılı değerlendirmesini yapacak kadar takip edemedim maçları açıkçası. Ancak son 24'e kalan takımlar, Şampiyonlar Ligi'nden gelen 8 takımı da katınca kalite yönünden çok umut vaat eden bir tablo oluşturuyor. Tamam Şampiyonlar Ligi ile kimsenin kıyaslama niyeti yok ancak çok sağlam ve iddialı takımlar olduğu da açık. Yani Galatasaray ve Fenerbahçe için çok kolay olacak sandığımız final yolu bir hayli sancılı.

Yine de bu format 5 takımdan 3'ünün çıktığı, deplasmansız formata nazaran çok daha isabetli. Adam gibi bir ligde, herkes hesabını iç saha dış saha maçlarını göz önüne alarak yapabiliyor. Zaten 5 takımlı abuk formatı sadece biz benimsedik ki Türkiye jupası'nda halen kullanıyoruz.

Bugünkü kura çekiminden sonra ileriyi görmek daha kolay olacak. Biz esas mevzuya dönelim. Grubunda her ne kadar bu sezon düşüşte olsalar da Villarreal ve Lazio gibi iki önemli takım arasından sıyrılan, hatta sıyrılmak ne kelime onları kırıp geçiren Salzburg'un, 90'larda yaşadığı düşüşten sonra bir türlü topralanamayan Avusturya futbolunun yoluna devam eden yegane temsilcisi olması da olayı daha ilginç kılıyor. Hatta şöyle söyleyelim. Avrupa ligi'ndeki diğer Avusturya takımlarından Rapid Wien(5), Strum Graz (4) ve Austria Wien (2) puanla gruplarını sonuncu tamamladılar. Rapid ve Sturm tek galibiyetlerini rehavet havası içinde oynan son maçlarda koparabildiler. (Sturm Graz'ın puanlarının hepsini Galatasaray'dan alması da çok acayip bir durum bu arada)

Red Bull takıma destek vermeye başladığından beri birkaç yıldır kıpırdanma var. Trapattoni'yi takıma getirerek sükse yapmışlardı, şampiyon olmayı da başardılar. Şimdi takımın başında uzun yıllar Schalke'yi çalıştıran Hollandalı Huub Stevens var.Avusturya futbolunun Avusturya çapındaki yıldızı golcü Mark Janko, Hollandalı Opdam,  AZ Alkmaar'dan tanıdığımız Cziommer ve tecrübeli Alman Zickler dışında tanıdık gelen bir oyuncu da yok kadroda. Açıkçası 90 dakika izlemediğimden yorum yapmakta zorlanıyorum ama anlaşılan Stevens iyi yardımlaşan uyumlu bir ekip kurmuş. Kurada kimi çekecekleri çok önemli. Yine de ileri gitmeseler de bir çeşit tarih yazmayı başardılar. Haklarını teslim etmek lazım.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi karması














Liverpool ve Juventus gibi devlerin elendiği, Barcelona ve Inter gibilerin işi zora soktuğu, Fransız takımlarının parladığı bir ilk tur geride kaldı Şampiyonlar Ligi'nde. Her zaman olduğu gibi eleme maçları çok daha keyifli, kıran kırana ve izlemeye değer olacak. Ama işin "lig" kısmı henüz geçmişken bir altın karma yapmak gerek.

Lloris (Lyon)

Ciani (Bordeaux)
Bruno Alves (Porto)
Squilaci (Sevilla)


Krasic (CSKA)
Diarra (Bordeaux)
Fabregas (Arsenal)
Xavi (Barcelona)
Vargas (Fiorentina)


Drogba (Chelsea),
Ronaldo (Real)



The best of something

Aylardan Aralık olunca popüler kültürün her alanında bir "en" seçme telaşı başlar. Yılın en iyilerini sıralayan bu listelere bu denli itibar edilmesinin nedeni listlerin büyük oranda sübjektif olmasından kaynaklanır. Çünkü bu öznellik esasen herkesin kendisine ait bir listesi olma ihtimalini, dolayısıyla ilan edilen listeyle kendininkini kıyaslama heyecanı doğurur.

2009 sonunda esasen 2000leirn ilk 10 yıllık dönemine dair bu tarz değerlendirmelerle daha sık karşılaşacağımı umuyordum. Sonlara yaklaşmaya başladığımıza göre ben de yagvaş yavaş geç kalmadan kendi listelerimi oluşturmalıyım galiba. Hem bu sefer paylaşabileceğim bir platform da var. Bu da böyle bir girizgah olsun ...

Çiçek gibi bir kupa


Tamam bu heyecanı yaşamak için biraz erken; henüz eleme grubu kuraları dahi çekilmedi biliyorum ama Euro 2012 bugün itibariyle resmen başladı. İtalya'yı geride bırakıp bu organizasyonu düzenleme hakkını elde eden Polonya-Ukrayna ortaklığı bugün logoyu, programı ve turnuvanın mottosunu ilan etti.

Logonun bana çağrıştırdığı ilk cümleyi başlıkta görüyorsunuz.  Artık nasıl bir düşünce var bilmiyorum ama dostluğu vurgulamak için herhalde daha yaratıcı fikirler lazım. Mesela Türkiye-Yunanistan alsaydı ve logo zeytin dalı olsaydı, klişenin babası olmasına rağmen 3. gözler için ilginç olabilirdi.

1992'den sonra klasik şeritli logonun terk edilmesinden sonraki logoları tek tek aşağıya koydum ki karşılaştırma fırsatımız olsun.












































Slogan da çok iddialı : "Creating history together". Hani bir söz vardır ya, "yavaş yarat saçın başın dağılmasın" olarak uyarlayabiliriz onu buraya. Doğu Avrupa'da düzenlenen ilk şampiyona olmasını vurgulamak gerekli tabi ki bir yerde ama bu kadarı biraz fazla olmuş.

Zaten ilke olarak ortak evsahipliği kavramına çok sıcak bakmıyorum. Bir tek zaten aynı ülkedeymiş hissi veren, aynı dilin konuşulduğu Hollanda- Belçika'daki Euro 2000  bir de Uzakdoğu'da bambaşka bir deneyim sunan (zira ikisi de tek başlarına yapacak kapasiteye sahipti ve öne çıkarılan ruh önemliydi) Ama bu iki ülke o kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor ki,  ortak bir heyecanın yaşanması çok zor hale gelecek. Bir örnek vermek gerekirse Donetsk ile Gdansk veya Poznan arası kuş uçuşu 1.500 km.den fazla. Bana göre maçların oynanacağı statlar araısndaki mesafe trenle maksimum 4-5 saat olmalı ki atmosfer yoğun biçimde etkisini kaybetmeden dağılabilsin.

Neyse umarım gerçekten çiçek gibi bir kupa olur. Çünkü 2016'dan itibaren,  Avrupa Şampiyonası'nın 24 takıma çıkmasıyla tadı biraz kaçacak sanki.

9 Aralık 2009 Çarşamba

It's nice to be away from home



İlklerden başlayalım... Bugüne kadar 8 maçın 6'sını deplasman takımlarının kazandığı, ev sahibi takımların hiç galibiyet alamadığı başka bir Şampiyonlar Ligi akşamı olmamıştır herhalde. Daha önce bizim de yakından bildiğimiz gibi sıfır çeken nice takım olmuştu ama Maccabi Haifa 6 maçı gol atamayan tek takım oldu. Bildiğim kadarıyla 3 puanla ve galibiyet alamadan grubu 3. bitirip Avrupa Ligi'ne katılmayı başarabilen bir takım da olmamıştı.


Sahi, yeri gelmişken biri bana bu Atletico Madrid'in nasıl APOEL'i geride bıraktığını anlatsın. tamam statü ikili averaj vs. biliyorum hepsini ancak aralarındaki 2 maç da berabere bitmişken (0-0,1-1) , dış sahada daha çok gol atan prensibinin işletilmesi yerine genel averaja bakılsaydı daha hakkaniyetli olurdu gibime geliyor. Zaten Chelsea ve Porto'nun amansız üstünlüğüyle geçilen grupta Stamford Bridge'den puan çıkarmayı başaran APOEL'in averajı -3 (4-7) olmasına rağmen -9 (3-12) averajlı Atletico Madrid'in (kaldı ki sempati beslediğim bir takımdır) gerisinde kalması çok hoş olmadı.

Gecenin kapışmasında Van Gaal ustalığını gösterdi ve bütün otoriteleri yanıltarak Torino'da ezici bir galibiyet aldı. Hafta sonu Inter'i deviren Juventus maçın başında da öne geçmesine ve beraberliğin kendisine yetmesine rağmen direnemedi. Maçın tamamını Beşiktaş maçı yüzünden izlemek mümkün olmadı ancak özetlerde özellikle sonlara doğru Juve orta sahasının iyice çöktüğü açıkça anlaşılıyor. İşte burada Van Gaal'in Robben'i ve ardından da orta sahayı ele geçiren Tymoschuk'u oyuna alarak "finish him" butonu ile Ferrara'ya öldürücü darbeyi vurduğunu görüyoruz. Bu arada Avrupa Ligi daha da heyecanlı hale geliyor tabi Liverpool'dan sonra Juve de bağdan sürüldükten sonra gelip dağdakileri kovmayı deneyecek. Ne olursa olsun sakatlıktan kurtulmuş bir Ribery-Robben ikilisine sahip bir takım Şampiyonlar Ligi'ndeki herkese çok zor anlar yaşatır. Kaybederse de kaleci ve defans zaafından kaybeder.

Beşiktaş'ın bulunduğu B Grubu'nda ise Man. Utd. eksiklerden dolayı Carrick ve Fletcher'ı defansta oynatmak zorunda olduğu maçta, rakibinin kazanmak zorunda olmasının getirdiği zafiyeti akıllı kontrataklara ve bu tip bir oyun anlayışı için hala biçilmiş kaftan olduğunu ispatlayan Owen'la sonuca gitti. Wolfsburg ise son torbadan girdiği halde rahatlıkla çıkabileceği bir grupta 3.lükle yetinmek zorunda kaldı. Öyle görünüyor ki çıkışları saman alevinden biraz daha uzun süreli olsa da alman futbolunun elitleri arasında uzun vadeli yer alamayacaklar, Dzeko, Grafite, Schafer gibi yıldızlarını kaybedecekler ve Magath öncesi döneme rücu edecekler.

Mustafa Denizli'nin Şampiyonlar Ligi performansında ilerleme olduğunu ve bu kez sadece kendi evinde sıfır çektiğini söylersek, bu asla hocayla dalga geçme amacı taşımaz, bilakis Beşiktaş'ın aslında bu gruptan çıkmasının ne kolay olduğunu ortaya koyar. Öyle ya bu takım 2 yıl önce Liverpool'dan 8 yediği sezonda dahi onları İnönü'den çıkarmamış ve Marsilya'yı da yenmişti. Dünkü öncelikle gol yememe ve oyunu 1-0'a bağlamak yönündeki stratejisine saygı duyulabilir ancak bu stratejinin başarıya ulaşabilmesi için daha fazla yaratıcı ayak gerekiyor. Gerçi Almanya'dan gelen skor her koşulda bu maçın neticesini Beşiktaş için kadük bırakacaktı. Yine de bence en büyük hata golü yedikten, yani strateji çöktükten sonra 2. yarıya bir değişiklikle başlamamak ve 70. dakikaya kadar beklemekti. Yoksa takımda tempo ve mücadele sorunu yoktu.

Son olarak, Real Madrid ve Milan'ın birlikte çıktığı gruba gelirsek, Marsilya'nın son maçta Zürih'ten bir başka sürpriz beklediğini yazmıştım iki hafta önce. Bu sürpriz geldi ve İsviçre takım gruptaki bütün puanlarını Milan'dan almış oldu. Ama kendileri de Real önünde bozguna uğradılar. Belki Lucho'nun penaltısı gol olsa ve maç 2-2'ye gelse bir galibiyet umudu doğabilirdi. Tabii diğer taraftan, çok formda olan Milan'ın da diğer maçtaki skora göre oyunu rölantide tuttuğunu ve galibiyet için saldırmadığını söylemek mümkün.

Bu akşam ise D.Kiev-Barcelona ve Inter-Rubin maçları dışında heyecan dozu daha az zira çoğu şey önceden belli olmuş durumda. Yine de bize düşen oturup keyifle izlemek...

4 Aralık 2009 Cuma

Kura çekimi: İlk izlenimler


Yapılabilecek birçok yorum var tabii ama favoriler açısından ilk izlenimleri yansıtmak gerekirse en çok memnun olanlar sırasıyla İspanya, İngiltere, İtalya ve Hollanda olsa gerek. En heyecanlı gruplar ise ilk etapta "ölüm grubu" diye adlandırılacağı kesin olan benim de dünkü tahmin-sallamamda bir farkla kaçırdığım G Grubu, (Bu grubun bir başka zorluğunu da ikincinin sonraki turda çok büyük ihtimalle İspanya'ya düşecek olması) sürpriz potansiyeli olan dinamik iki takım Sırbistan ve Gana'nın Avustralya'yı da alarak Almanya'yla eşleştiği D Grubu ve son olarak herhangi bir takımın 1. ya da sonuncu olmasının kimseyi şaşırtmayacağı ev sahibinin grubu.

Kısa kısa bakarsak:

Group A: Güney Afrika, Meksika, Uruguay, Fransa

Yukarıda da belirttiğim gibi her sonuç mümkün. Uruguay, Fransa'nın gol dahi atamadan elendiği 2002'de de gruptaki rakibiydi. Güney Afrika'nın gruptan çıkması ancak ve ancak açılış maçında Meksika'yı yenmesiyle mümkün olabilir. Bugüne kadar ilk turda elenen evsahibi olmadığını da hatırlayalım.

Group B: Arjantin, Nijerya, Kore, Yunanistan
Arjantin için kolay gibi görünse de rakibin oyun-bozan karakterini koruyan Kore ve hala iyi kapanmayı başaran Yunanistan ters gelebilecek tarzda takımlar. Nijerya da kadrosunun potansiyelinin hakkını verirse etkili olabilir. Hatta fikstür göz önüne alınırsa en ileri giden Afrika takımı olmaları bile muhtemel. Bu grupytan neticede Arjantin ile nijerya'nın çıkacağını tahmin ediyorum ancak sıkı maçlar bizi bekliyor.

Group C: İngiltere, ABD, Cezayir, Slovenya
İngiltere, hele de Capello dönemindeki oyun yapısıyla, rahatlıkla 3te 3 yapabilir. ABD de Konfederasyon Kupası'ndaki oyununa yakın bir oyun oynasa dahi rahatlıkla 2. olur.

Group D: Almanya, Avustralya, Sırbistan, Gana
Bu grubun yorumunu esasında yukarıda yaptım gibi oldu. Sırbistan ile Gana arasındaki ilk maç çok kritik. Bu maçı kazananın ilerlemesi çok yüksek ihtimal.

Group E: Hollanda, Danimarka, Japonya, Kamerun
Portakallar bu kez dünya sıralamasındaki yerlerinin aksine büyük favori olarak girmeyecekler kupaya. Bence bu bir avantaj olabilir. Kamerun bu gruptan çıkmaya yakın diğer takım. Ben Hollanda'yı tuttuğım için özellikle ilgilenecğim ama maçların genelde sıkıcı olacağını düşünüyorum.


Group F: İtalya, Paraguay, Yeni Zelanda, Slovakya
İtalya gibi kötü başlayıp ilerde açılan turnuva takımları için böyle bir grup biçilmiş kaftan. Hiç iddiası olmayan Y.Zelanda bile burada maç kazanıp iddialı hale gelebilir. Umarım Hamsik Slovakya'yı bir üst tura taşıyacak bir performansla kupanın yıldızlarından biri olabilir.

Group G: Brezilya, Kuzey Kore, Fildişi Sahili, Portekiz
Buradaki tek dileğim Fildişi Sahili'nin geçen kupadan buraya taşıdığı kura şanssızlığını yıkması. Brezilya'nın zor da olsa bu gruptan çıkacağını düşünüyorum. Aslında iki ciddi rakiple oynamaları onların da gücünü doğru biçimde tartabilmemizi sağlayacak.

Group H: İspanya, İsviçre, Honduras, Şili
İspanya eğer bildiğimiz İspanya olursa 9 puanla çıkar bu gruptan. İkincilik için ise Hitzfeld faktörüne rağmen Şili'nin avantajlı olduğunu düşünüyorum.

Büyük gün bugün mü?

Hangi kupa için olursa olsun kura çekimleri her zaman beni heyecanlandırmıştır. Torbaları inceleyip içimden "şu şunla eşleşse ne güzel olur" diye düşünmelerim hatta zaman zaman bir kenara tahminlerimi yazıp tutup tutmadığını kontrol etmelerim ve bilhassa Şampiyonlar Ligi kuraları çekilir çekilmez hemen telefona sarılıp Çetin'le mesajlaşarak durum değerlendirmesi yapmalarım gibi kişisel hikayelerin yanında, garip tesadüfleriyle, intikam nidalarıyla, "ölüm grubu" klişeleriyle, "şeker gibi", "çek bir letonya" gibi manşetleriyle bambaşkadır.

Konu Dünya Kupası olunca işin rengi daha da değişiyor tabi. Benim için işin en renkli tarafı birbiriyle karşılaşma ihtimali çok az olan takımların bir araya gelmesi. Zaten Dünya Kupası'nın bütün sürprizleri de bu tip maçlardan çıkmamış mı bugüne kadar? Bu akşam da benzer sonuçlar diliyorum. FIFA'nın geçen kupada yaptığı gibi coğrafi kıstası öne çıkarması mantıklı. Tabi bu durumda Avrupa ülkelerinin yer aldığı 4. torbadan Fransa ve Portekiz'i çekmek istemeyecek kimse.

Benim esas merak ettiğim 3. torbadakiler. Yani Afrika ve G. Amerika takımlarının olduğu torba. Kupada sürpriz çıkacaksa buradan çıkacak. 2010 Dünyta Kupası'nda ilk kez bir Afrika takımının yarı finale çıkmasını muhtemel görüyorum. Daha önce İtalya 90'ın unutulmaz Kamerun'u İngiltere'ye çeyrek finalde elenmişti. 2002'de ise Türkiye'nin Senegal'i İlhan'ın altın golüyle elemesi hala hafızamızda taptaze. İşte bu ilki gerçekleştirme potansiyeline sahip takım olarak da Fildişi Sahili'ni görüyorum. Ocak ayında Afrika Kupası'nda durumu daha sağlıklı değerlendirebiliriz tabi ama hem kadro kalitesini hem de Drogba'nın çılgın formunu düşününce şansları yüksek. O yüzden en çok onlar için kura şansı diliyorum. Gruptan çıkarlar da çapraz eşleşme önemli.

Farazi bir "Ölüm Grubu" yaparsak içine Arjantin, Fildişi Sahili, Fransa ve ABD'yi koyarım. Ama diğer yandan önemli olan çekişmeyse denk güçlerin bir araya geleceği şöyle bir gruba ne dersiniz: G. Afrika, Şili, Avusturalya, Sırbistan.

Neyse yaklaşık 15 saat sonra artık kura tahmininden maç tahminine terfi edeceğiz. O yüzden şimdi bir kura tahmini sallayayım. Bakalım ne kadarı tutacak:

A Grubu: G. Afrika, K. Kore, Uruguay, Slovenya
B Grubu: İspanya, Yeni Zelanda, Nijerya, Sırbistan
C Grubu:  Hollanda, Avustralya, Cezayir, Slovakya
D Grubu: Almanya, Honduras, Kameun, İsviçre
E Grubu: Arjantin, Meksika, Gana, Fransa
F Grubu: Brezilya, G. Kore, Fildişi Sahili, Portekiz
G Grubu: İtalya, Japonya, Şili, Danimarka
H Grubu: İngiltere, ABD, Paraguay, Yunanistan

Galatasaray- Panathinaikos: 1-0


Geçtiğimiz sezon oynanan Galatasaray-Olympiakos maçına benzer bir karşılaşma oldu aslında. Yine duran toptan bir gol ve esasen bütün maça yayılan ama özellikle gol sonrasında daha da etkisini hissettiren pasa dayalı bir kontrol futbolu. Maç sonrası istatistiklerinde Galatasaray'ın 500 isabetli pasına karşılık, Pana'nın 271 isabetli pası olduğu görünüyor. Bol pas yaparak tempoyu kontrol etmenin yanısıra, skoru korumaya yönelik futbolunda savunmayı öne çıkararak takımın mesafesini kısaltmayı hedefledi Galatasaray. Bu hedefinde de başarılı oldu ve az pozisyon verdi. Tabi çoğu 2. yarıda olmak üzere 12 kez rakibini ofsayta düşürmesinin de temel sebebi bu stratejiydi.

Bugüne kadar Yunan takımlarıyla oynadığı 6 maçta sadece 1 yenilgisi vardı Galatasaray'ın. 3. sezon üst üste yine kazandılar. Son maça giderken liderliği garantilemiş olmak harika. Aynı şeyi Fenerbahçe'nin de başarmış olması da Türk futbolu için ayrı bir prestij vesilesi. Umarım Graz maçında Ufuk Ceylan, Caner, Serkan Kurtuluş gibi isimleri de görebiliriz sahada.

Maçın öne çıkan bir diğer noktası Galatasaray'ın medyanın sözünü dinleyerek sezon başındaki sistemine dönmesiydi yani iki defansif orta sahayla oynaması. Ancak bu değişikliğin doğal sonucu olduğu düşünülen pozisyon zenginliği gelmedi. Takımda halen ciddi bir akıcılık sıkıntısı var. Nonda klasik bir santrfor olarak yüksek top tekniği sayesinde takımın hücum setlerine katkıda bulunuyor bulunmasına da Baros'un yıpratıcılığı aranıyor. Elano bugün belli anlarda fena değildi ama çok daha fazlası bekleniyor hala. Keita da son zamanlardaki durgunluğunun aksine hırslıydı ve toparlanacağını gösterdi.

Panathinaikos kaliteli bir kadroya sahip ancak rakibin üzerine gidip baskı kuracak, bunaltacak bir oyun anlayışları yok, yavaş bir tempoyla oynuyorlar. En büyük gol umudu Cisse'nin 5 sezon önceki haline bakınca hayal kırıklığı yaşamamak elde değil. Hala hızlı ancak ne eski kuvveti var ne de ofsayttan çıkacak pozisyon sezgisi. Ümit Karan'ın geçen sezonki gol atamayan halinin fuleli versiyonu gibiydi.

Son paragraf ise Arda'ya. Ali Sami Yen'de son zamanlarda görülmediği kadar coşkulu taraftarın da etkisiyle çok arzulu başladı maça. Yaptığı harekletlerle keyif verdi, yarattığı pozisyonlarla da bu maçı alacağız inancını ortaya koydu. Zaten Ten Cate de maçtan sonra "Arda'yı durduramadık" demiş. İkinci yarıda biraz oyundan düşse de ilk yarıda Pana'nın sol beki bunalıma girdi. Fotomaç ağzıyla söylersek "Darlas Darlandı". Al-Jazeera Sport'un İngilizce spikeri de övgülerini eksik etmedi. Hep göz önünde olmak çok zor ama sahada bu şekilde oynadığı sürece diğer konuların konuşulmasına sıra gelmeyecektir diye düşünüyorum.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Rekem Aslanı, Atlas'ın Aslanlarına doğru



Fas milli takımı, Norveç'in hafif mide bulandırıcı bir maçta Brezilya'yı son dakikalarda attığı golle yenmesi yüzünden 2. turun kapısından döndükleri 1998 Dünya Kupası'ndan sonraki 11 yıllık dönemde serbest düşüşe geçti. Çoğu Afrika takımının uyguladığı akla gelen ilk formül olan "tecrübeli Fransız hoca" aşı denemeleri de tutmayınca 2004 Afrika Kupası'nda final oynama istisnasını saymazsak Afrika'nın vasat altı takımlarından biri konumuna geldiler bu süreç içinde. Dünya Kupası elemelerinde Kamerun'un lider olduğu grubu galibiyet alamadan son sırada bitirdiler.Hem de Mbark Boussoufa, Adil Chihi, Marounae Chamakh, Mounir El Hamdaoui ve Youssef Hadji gibi Avrupa'nın iyi liglerinde oynayan oyuncularına rağmen.

Gelinen bu noktada, bir neşter operasyonu için Fas'taki kulüpler federasyonda yapılan bir toplantıda sorunu masaya yatırmak için bir araya geldiler. Toplantı sonrasında ameliyathaneden terini silerek çıkarken, "korkacak bir şey yok" diyen bir doktor edasındaki yetkililerin telaffuz ettikleri altyapıya önem, yapısal reformlar gibi klişe kararlar dışında kulislere düşen ilacın ismi tanıdıktı: Erik Gerets

Rekem Aslanı'nın bu teklife nasıl yaklaştığı bilinmiyor henüz ancak ismi dahi bu topraklarda bir heyecan dalgası yaratmaya yetti. 2006'daki unutulmaz şampiyonluk sonrasında çok sevildiği ancak bir sezon sonra buruk bir biçimde veda ettiği Galatasaray'ın ardından Marsilya'yı şimdi PSG'nin bir türlü çıkamadığı bir sıradanlık çukurundan yeniden elit takımlar arasına yerleştiren Gerets, şampiyonluğu son hafta kaçırmasının ardından sürpriz bir kararla Avrupa futboluna veda ederek Suudi Arabistan'a yelken açtı. Al İttihad'daki performansı da önceki takımlardan farklı bir çizgide değil. Takım 9 maç sonunda namağlup 25 puanla ligde lider.

Elimizdeki verilere bakılınca ortada potansiyeli yüksek bir takım ve yeni heyecanlara hevesle yönelen bir hocanın birlikteliği neden olmasın dedirtiyor? Kaldı ki, kariyerinde hiç milli takım çalıştırmamış olan Gerets için Afrika, bambaşka bir deneyim olacaktır. Bekleyip göreceğiz.


33. takım mı?


Dünya Kupası şansını son maçta Henry'nin meşhur golü yüzünden Fransa'ya kaptıran İrlanda'nın şok isteği: "Bizi de Dünya Kupası'na alın". FIFA Başkanı Baltter, bu talebin Çarşamba günkü toplantıda değerlendirileceğini söylemiş. Cuma günü de kura çekimi var zaten.

Böyle bir talebin kabul edilmesine ihtimal vermiyorum.Bunun en güzel tanımı haksızlığa uğrayan için duyulan sempatinin suiistimalidir. Son maçta, fahiş bir hakem kabahati yüzünden bir gol yediği için elenmek tabi ki bu yolda mücadele eden her emek sahibi için yıkımdır. Ancak iki yılı aşın süredir 6 farklı kıtada yüzlerce maç oynandı ve yüzlerce hatalı hakem kararı yüzünden kaybeden takımlar oldu. Hatanın son maçta olması mı böyle bir istek hakkını veriyor? Kaldı ki, Fransa o golü atmasa dahi İrlanda'nın gitmesi gibi bir durum sözkonusu değildi, zira maç 1-0 bitseydi penaltılara gidilecekti. Ne sonuç çıkardı kimse bilemez? Maçın tekrar edilmesi talebi, şahsen desteklemesem de bir yere kadar mantıklı geliyordu yine de. Ama şu an kabak tadı verdiniz diyorum. Zorla Fransa'yı savundurtmasınlar insana...